Modern Siyasete Meşruiyet Arayışları

Modern Siyasete Meşruiyet Arayışları

Tanzimat’ın ilanından sonra ortaya çıkan aydın –ulema, mektep– medrese çatışması, süreç içerisinde ulemayı da yeni düzeni, dini yorumlarla meşrulaştırmaya yöneltmiştir. Bir bakıma Engelhardt’ın ifade ettiği tespit ortaya çıkmıştır. Yani dinin temel kavramları asli hüviyetinden soyutlanarak, günün siyasi gelişmelerine göre serbestçe yorumlanmaya başlanmış, hatta dini alanda bilgi ve malumat sahibi olmayanlar bile fikir belirtmekte aktif rol oynamıştır.

Yakup Döğer

Osmanlı Devletinin gerileme ve çöküşüne giden süreçte, birçok kurtuluş düşünceleri üretilmiş, bu düşüncelerin esasa tekabül eden yanını devleti çöküşten kurtarmak teşkil etmiştir. Osmanlı siyasal aklı, çöküşten kurtulmak için Avrupa’yı taklit etmeyi ve bu taklit etmenin zaruretini öncelikle askeri alanda düşünmüş olsa da, esasa tekabül eden yanının siyasal alanda olması gerektiğini doğru bulmuştu. Tanzimat’ın ilanı da, ileriye dönük olarak gerçekleştirilmesi düşünülen parlamenter sistemin zeminini hazırlamak için gerçekleştirilmiştir. Bu sebepten yeni düzen için de, kutsal temelli meşruiyet arayışı zaruri olmuştur.

Osmanlı Devletinde yirmi yıldan fazla memuriyet görevinde bulunan Fransız diplomat Engelhard, “Türkiye ve Tanzimat” adlı eserinde, Tanzimat’ın en önemli amacının, Müslüman toplumları asırlardır manevî ve siyasî bakımdan uzak yaşamış olduğu Hristiyan toplumlara yaklaştırmak olduğunu ifade etmektedir.(1) Engelhardt eserinde daha ilginç bir tespitte daha bulunur ki, bu tespitinin, ileride yaşananlar göz önüne alındığında ne kadar yerinde bir tespit olduğu görülmektedir. İlginç olan diğer bir yön ise Engelhard’ın kitabını, “Osmanlı ve Tanzimat” olarak değil de, “Türkiye ve Tanzimat” olarak adlandırmasıdır.

İki seçenekten biri

“Türkiye’nin, artık geciktiremeyeceği uzlaşmayı sağlamak için ortadaki engeli ya tamamen kaldırması ya da hafifletmesi, yani hükümeti Hristiyan dünyasında olduğu gibi dinî kanunların tesirinden az çok kurtararak ruhanilikten dünyeviliğe dönüştürmesi veya temel inanç ilkelerini serbestçe yorumlamak suretiyle yavaş yavaş dinî sınırlardan kurtarması gerekiyordu.

Osmanlı hükümeti, her şeyden fazlaca etkilenen cahil ve mutaassıp bir halkın gücenebileceği durumlardan sakınmak için bu ikinci şıkkı seçmeye karar vermişti.”(2) Yani dinin temel inanç ve ilkelerinin serbestçe yorumlanmasının önü açılmıştır.

Tanzimat’ın ilanından sonra ortaya çıkan aydın –ulema, mektep– medrese çatışması, süreç içerisinde ulemayı da yeni düzeni, dini yorumlarla meşrulaştırmaya yöneltmiştir. Bir bakıma Engelhardt’ın ifade ettiği tespit ortaya çıkmıştır. Yani dinin temel kavramları asli hüviyetinden soyutlanarak, günün siyasi gelişmelerine göre serbestçe yorumlanmaya başlanmış, hatta dini alanda bilgi ve malumat sahibi olmayanlar bile fikir belirtmekte aktif rol oynamıştır.

Üç neslin siyasi talepleri

Dinin temel inanç ve ilkelerinin serbestçe yorumlanmasının öncülüğünü ise genel isimlendirme ile ulema, özel ifade ile İslamcı aydın ve entelektüeller üstlenmiştir. Genel geçer bir tabirle “İslamcılık” olarak adlandırılan ve en önemli kurtuluş düşüncesi olan bu düşünce cereyanı, her ne kadar “Bütüncül bir dünya görüşü” olarak ifade edilse de, tamamen siyasi talepleri öncelediği tartışma götürmez hakikattir. Eğer Türköne’nin dediği gibi, İslamcılık Genç Osmanlılarla birlikte ortaya çıkmış ise,(3) Genç Osmanlıların ilk talepleri de sadece siyasi alanda olmuş, meşveret kavramından yola çıkarak siyasi idarede Avrupai parlamenter meşrutiyeti talep etmiştir. Onların bu talebi ikinci nesil İslamcılar diyebileceğimiz II. Meşrutiyet dönemi İslamcılarına da sirayet etmiştir. 20. yüzyıl başlarındaki İslamcıların siyasi alandaki meşrutiyet taleplerini, 21. yüzyıl başlarında ortaya çıkan üçüncü nesil İslamcıların da demokratik temelli talepleri takip etmiştir.

Ezmanın tagayyuru ile ahkâmın tagayyuru

Tabii bu taleplerin halk nazarında itibar görebilmesi ve kamuoyu sağlanabilmesi için de, dini temelli meşruiyete ihtiyaç vardır. Modernleşme döneminin tartışma konularından olan “gavurlara benzemek caiz midir? Müslümanların meclisinde gayrimüslimler bulunabilir mi? Din –İslam– terakkiye mani midir?” Din bilim, mektep medrese, aydın ulema vb. konular sürekli tartışılmıştır. Engelhardt’ın dediği gibi, bütün bu tartışmaların aşılması ve meşruiyetin sağlanması için, dinin günün gereklerine göre yeniden ve sil baştan yorumlanması gerekmekteydi. Mecelle’nin 39. maddesinde yer alan “Ezmanın tagayyuru ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz”(4) kaidesi, dönem itibarıyla kullanışlı bir hüküm olmuştur. Mecellenin bu hükmünü tefsir edenlere göre, ahkâm her vakit ve zaman belki her dakika tebdil eder. Tarihte hiçbir kanun korunmuş olarak kalmamış, sürekli değişmiş, yenileri yapılmıştır.(5) Bir yere kadar doğruluk payı olan bu yorumun esas amacı göz önüne alındığında, tehlikeli bir yola sevk ettiği zaman geçtikçe anlaşılmıştır.

Ve şavirhum fil emr

I. Meşrutiyetin ilanından önce yurtdışında bulunan sistem muhalifleri olan Genç Osmanlılar, yayın organları olan Hürriyet Gazetesi’nde, talep edilen siyasi sisteme uygunluğu konusunda dini ve dinin kavramlarını yeniden yorumlamak üzere azami gayret göstermişlerdir. Özellikle Ali İmran suresi 159. ayetinde yer alan “meşveret” kavramının, meşrutiyetin dinen meşruluğuna işaret ettiğine delil gösterilir.

Hürriyet Gazetesi başyazarı olan Namık Kemal, Hürriyet’in dördüncü sayısında neşrettiği bir makalesinin başlığına, Ali İmran suresinin 159. ayetinde yer alan “Ve şavirhum fil emr” ifadesini seçer. Namık Kemal bu ayet üzerinden meşveret kavramına atıf yaparak, meşveret kavramından meşruti yönetime meşruluk sağlamaya çalışır. Namık Kemal ayrıca, “Seyyidül kavmi hadimühüm”, “Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” Hadis-i şerifini de makale içinde ele alır ve halk iradesi lehine yorumlar.(6)

Namık Kemal, ayette geçen “Ve şavirhum” lafzından yola çıkarak, meşverete ve meşveretten de cumhuriyete varan yorumda bulunur. Yaptığı yorumla, İslam’ın da başlangıcında bir cumhuriyet olduğu sonucuna varır.(7) Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi’nde konu üzerine sıralı makaleleri neşredilir.(8) Namık Kemal, İslam’ın bir cumhuriyet rejimi olduğunu da iddia ederek, İslam’ın ilk yıllarını, “Cumhuriyet-i İslamiye” olarak değerlendirir. Bu değerlendirmesine de İslam tarihinden örnekler vererek meşruiyet sağlamaya çalışır. Makalesinin ismini de, “İnnallahe Ye’muru bi’l-Adl ve’l-İhsan” olarak belirlemesi ayrıca manidardır.(9)

Ali Suavi de hükümetleri –devlet idare şekillerini– üçe ayırır. Ya monarşi-padişahlık, ya aristokrasi-hükümet-i ayan, ya da demokrasi–halk iradesi müsavat. Suavi demokrasiye meşruiyet sağlamak için, İslam’ın ilk yıllarının demokrasi olduğunu ileri sürer. İslam’ın ilk dönemlerinde padişahlık, meliklik, sultanlık yoktur, eşitlik dolayısıyla demokrasi vardır.(10)

Zamanın ruhuna göre adalet tanımı

Namık Kemal’in ve Ali Suavi’nin neşrettiği gazetelerin ve makalelerin tarihine bakıldığında, I. Meşrutiyetten önce olduğu görülmektedir. Din ve ayetler ve siyer erken dönem denilebilecek bir zamanda, zamanın siyasi icap ve taleplerine göre yorumlanmaya başlanmıştır. Namık Kemal’den 40 yıl sonra, II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte, aynı isimli makalelerin neşredilmesi ve yaklaşık aynı ifadelerin kullanılması dikkatleri çeken diğer bir husustur. Makale yazarı İsmail Hakkı adaleti, “hukukta müsavata riayet edip, hak edene hakkını vermek” olarak yorumlar.(11) Mecelledeki adaletin –adil insanın– tanımı ise, “iyilikleri kötülüklerinden fazla olan” şeklindedir.(12) Bu tanım, genel kabul görmüş fıkhi tanımlamalara ise muhalif görünmektedir.

Dönemin en çok başvurulan tefsirlerinin başında gelen Fahreddin Razi’nin yaptığı adalet ve ihsan tanımlamaları, ne Mecelle’de yer almış, ne de modernleşmenin önüne geçilemez hız aldığı II. Meşrutiyet döneminde. Razi’nin tanımlamasına göre, “Adalet, Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek; ihsan, farzları yerine getirmektir” demiş; bir başka rivayetinde ise, “Adalet, Allah’ın eşi-ortağı olmadığını söylemen; ihsan, Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmen ve kendin için arzuladığın her şeyi insanlar için arzulamandır.”(13)

Fakat asıl hızlı ve önüne geçilemez yorumlar, II. Meşrutiyet döneminde başlar. 10 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyetle birlikte neşriyata başlayan İslamcı basın, başta Sıratı Müstakim ve Beyanülhak olmak üzere Hayrü’l Kelam, Hikmet, İslam Mecmuası, İ’tisam, İttihad-ı İslam, Muhibban, Volkan gibi gazeteler, dönemin siyasi konjonktürüne göre ayetler seçerek yeniden yorumlamışlardır.

Hubbu’l Vatan Mine’l-İman

II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte bazı kavramlar, daha önce hiç zikredilmeği kadar öne çıkar. Bunlar hürriyet, müsavat, meşrutiyet, meşveret, meclis, Kanun-i Esasi, tevekkül, terakki, vatan, istibdad gibi kavramlardır. Bu kavramlar zamanın ruhuna göre ele alınır ve yeni siyasi düzen olan meşrutiyetin meşrulaştırılması için, içleri yeniden doldurulur. Özellikle “Hubbu’l Vatan Mine’l-İman” hadisi, coğrafyanın vatana dönüşmesi ve uluslaşmanın başlangıcı olarak ciddi itibar görür.(14)

Sıratı Müstakim daha ilk sayısında Musa Kazım tarafından “Hürriyet” başlıklı makale serisi kaleme alınır ve takip eden sayılarda devam eder. İstibdadın karşılığı olarak ele alınan hürriyet, meşruti siyasi sistemin icaplarına göre yorumlanır. Musa Kazım’ın tanımında; Hürriyet azade olmaktır, lakin hiçbir kayıt olmaksızın değildir. Zira kâinatta kayıtsız olarak azade olan hiçbir varlık yoktur. Musa Kazım, hürriyette kaydı ise yeni parlamenter düzenin anayasasına -Kanun-i Esasiye- bağlar ve Kıyame suresi 36. ayeti olan, (İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?) bu husus üzerine zikreder.(15) Musa Kazım Sıratımüstakim’in 2. sayısında aynı konuya devam eder ve Kanun-i Esasiyi eleştirenleri, toplumu büyük bir fitne ve fesada sevk etmekle suçlar.(16) Aynı sayıda Ebul Ula Mardin, Şura suresini ele alır. Mardin de makale serisi neşreder. Şura suresinden meşverete, meşveretten de meşrutiyete delil bulur. Hilafet-i İslamiye meşrutiyet şeklinin en parlak göstergesidir.(17) Surenin 15. ayetini, gidilen yolun –meşrutiyetin- doğruluğuna işaret edecek şekilde yorumlar.

Meşveret – Meşrutiyet

Ulema sınıfının çıkardığı ve dönemin önemli neşriyatından biri olan Beyanülhak Dergisi de konu üzerine ilk sayılarında geniş yer verir. En çok konuşulan, tartışılan mesele meşveret meselesidir ve parlamenter sistem olan meşrutiyetin meşruluğu ancak bu kavramla sağlanabilecektir. Müellif makalesinde Resulullahın, “meşveret nedameti def etmekte sağlam bir yol, kötülüğü engellemekte emin bir sığınaktır” hadisini zikreder.(18)

Dönemin siyasi değişimini meşrulaştırmaya en uygun ayet, Ali İmran suresi 159. ayet, hadis olarak da Resulullah’ın meşvereti tavsiye eden hadisidir. Hemen her makale müellifi bu ayet ve hadisi zikrederek, meşrutiyete dini olarak meşruluk sağlamaya çalışmıştır. Meşveret bir sünneti kadimedir. Hz. Süleyman dahi Belkıs’ın tahtını getirmek hususunda çevresiyle meşverette bulunmuştur. Meşveret İslam’da dahi muhafaza edilmiştir. “Onlarla müşavere et” ayeti, işlerinde ashabınla müşavere ile emir Hz. Peygamber efendimize verilmiş, peygamber efendimiz de meşveretin ümmeti için rahmet olduğunu söylemiştir.(19) Müellif burada da durmaz ve bir ileri adım daha atar. Ona göre, meşveret ve meşrutiyete karşı gelip itiraz edenler, meşru bir emri inkar etmiş olduklarından dolayı, bütün alemdeki Müslümanların kabul etmiş olduğu İslam Hükümetinin çökmesinin sebebi olurlar.

Din işi dünya işi

Ali İmran 159. ayeti vaazlarının konusu yapan diğer bir ulema ise Manastırlı İsmail Hakkı’dır. Zikredilen ayeti vaazlarına konu yapmasının tek sebebi, meşrutiyet sistemine ve Meclis-i Mebusana dini meşruiyet kazandırma çabasıdır. Müellife göre Meclis-i Mebusan da Ali İmran 159. ayetten alınmıştır. Manastırlı bu çabasının yanında, din işi ile dünya işini de, Peygambere dayandırarak birbirinden ayırır. Peygamber ashabına, “siz dünya işlerini beden daha iyi bilirsiniz” demiştir.(20) Şura 38. ayet, meşrutiyet idaresine kati bir delil olarak zikredilir. İslam’da meşrutiyet idaresinin fiilen bir ehemmiyeti yok diye bir kanaate varmak, ilmi delillere göz yummaktır. Meşveret meşrutiyet idaresinin en kuvvetli delilidir.(21)

Meşrutiyete muhalefet eden melunlar

Meşrutiyet idaresine karşı çıkanlar, itiraz edenler, İslam’a uygun değildir diyenler de vardır. Manastırlı İsmail Hakkı bu görüşlerin önünü kesmek, itirazları bertaraf etmek için çok çabalar. İtiraz edenlere “melunlar” diyerek hitap eder. Meşrutiyet idaresini eleştirenlerin delili de Ali İmran 159. ayettir. Meşrutiyet idaresine itiraz edenlerin yorumlarına göre, bahsi geçen ayet Resule hitaptır ve kendi ashabıyla istişare ettiğini gösterir. Diğer din ve inançta olanların Müslümanlarla istişaresine delil olamaz. Manastırlı ise aynı ayetten meşrutiyete şer’i delil çıkarır, itiraz edenleri istibdad meraklıları ve fesat ehli olarak aşağılar.(22) Manastırlı bu konu üzerine uzun makale serisi neşreder. Dikkat çeken husus, her iki tarafında aynı ayetten yola çıkarak şer’i delil bulmalarıdır. Meşrutiyet idaresi parlamenter sistem olduğu için, itiraz edenlerin delili de Maide suresi 51. ayettir. Ayet, “Yahudi ve Hıristiyanları veli edinmeyin” demektedir. Manastırlı bu sözü söyleyenlere, “cühelâ-yı enâm” diyerek hitap eder.(23)

Meşrutiyete delil; Kur’an ve Sünnet

Meşrutiyet idaresine delil olarak hemen her makalede Kur’an’dan ve Sünnetten delil getirilir. Dönemin yorumları çok net olarak parlamenter sistem meşrutiyeti, Kur’an ve Sünnete dayanarak dinileştirmekte, meşrulaştırmaktadır. Yorumlar kati ifadeler taşır, muhalifine söz söyleme fırsatı vermez. İslam Dini ve Ahmedi Şeriatın meşrutiyet hükümetine müsaid olup olmaması şöyle dursun, şeriatı, nebevi sünneti ve raşid halifelerin idarelerine vakıf olanların nezdinde zerre kadar şüphe kabul etmeyecek hakikattendir. Bu kesin hakikat karşısında tereddüt ve şüphe içinde olmak hiçbir İslam ulemasına için uygun değildir.(24)

Meşrutiyetin ilanı ile birlikte yapılan yorumlarda, halk arasında istibdad dönemindeki tefrikaların sona erdiği, artık birlik beraberlik zamanı olduğu ve herkesin el birliğiyle meşrutiyete sahip çıkması gerektiği çokça zikredilmektedir. Meşrutiyetin, halkı birleştirici siyasi sistem olduğunu ileri sürenler, Ali İmran suresi 103. ayeti, meşrutiyete işaret eden Allah’ın ipi olarak yorumlarlar. Artık Allah’ın ipine sarılma zamanıdır.(25) Meşrutiyet birleştirici bir yönetim olarak ileri sürülür, bölünüp parçalanmamak gerekmektedir. Meşrutiyete itiraz edenler dini parçalamakla suçlanırlar. Rum suresi 32. ayet, meşrutiyete itiraz edenleri ve milleti bölenleri tehdit olarak ele alınır.(26)

Meşihat makamından meşrutiyet savunusu

Öyle görünüyor ki, bütün yönlendirme ve meşrutiyetin lehine yapılan dini yorumlara rağmen meşruti siyasi sisteme itiraz edenlerin sesi yükselmektedir. Bu itirazların önünü kesmek, etkisizleştirmek, muhalefeti itibarsızlaştırmak için Meşihat Makamında bulunan Şeyhülislam Mehmed Sahib Efendi tarafından bir beyanname neşredilir. Beyanname hayli ilginçtir. Muhalefeti muhatap alan beyanname, ayet ve hadislerle mevcut siyasi sistemi meşrulaştırma çabası sergilerken, diğer yandan da muhalefeti ağır ithamlarla suçlamaktadır.

Beyannamede, herhangi bir dini vaazda kullanılabilecek ayet ve hadislerden çok daha fazlasına yer verilmiştir. “Hükümet-i meşruta-i meşrua” kesin naslarla meşrulaştırılırken, muhalefetin dini alanda ileri sürebileceği deliller ellerinden alınmaya çalışılmıştır.(27

Beyannamede meclis, müsavat, gayrimüslimler, iktidar itaat, muhalefetin 31 Mart hareketiyle aynılaştırılmaya çalışılması uzun uzadıya ayet ve hadislerle izahı yapılmış, “hükümet-i meşruta-i meşrua” şer’ileştirilmeye çalışılmıştır. Beyannamede En’am 165, Lokman 20, Bakara 171, Ali İmran 110, İbrahim 24, Enfal 25, Ra’d 11-33, Cin 16, Muhammed 7, Fetih 1, Maide 33, Araf 43, Ali İmran 104, Maide 82, Ahzab 21, Maide 33. ayetleri şer’i delil olarak ileri sürülür. Ayetlerle birlikte aynı zamanda Buhari’nin sahihi, Tirmizi’nin Süneni, Taberani’ni Mu’cem’ül Kebiri, Razi’nin Mefâtihül Gayb adlı eserlerinden de çeşitli iktibaslar yapılmıştır.

Beyannamede en dikkat çekici taraf, yeni kurulan parlamenter sisteme itaat üzerine zikredilen kısmıdır.

“Semi’na ve eta’na’

“Hazreti Şar’i ‘yaratıcıya isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur’ ve ‘itaat ancak maruf olanadır’ (hadisi şerif) tenbihi ve ‘aranızda yalnız zalimlere isabet etmekle kalmayacak fitneden sakının’ (Enfal 25) tehdidiyle ve yine tembellikten sakındırma olduğu halde, uyarı ve nasihatler karşısında zerre kadar gaflet gösterilirse, idarenin düzen ve intizamının bozulacağı muhakkaktır. Mamafih bu söylenenlerden de hükümet işlerine her kesin müdahale hakkı olduğu manasını çıkarmak doğru değildir. Bilakis azası –mebusları– millet tarafından seçilmiş bir heyetin nezaretinde olan bir hükümet-i meşruta-i meşru’anın icraatları her türlü müdahaleden uzaktır ve böyle bir hükümetin amirlerine, ‘semi’na ve eta’na’ cevabıyla itaat-ü inkıyad halk üzerine farz-ı ayn olur.”(28)

Beyanname, İttihatçı iktidar tarafından resmi bir kurum haline getirilen Meşihat makamınca neşredilmiş olmakla birlikte, aynı dönemde bağımsız ulema ve neşriyat tarafından da hemen hemen aynı ifadelere rastlanmaktadır. Buna bir örnek verecek olursak, Elmalılı Hamdi Efendi, Kanun-i Esasinin şeriata uygun olduğunu, hatta şeriatın fezlekesi durumunda bulunduğunu, eğer şeriata uygun olmasaydı kimsenin Kanun-i Esasiye itibar etmeyeceğini ifade eder.(29) Meşrutiyetin ilanının ardından Ulema tarafından kurulan Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye, yayın organları olan Beyanülhak dergisinde yaptıkları açıklamada, “meşrutiyet-i meşrua”nın muhafaza edilmesi gerektiğini belirtmiştir.(30)

İstibdadı özleyen müfsidler

Başında Mustafa Sabri, Elmalılı Hamdi gibi ulema sınıfının önemli şahıslarının bulunduğu Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye, 31 Mart vakasında rol alanları, eski istibdad zamanlarını özleyen müfsidler ve bozguncular olarak yaftalamış, meşrutiyet yönetiminin muhafaza edilmesinin şer’i olarak gerekliliğini duyurmuştur.(31)

Meşrutiyet idaresine muhalefet edenlere ağır eleştirilere muhatap olmaktadır. Bu eleştiriler meşrutiyetin meşruluğuna –İslam’a uygunluğuna- gölge düşürdüğü için, müsamaha kabul edilemez fikirlerdendir. Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye mensubu ulema sınıfından Abdüllatif Efendi, meşrutiyet eleştirilerini çok ağır dille tenkit eder.

“Meşruiyetin meşveret usulünü değersiz göstermeye, melun istibdad döneminin değerini artırmaya çalışan hürriyet düşmanları, mezalim taraftarları, insaf erbabı tarafından ortaya açıkça konan bazı delillere rağmen, birtakım zayıf mesnetsiz itirazlarla avamı gaflete düşürmeye çalışıyor. Bu kişilerin meşverete delil ve meşrutiyete burhan gösterilen ayet-i kerimeyi tevil ve tahsis ile eşitliği İslamiyet’e aykırı ve dine uygunsuz şeklinde tasvire kalkışmaları kadar büyük bir kötülük olamayacağı izaha muhtaç değildir.”(32)

Kur’an’ Kerim ve Kanun-i Esasi

Kolcalı Abdülaziz’in bir gazetede tefrika edilen ve sonra da risale olarak neşredilen “Kur’an’ı Kerim ve Kanun-i Esasi” adlı risalesi de, dönemin siyasi yapısını meşrulaştırmaya yönelik önemli metinlerden biridir. Kolcalı Abdülaziz eserinde hürriyet, müsavat, usul-i meşveret ve hürriyetin hudutlarını izaha gayret eder. Medeniyet-i İslamiye duçar olduğu çöküş halinden Kur’an’ı Kerim’in evvelden bahşetmiş olduğu hürriyet, müsavat ve usulü meşvereti kapsayan Kanun-i Esasi ile felaha erecektir.(33)

İttihatçı iktidara meşrutiyetin ilanından itibaren en yüksek perdeden muhalefet eden Derviş Vahdeti, maddelerinde laik unsurlar barındırmasına rağmen, Kanun-i Esasinin şer’i şerife uygun olduğunu savunmaktadır. Ömer Ziyaeddin Efendi tarafından kaleme alınan “Mir’at-ı Kanun-i Esasi”nin her maddesi her fıkrası birer birer ayet ve hadisler, fıkıh kitaplarından birçok deliller iradıyla şer’i şerife uygunluğu ispatlanmıştır. Bazıları Kanun-i Esasinin Avrupa’dan, hassaten Belçika’dan alındığını söylemektedir. Aslında hakikat olan Şeriat-ı Muhammedi’nin dünya işlerine taalluk eden yönlerini onlar kendilerince bulabilmiştir.(34)

Kur’an’ın özeti olan anayasa

Kanun-i Esasinin meşruiyetini ispatlamak için, “Kanun-i Esasi Kur’an’ın içinden alınmıştır ve dolayısıyla Kur’an’ın özetidir”(35) şeklinde yorumlar da yapılmıştır. Sultan Mehmed Reşat, askeri erkâna hitap ettiği bir nutkunda, Kanun-i Esasiye ömrünün sonuna kadar sadık kalacağına Allah’ı şahit tutmuş, gerek sözlü gerekse davranış olarak Kanun-i Esasi aleyhine tavır alanların yanından kovulmuş, def edilmiş olduğunu ifade etmiştir.(36)

Vaaz ve nasihatler de, Batı menşeli meşrutiyeti propaganda amacıyla hazırlanır, meşrulaştırma amacı olarak kullanılır. (Şeyhülislam) Mustafa Sabri Efendi, Ramazan ayında taşraya vaaz ve nasihat için gidecek olan talebe-i ulumdan, ahalinin kalbini meşrutiyete ısındırmak ve bunun şer’i şerif-i Ahmediyeye ne kadar uygun, mülk ve millet hakkında ne derecelerde faydalı olduğunu ve bu senelerin vaaz ve nasihatlerini bu merkezde vermelerini ister. Meşrutiyet menfaatlerine uygun gelmeyen bir takım adamların veyahut cehenneme atılsa odun yaş diyecek tabiatta olan boş boğazların laflarına bakılıp, mebusların hatalarını kusurlarını meşrutiyete yüklemek kesinlikle caiz değildir.”(37)

Sonuç yerine:

İslamcılığın ve İslamcıların talep, beklenti, değişim ve dönüşüme dair ileri sürdüğü fikirler göz önüne alındığında, tamamen ve salt olarak siyasal alanda olduğu malumdur. Bu bakımdan, İslamcılığın, bütüncül bir hayat tasavvuru olduğuna dair yapılan tanımlama ve yorumlar gerçeği yansıtmamaktadır. Bidayetinden cumhuriyete kadar olan süreçte, gerek Osmanlı içinde gerekse dışarıda tartışılan, yorumlanan, çözüm olarak ileri sürülen ne varsa, tamamı siyasal alandadır. Siyasal alan dışında kalan ne varsa, tâli-ikinci mesele olarak tartışılmıştır. Bu ifadelerimiz, İslamcılığı tahkir etmek, itibarsızlaştırmak amacı taşımamakta, eğer İslamcılık ideal bir dünya görüşü ise, yeniden kurgusunun yapılması gerektiği hatırlatılmaya çalışılmaktadır.

Böyle olunca haliyle, modern siyasete meşruiyet sağlamak için dinin -İslam’ın- ve kavramlarının yeni düzen lehine yeniden yorumlanması, klasik geleneksel yorumların terki mecburi olmuştur. Namık Kemal’den, Ali Suavi’den, Ziya Paşa’dan itibaren cumhuriyetin ilanına kadar İslam’ın kadim kavramları, kurulan laik cumhuriyetin de işine yarayacak şekilde, hem itibar sıralaması hem de mana mahiyet olarak yeniden şekillendirilmiştir. Meşrutiyet ve cumhuriyet için sağlanmaya çalışılan meşruiyet krizi, ileride demokrasi içinde aşılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı’nın gerileme ve çöküşüne giden süreçte, Sultandan daha ziyade Halife ve Hilafetin hayati önem arz etmesine rağmen, Hilafet Kurumu ve halife, İslamcılar eliyle itibarsızlaştırılmaya, adeta “Reis-i Ruhani” derekesine indirilmiştir. Bunun sebebi de, parlamenter siyasi düzen içerisinde, devlet ve millet hakkında tek söz sahibinin meclis-parlamento olarak görülmesidir. Halife olsa dahi meclisin üstünde söz sahibi olamaz kanaati, siyasal alandaki meşruiyet krizlerinin başında gelmiştir. Halifenin dahi modern bir anayasa olan Kanun-i Esasiye sadık kalacağına dair yemin ettirilmesi, ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir husustur.

Modernleşme döneminde modern siyaset usulü olan meşrutiyete dini temelli meşruiyet arayışları, ilerleyen süreçte cumhuriyet ve demokrasi içinde aranmıştır. Günümüzde de gerek cumhuriyet rejimi gerekse demokrasi için dini meşruiyet temelli birçok yorum ve yaklaşım bulunmaktadır.

Dipnotlar

1 Philippe Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, sayfa 7, Mütercimi Ali Reşad, tab ve naşiri Kanaat Kütüphanesi, Mürettebeyn-i Osmaniye Matbaası, 1328

2 Philippe Engelhardt, a.g.e. aynı sayfa

3 Mümtaz’er Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, sayfa 15, Mayıs 1990, Ankara

4 Mecelle-i Ahkâm-i Adliye, madde 39, sayfa 28, Dersaadet, Matbai Osmaniye’de tab olunmuştur, tarih 1300

5 Celal Nuri, Havaic-i Kanuniyyemiz: La-yünker Tegayyürü’l-Ahkam bi-Tegayyürü’l-Ezman, İctihad, cilt 4, sayı 67, tarih 03 Mayıs 1329 – 16 Mayıs 1913

6 Namık Kemal, Ve Şavirhum fi’l-Emr, Hürriyet, sayı: 4, 20 Temmuz 1868

7 Namık Kemal, Usul-i Meşveret Hakkında, Hürriyet, sayı 12, tarih, 14 Eylül 1868

8 Usul-i Meşverete Dair Yazılan Mektuplar, Hürriyet, sayı 13, 14, 16, 17, 18, 20, 22, tarih 21 Eylül 1868 ve sayıların tarihleri

9 Namık Kemal, İnnallahe Ye’muru bi’l-Adl ve’l-İhsan, Hürriyet, sayı 30, tarih 18 Ocak 1868

10 Ali Suavi, Demokrasi: Hükümet-i Halk, Müsavat,. Ulûm Gazetesi say 18, tarih 1287 – 1871

11 İsmail Hakkı, İnnallahe Ye’muru Bi’l-Adli Ve’l-İhsani, İstişare sayı 1, tarih 4 Eylül 1324 – 28 Eylül 1908

12 Mecelle-i Ahkâm-i Adliye, madde 1705, sayfa 599, Dersaadet, Matbai Osmaniye’de tab olunmuştur, tarih 1300

13 Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, cilt 14, sayfa 321

14 Ahmed Şirani, Hubbu’l Vatan Mine’l-İman, Beyanülhak, cilt V, sayı 130, tarih 26 Eylül 1327; Hubb-u Vatan, Müt.: B.Ç, Mecmua-i Ebüzziya, cilt I, sayı 11, tarih 15 Safer 1298; Faruki Ömer, Hubb-i Vatan, Volkan, cilt I, sayı 21, tarih 2 Kânunusani 1324; Kayazade Reşad, Hubbü’l-Vatan Mine’l-İman, Hürriyet, sayı 1, tarih 29 Haziran 1868; Seyyid Mehmed İsmetullah, Hubbu’l-Vatan Mine’l-İman / el-Mirsâd, cilt I, sayı 10, tarih 29 Mayıs 1330, Yakup Döğer, Ulus Devlet Miti Olarak Vatan, İktibas Dergisi, 548. sayı, Ağustos 2024

15 Musa Kazım, Hürriyet Müsavat, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 1, sayfa 3, tarih 14 Ağustos 1324 – 27 Ağustos 1908

16 Musa Kazım, Hürriyet Müsavat, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 2, sayfa 21, tarih 21 Ağustos 1324 – 3 Eylül 1908

17 Mardinîzâde: Ebu’l-Ulâ, Sure-i Şuara, SM. cilt 1, sayı 1, sayfa 7

18 Hüseyin Hazım, Meşveret, Beyanülhak, cilt I, sayı 1, tarih 22 Eylül 1324 – 5 Ekim 1908

19 Abdullatif, Meşrutiyet, Meşveret, Beyanülhak, cilt I, sayı 5, tarih 20 Teşrin-i evvel 1324 – 2 Kasım 1908

20 Manastırlı İsmail Hakkı, Meva’iz, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 3, sayfa 47, tarih 28 Ağustos 1324 – 10 Eylül 1908

21 Bereketzâde İsmâil Hakkı, İslam ve Usul-i Meşveret, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 3, sayfa 71, tarih 11 Eylül 1324 – 24 Eylül 1908

22 Manastırlı İsmail Hakkı, Usul-i Meşrutiyete Karşı Hüsema-yı Milletin İtirazatına Müdafa’a-i Muhikka, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 14, sayfa 209, tarih 13 Teşrinisani 1324 – 26 Kasım 1908

23 Manastırlı İsmail Hakkı, a.g.m. devamı, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 18, sayfa 275, tarih 11 Kanunievvel 1324 – 24 Aralık 1908

24 Manastırlı İsmail Hakkı, İslamiyet ve Meşrutiyet, Millet, cilt I, sayı 12, 16 Ağustos 1908

25 Mehmed Ferid, Teferruk Temeyyüz, Sıratımüstakim, cilt II, say: 29, tarih 26 Şubat 1324 – 9 Mayıs 1908

26 Meva’iz, Sıratımüstakim, cilt 2, sayı 36, sayfa 160, tarih 30 Nisan 1325 – 13 Mayıs 1909

27 Şeyhulislâm Ketebehû el-fakīr Pîrîzâde Mehmed Sâhib, Makam-ı Celil-i Meşihat-i İslamiyye’den Bil’umum Na’ib ve Müftilerle Kaffe-i Bikad-ı İslamiyye Ulema ve Meşayih-ı Kiramına Hitaben Tastir ve İrsal Kılınan Beyannamedir, Sıratımüstakim, cilt 2, sayı 51, sayfa 385, tarih 13 Ağustos 1325 – 26 Ağustos 1909

28 Adı geçen beyanname, sayfa 386

29 Küçük Hamdi, Makale-i Mühimme, Beyanülhak, sayı 18, sayfa 399, tarih 31 Ocak 1909

30 Fatin, Cemiyyetimiz, Beyanülhak cilt 1, sayı 1, tarih 22 Eylül 1324 – 5 Ekim 1908

31 Asker Evlatlarımıza Hitabımız, Beyanülhak, cilt 2, sayı 29, tarih 6 Nisan 1325 – 19 Nisan 1909

32 Abdüllatif Efendi, ‘Meşrutiyet, Meşveret’, Beyanül Hak, sayı 5, sayfa 82, tarih 20 Teşrin-i evvel 1324 – 2 Kasım 1908

33 Kolcalı Abdülaziz, Kur’an’ı Kerim ve Kanun-i Esasi, Der-Saadet 1326

34 Derviş Vahdeti, Kanun-i Esasi, Volkan, cilt 1, sayı 51, tarih 7 Şubat 1324 – 20 Şubat 1909

35 Manastırlı İsmail Hakkı, Mva’iz, Sıratımüstakim, cilt 1, sayı 14, sayfa 222, tarih 13 Teşrinisani 1324 – 26 Kasım 1908

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *