Amerikanizm

Amerikanizm

Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet’in İçtihat Gazetesi’nde, Amerikanizm’in ne olduğunu yüz yıl öncesinden, Avrupalı olma sevdasıyla yanıp tutuşanlara izah etmeye çalışıyor.

Yakup Döğer

Rıza Tevfik (1869- 1949) Abdullah Cevdet’in (1869-1932) İçtihat Gazetesi’nde, Amerikanizm’in ne olduğunu yüz yıl öncesinden, Avrupalı olma sevdasıyla yanıp tutuşanlara izah etmeye çalışıyor. Öyle tanımlıyor ki, Rıza Tevfik’in yüz yıl önce dile getirdiği birçok malumatı bugünün aydın ve entelektüelleri dahi kavrayabilmiş değildir. Avrupa’nın aslında bir Amerikan yaşam tarzının taklitçisi olduğunu ve Amerikanizmin nelere mal olabileceğini çok net ifadelerle anlatmaya gayret ediyor.

Rıza Tevfik’in asıl adı Ali Rıza olup babasının kaymakamlık yaptığı Edirne vilâyetine bağlı Cisr-i Mustafa Paşa’da (bugün Bulgaristan’da Svilengrad) doğdu.Çocukluk ve ilk gençlik yılları ailenin göç ettiği Gelibolu’da geçti. Bir hocasının tavsiyesiyle Tıbbiyye-i Mülkiyye’ye girdi. Buradaki öğrenimi sırasında zaman zaman yine bazı öğrenci olaylarına karıştı, bu yüzden birkaç defa hapse atıldı. 1895’te Kız Öğretmen Okulu müdiresi Ayşe Sıdıka Hanım ile evlendirildi. Tıbbiye’nin son sınıfında iken II. Abdülhamid’in iradesiyle, 1897 Türk-Yunan Muharebesi’nde yaralı askerleri Manastır’dan İstanbul’a nakleden seyyar bir hastahanede stajyer doktor olarak çalıştı. (DİA)

1918’de Ahmed Tevfik Paşa kabinesinde Maarif nâzırı olarak politikaya döndü; aynı zamanda İstanbul Dârül Fünun’unda felsefe ve estetik dersleri veriyordu. Damat Ferid Paşa kabinesinde iki defa Şûrâ-yı Devlet reisliği yaptı (1919-1920) gazetelerde edebiyat, sanat ve estetikle ilgili yazılar yayımladı. 30 Aralık 1949’da vefat etti ve Zincirlikuyu’daki Asrî Mezarlığa defnedildi. (DİA)

Rıza Tevfik, Almanya’nın önemli Profesörlerinden Dubois Reymond’un 1877 yılında verdiği konferanslarla bir meseleye dikkat çekmek istediğini söyler. Profesörün dikkat çektiği mesele, bilimsel ilerlemeler ve sanayinin gelişmesidir. Miladi ondokuzuncu asır, bilimsel alanlarda ilerleme ve sanayinin gelişmesi bakımından diğer asırlara hiç benzemeyen bir mahiyete sahiptir. Geçmiş asırlara bakıldığında bu yeni asırda, büsbütün ve diğerlerinden çok farklı yeni bir medeniyet başlamıştır. Öyle bir medeniyet ki geçmişlere hiç benzemez.

Profesör, bu adi hakikate dikkatleri çekmekle başka şeyler de göstermek istemektedir. İnsanı dehşete düşüren bu sanayi alanındaki gelişmenin, hayatın felsefesine, dolayısıyla ahlak ve muamelata fena bir tesirinin olduğunu kendisi görüyor ve herkese de göstermek istiyordu. Amerikalılar, sanayinin bu gelişmesi karşısındaki ahlaki yozlaşmalarını her yerden önce kendileri göstermişti. Amerikanizm tabiri ortaya çıkmıştır.

Amerikanizm tabiri, bir tarzı tasavvura, başka bir türlü ameli yaşayışa ve büsbütün yeni bir felsefeye sahip olmuş ve aynı sebepler, aynı mecburiyetlerle medeni dünyanın her tarafında, aynı halet-i ruhiye ile inkişaf etmeye başlamıştı. Alman profesör bu felsefede, medeniyet-i hakikiye hesabına bir eksiklik, hatta ciddi bir tehlike görmüş olduğu için, onu bir mesele yapıp ortaya atmıştı.

Rıza Tevfik, Alman profesörün dikkatini çeken böyle ahlaki ve felsefi değişimin, bizim memleketimizde de kendisini göstermeye başladığını, bu değişim ve dönüşümün eserlerinin ortaya çıkmakta olduğunu ifade eder. Fakat kendisini göstermeye başlayan değişimin bu eserleri, sanayi ve mekanik alandaki gelişmelerden dolayı değildir. Bu değişimin en önemli eseri, maişet darlığı, hayat endişesi olarak kendisini göstermektedir.

Rıza Tevfik, dönüşümün en önemli eseri olan bu geçim sıkıntısı meselesini anlatmak ister. O’na göre, kavgalar, muharebeler -her ne sebeple olursa olsun- geçim sıkıntısı ve hırs-ı menfaat yüzünden meydana gelir. Sürekli kavgalar, muharebeler ahlakı bozar. Bunda bütün araştırmacılar ve mütefekkirler hemfikirdir. İnsan tek başına da olsa veya bir millet olarak kavgaya girişirse, işini gücünü takip edemez, elindeki avucundakini sarf eder ve kaybeder. İşte hayat o zaman büsbütün zorlaşır. Hayat kavgasında rekabet olanca şiddetiyle hüküm sürmeye başlar. O vakit gönüllerde eski merhamet tutunamaz. Herkes kendi nefsi için yaşamaya başlar. Eskilerin dediği gibi, “vay mağlubun başına”. Bizde de darbı mesel açıktır. “Altta kalanın canı çıksın” deriz. Fırtına hızlandı mı gemisini kurtaran kaptandır.

Aslında bu kavgalar, çekişmeler, işin zahiri yönünü göstermektedir. Asıl hakikat bu kavgalar sürerken, insanın neyi kaybettiğini görememesidir. Zira bu tür mücadele, aynı zamanda hayat endişesini de ortaya çıkarmaktadır. Şurası muhakkaktır ki, insan bir şeyler kazanır iken, mutlaka başka şeyler kaybeder. Neyi kazandığına ve neyi kaybettiğine iyi bakmalıdır.

Rıza Tevfik, bilimde ve sanayide yaşanan bu kadar muazzam gelişmelerin nasıl olur da geçim sıkıntısı denen bir meseleyi ortaya çıkardığını da sorar. Aslında tam tersi olması gerekmez mi? Lakin iş öyle değildir. Çünkü bu yeni medeniyetin tabiatı da değişiktir. Kendisine has gerekleri, kendisine has zaruri ihtiyaçları, kendisine has tüketim anlayışı vardır. İşte bu gibi sebeplerden dolayı insandan daha büyük kudret, daha büyük fedakârlık, daha uzun ve şedit bir gayret ister. Hem de yapması gereken fedakârlığı bil hassa ahlaktan, insaniyetten istemekten zevk alır gibi yapar. Bunun yanında şahsi hayata daha çok engeller çıkarır.

Rıza Tevfik, Ortaçağın sona ermesi ve sonraki gelişmelere de değinir. Ortaçağı sonlandıran birçok sebep vardır ve bunların sonucunda ortaya çıkan en önemli gelişme idare şeklinin demokrasiye dönüşmesidir. Bununla birlikte, demokrasinin insan haklarına dair iddialarını diler getirir iken, aksi bir neticeye varacağını kim düşünebilirdi? Eski aristokrasiden on kere müthiş, zalim ve hele ahlaksız varlıklı egemenler, kendi sinesinde doğup gelecektir. Ve onların hükmü altında yeniden bir kast rejimi teşkil edecektir. Buna rağmen demokrasilerde herkes için yol açıktır.

Fakat o öyle bir yol ki onu geçip öbür ucundaki menzile varabilmek için, insan şeytan olmalı, ejder olmalı! İnsan değil! İşte bu sebepledir ki Frenkler, bu manaya işaretle, “Birçok istem ve birkaç seçilmiş olan” diyerek bunun düsturunu vermişlerdir. O alçak izzet ve nimete çağrıda bulunanlar pek çok, lakin kabul olunanlar pek az. İşte bu yerden sonra Amerikanizm felsefesi başlıyor.

Rıza Tevfik toplum tahlilide yapar. Dünyada bir sürü adamlar var ki çeşitli vasıta ve araçlardan mahrum olmak talihsizliğinin kurbanıdırlar. Bahtiyar olanların pek çoğundan daha kabiliyetsiz doğmamış oldukları halde, vasıtalardan ve araçlardan mahrum olmaları, kimsesizlik sebebiyle sefalet-i hayat, belki de sefaletle ölüme mahkûmdurlar. Zira zamanımız medeniyetinin gerektirdiği şartlar, bir adamı yalnız kendine özgü fıtri mücadelesiyle hayat kavgasında emsaliyle rekabet etmesine manidir. Az çok donanımlı olmalı veya kendisinde harika denecek derecede becerileri olmalı.

Yeni medeniyetin getirdiği hayat kavgasında bir adamın başarılı olabilmesi için, dahi doğmuş, soğuktan sıcaktan, yoksulluktan hastalıktan etkilenmeyecek bir yapıya sahip olması gerekmektedir.  Zira hastalık, yoksulluk rekabete en ziyade mani olan zayıflığın sebeplerindendir. İşte güzel ahlak sahibi olmakta böyledir. Merhamet, dostluğa riayet, insaniyete dair bütün bu hasletler, can pazarına girişenler için zafere ve galibiyete giden yolda engeldir.

Bu durumda, merhametten, insanlıktan, dostluktan nasibi olmayan, kesesi boş, midesi boş fakat zihni hırs ile dolu acar adamların yapacağı iş ortaya çıkar. Cihan onlar nazarında geniş bir harp meydanıdır. Vur vuranın, kır kıranın gider. Hiçbir malumatları yoktur. Fakat malumat ile insan olsa olsa ancak hoca olur. Hocalık dahi çok para getirir bir şey değildir. Hem öğrenmeye vakit yok! O vaktinde gerekti. Asıl muvaffakiyeti temin eden şey ilim değil. Olsa bile, o kitaplarda yazılı olan ilimler değil.  Şimdi bilinmesi gereken insanların zayıf noktaları, manevi durumları, zaaflarıdır. Bir de nabza göre şerbet vermeyi bilmek gerekmektedir. Ahlak ise hiç lazım değildir.

Yeni medeniyetin bu hayat kavgasında ahlak gerekli olsa bile, kitaplarda yazan, nasihatlerde bahsedilen ahlak lazım değil. Zira kitaplarda bahsedilen ahlakı söyleyenler bile tutmuyor. Tutmaya cesaret etselerdi, açlıktan ölmeye kendi kendilerini mahkûm eylerlerdi.

Rıza Tevfik, Amerikanizmin insanın dünyevi zaaflarına seslendiğini ifade etmeye çalışmaktadır. Amerikanizmde maksat paradır. Bütün araç gereçlerin, vasıtaların, başarılı olmanın temsili olan bu maden dünyaya hakimdir. Dostluk, insaniyet, merhamet, ahlak; ne varsa hepsi bir kenara bırakılıp para kazanmaya bakmalı. Ama nasıl? Nasıl olursa olsun! Hedef arzular istekler ise, nasıl olacağının mahiyetine bakılmaz. Zaten hayat da çok kısadır. Bu sebepten vakit kaybetmeye gerek yoktur. İşte Amerikanizmin ruhu, kısaca izah edilecek olursa budur. Avrupa’nın saldırganlığı da bu ruhtan hayat bulmaktadır.

Müellif Rıza Tevfik, Amerikalı bir bilim adamının bu yaşam tarzına karşı düşüncelerine de yer verir. Bu hayat tarzında şarlatanlık önemlidir. Lakin şarlatan olmak için çok nadir hasletlere sahip olmak gerekir. Beşer ruhuna derinlemesine vukuf ister. Ondan sonra pek büyük bir hüner ve beceri ister. Şarlatan reklam yapabilmelidir. Amerikanizm işte budur.

Alman profesör, bu yaşam felsefesinin Avrupa’da da aynı sebepler dolayısıyla yer edinmeye başladığını ve insani duyguları öldürmekte olduğunu his etmiştir. Bunun için daha insancıl bir hayatın zaruretine işaret etmektedir. Eğer bu yaşam felsefesinin önüne geçecek ve ahlaki bozulmayı engelleyecek çabalar gösterilmez ise, insanlığın felakete sürükleneceğini aşikârdır.

Rıza Tevfik kendi memleketine döner ve sorar: “Bizim memleketimizde de böyle bir hal veya ihtimal var mıdır? Bilemem. Fakat emarelerini görüyorum” diye yanıtlar. Görülmeye başlanan bu emareler ileriye dönük büyük tehlike arz etmektedir. Buna bir hal çaresi bulunmalıdır. Memleketimizde iş yok, geçim sıkıntısı çok. Yetişmiş adam bulunmuyor. Eğer geçim sıkıntısı, hayat kaygısı böyle devam ederse, korkulur ki, toplumsal bozulma buralarda da kalmayacak.

Bu halisane mülahazalar ve endişeler meseleyi ciddiyetle ele alanlar için değildir. Yapılan bu uyarılar, reklamlarla gazetelerini doldurup içini boş bırakanlaradır.

Rıza Tevfik bu satırları yüz yıldan fazla bir zaman öncesinde kaleme almıştır. O vakitler emarelerini görmeye başladığı ahlaki ve insani bozulmanın, zaman içerisinde nerelere geldiğini şimdi bizler bizzat yaşayarak görmekteyiz. Şu yaşadığımız memlekette, fert ve toplum olarak, ahlaki ve insani bozulma hususunda daha nereye gidilebilir ki?

Siyasi, hukuki, iktisadi, içtimai, kültürel, eğitimsel olarak değerlendirme yapıldığında Müslüman memlekette Amerikanizmin kök saldığını görmek için malumat sahibi olmaya gerek yok sanırım. Fakat ve ne yazık ki, başlangıçta gerekli hatta zaruri tepkiyi gösterme becerisine sahip olamayan Müslümanlar, her yanımızın fesatla kuşatıldığı günümüzde de bu beceriyi göstermekten çok uzaklar. Yavaş yavaş Müslüman memleketlerine akmaya başlayan fitne ve fesadın önüne, Müslümanların kendi aralarındaki tefrikalardan, husumetlerden, ferasetten ve basiretten uzak oluşlarından dolayı geçilememiştir. Ve ne yazık ki, denizin bittiği ve karaya çarpacağımız şu vakti zamanımızda da aynı sorunla yüz yüzeyiz.

Makale kaynağı: Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Amerikanizm, İctihad Gazetesi, cilt: IV, sayı: 100, sayfa: 2247-2251, tarih 03 Nisan 1330 – 16 Nisan 1914

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *