İttihat Terakki’den AKP’ye İslam Ortak Paydası

İttihat Terakki’den AKP’ye İslam Ortak Paydası

İnsanlık tarihi boyunca kurulan devletler, iktidarlar, saltanatlar, krallıklar, gerek tek adam rejimleri gerekse meclisli yapılar, her zaman dine yaslanarak toplumların gözünde meşruluk aramıştır…

Yakup Döğer

Şüphesiz ki din, dünyevi iktidarlar için vazgeçilmez bir meşrulaştırma aracı olarak tarihin her döneminde önemini korumuştur. Gerek Batı toplumları, gerekse Doğu toplumları açısından bu hakikatin varlığı inkâr edilemez. İnsanlık tarihi boyunca kurulan devletler, iktidarlar, saltanatlar, krallıklar, gerek tek adam rejimleri gerekse meclisli yapılar, her zaman dine yaslanarak toplumların gözünde meşruluk aramıştır. Postmodern dönem politik arenasında bile Batılı politikacılar İncil’e el basarak yemin etmeyi sürdürmektedir. Oysa Batı’nın beş yüz yıllık politik hayatında ne İncil’in ne de herhangi bir kutsalın varlığından bahsedilemez.

Tanzimat’la birlikte başlayan Müslüman modernleşmesinin başlangıcından bu yana da benzer manzara kendisini göstermektedir. Bu manzaranın örgütlü bir şekilde ete kemiğe bürünür haliyle görünmeye başlaması, Batılı bir yaşam tarzını Müslüman memlekete taşımaya çalışan İttihat Terakki girişimleriyle olmuştur. Yakın tarihimizin en dikkate değer ve üzerinde hassaten durulması gereken hareket olma özelliğini İttihat ve Terakki Cemiyeti taşımaktadır.

İttihat Terakki’nin örgütlü bir yapı olarak ortaya çıkmasından önce de, din olarak İslam, ümmet olarak Müslümanlar, II. Abdülhamid tarafından İslam ortak paydasında buluşulmaya çağrılmış ve “İttihadı İslam” adı altında İslam aleminin birlikteliğini sağlama çabaları sergilenmiştir. Abdülhamid her ne kadar İslam Birliğini sağlama gayreti gösterse de, Müslüman memleketin bir Avrupa gibi olması için en çok çaba gösterenlerden biri olduğu söylenebilir.

Abdülhamid döneminde ilkokuldan üniversiteye kadar her kademede eğitim kurumları açılmış ve bu eğitim kurumlarının tamamına yakını Batılı usullerle eğitim vermiştir. Mülkiye, hukuk ve ticaret mekteplerinin yaygınlaştırılmasına öncülük etmiş ve İstanbul’da birçok yüksekokul ve ihtisas okulu açmıştır.

II. Abdülhamid, Avrupa’ya karşı direnmek için bir yandan İslam Birliği fikrinin tutması için İslam ortak paydasını sürekli gündemde tutar iken, diğer yandan da kendince bazı tedbirler almaya çalışıyordu. Bu tedbirlerin ise tamamen, direnmeye çalıştığı Avrupa merkezli yeni bir siyasi ve toplumsal oluşuma işaret ettiği söylenebilir. Bu tedbirler arasında Latin harflerinin kabulü, Miladi takvimin yürürlüğe girmesi, Batı müziğine önem verilmesi, tek kadınla evlilik gibi birçok reformu gerçekleştirmek istiyordu. Kendi çocukları Yıldız Sarayında keman ve piyano dersleri almakta, saraydaki yazlık ve kışlık tiyatrolarda İtalyan sanatçılar sanatlarını (!) icra etmekteydi.

Hem İslam ortak paydasında ümmeti toparlamak istiyor, hem de Avrupa’ya benzemek ve Avrupalı olmak için siyasi ve ekonomik alanda alabildiğine çalışıyordu. Bütün bunların yanında Abdülhamid’in dikkat çeken diğer bir yanı da, “Halife” sıfatını “Sultan” sıfatının önüne çıkarma çabasıdır. İslam Birliği emelinin gerçekleşebilmesi için, sultan sıfatından daha ziyade, Halife sıfatıyla mümkün olabileceği kanaatindedir. Zira Osmanlı Sultanı, sultan olarak Memalik-i Osmani içinde etkili olur iken, “Ümmetin Halifesi” sıfatıyla bütün Müslümanlar üzerinde nüfuz sahibi olabilirdi.

Abdülhamid bu düşünceler ve tenakuzlar arasında çabalarken, muhalif bir örgüt olarak İttihat Terakki ortaya çıktı. Bilimsel veriler ve akla göre çözümler üzerinden Batı tasavvuruna dayalı yeni bir siyasi ve içtimai düzen kurmayı hedefleyen cemiyet, on beş yıla yakın gizli açık mücadelesiyle 1908’de Abdülhamid’i devirerek bu emelini gerçekleştirmiştir. Amacı meşruti bir siyasi yapı ile adalet ve eşitliği sağlamak, halkın refah seviyesini yükseltmek, terakki için gerekli adımlar atmaktır.

İttihatçılar Abdülhamid’i devirip meşruti idareyi tesis edince büyük teveccüh kazanmış, hürriyet ve müsavat gayeleri gerçek olmuş, memlekette bayram havası esmeye başlamıştır. Tek gayeleri Kanun-i Esasi’yi tatbik etmek, kriz halindeki vatanın istiklalini ve bekasını sağlamaya çalışmak idi. Ancak çok geçmeden vaad ettiklerini yerine getirmedikleri gibi, Abdülhamid dönemini mumla aratacak bir istibdad idaresi kurdular. Bunun da ötesinde adalet ve uhuvvet sağlanamadığı gibi, memleket büyük bir asayiş sıkıntısı yaşamaya başladı. Bu manzara da İttihatçıları yeni çözüm arayışlarına itti.

İktidarları öncesi örgütlenme dönemlerinde dönemin ulemasının yardımıyla gavurluk damgasından sıyrılmaya çalışan ve bu hususta başarılı da olan İttihat Terakki, İslam’ın ve dinin kavramlarıyla kendisine meşru bir zemin oluşturdu. Fakat iktidara gelir gelmez işlediği cürümlerden dolayı asıl niyetleri ortaya çıktı. İktidara gelirken menfaatleri gereği dört elle sarıldıkları İslam’a, iktidarda durmak için de menfaatleri gereği yeniden dört elle sarılmak zorunda kaldılar. Memalik-i Osmani’yi ve Ümmeti Muhammed’i (sav) İslam ortak paydasında bir arada tutmak için çabaladılar. Her beyanatlarında, neşrettikleri her risalede İslam’a atıflar yaparak, dini kullanışlı bir hale getirdiler. Fakat sözlerinde ve beyanatlarında İslam’ı ortak payda olarak görmelerine ve müminleri İslam ortak paydasında birleşmeye davet etmelerine rağmen, İslam hiçbir zaman siyasetlerine, iktisatlarına, hukuklarına, sosyal hayatlarına, eğitimlerine karıştırılmadı.

İslam’ın ortak payda olduğuna dair zaman zaman risaleler neşrettiler. Fakat bu neşrettikleri risalelerde bile din ve dünya işini birbirinde ayırarak, din ve mezhep işini ahirete ait bir mesele olarak gördüler. Onların bu açtığı çığır, halefleri için kullanışlı bir usul haline geldi. İlk meclis açılışında İttihatçı tayfa, iktidarlarının devamı için Müslümanları İslam ortak paydasında buluşmaya çağırdı. İslam burada da vitrin süsü görevi görmekteydi.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte din olarak İslam, inanç olarak Müslümanlık ortadan kaldırılmaya çalışıldı. İstiklal mahkemeleri, idamlar, hapishaneler, sürgünler, katliamlar birbirini izledi. İslam’ın ortak payda oluşu söyleminden vaz geçildi. Fakat bu tercihin doğru bir tercih olmadığını, halkı Müslüman ülkelerde İslam’ın hesaba katılmadan hiçbir şekilde başarılı olunamayacağını devlet tecrübe ederek anladı. Tek partili politik hayattan çok partili hayata geçişin ilk seçimlerinde, İslamsız bir düzen kurmaya çalışanlar sükutu hayale uğradı.

Demokrat Parti

Çok partili hayata geçişte Adnan Menderes’in Demokrat Partisi hükümeti kurdu ve siyasi iktidar oldu. Menderes iktidara gelmesinin hemen akabinde İslam’ın bir ortak payda oluşunu göstermek için, ezanı asli okunuşuna çevirdi. Herkesin din ve ibadetlerini yapmakta özgür olduğunu, kimsenin inancından dolayı baskı ve şiddet görmeyeceğini ifade etti. Halk, Menderese ve partisine büyük teveccüh gösterdi. Ezan “Tanrı Uludur” dan, “Allah-u Ekber” e dönmüştü. Dönem itibarıyla İslam ortak paydası, ezanın aslına dönmesi olarak zuhur etti.

Lakin ezanın aslına göre okunmasını sağlayan siyasi iktidarın başkanı, mecliste hükümet programını okurken, dinin asla devlet işlerine karıştırılmayacağını, din ile devletin birbirinden ayrı şeyler olduğunu ve millete mal olmuş inkılapların titizlikle muhafaza edileceğini meclis kürsüsünden haykırıyordu. Ezanın Arapça okunmasını sağlayan Adnan Menderes, akabinde Mustafa Kemal’i Koruma Kanunu’nu da yasalaştırdı. Kimse bu meseleyi dikkate almadı. En çok konuşulan konu ise ezandı. Minarelerden “Allah en büyüktür” nidaları yankıların iken, din bir vicdan meselesi, Peygamber bir “Şahsı Manevi” olarak varlığını sürdürmeye devam etti.

Adnan Menderes’in iktidara gelmesiyle birlikte, dini hassasiyetleri yüksek olan halkı sevindirecek, yukarıda değinmeye çalıştığımız ezanın aslına dönmesini sağlayan kararlara imza atılması, genel olarak Müslüman camianın da Menderes’i desteklemesini sağlamıştır. Müslüman halkın teveccühünü kazanan DP iktidarı döneminde İslami hareketin bu partiye eklemlenmiş olduğu ve partiden bağımsız ciddi bir Müslümanca mücadelenin görülmediği söylenebilir.

Milli Nizam Partisi

Cumhuriyet Türkiye’sinde Müslümanların (İslamcı cenahın) siyasi anlamda kırılmasının, Milli Nizam Partisi ile birlikte başladığını söyleyebiliriz. Türkiye’de ilk İslamcı söylemi politik alanda dile getirmesiyle İslami hareketler içerisinde önemli bir yere sahip oldu. İslami kavramları ve İslam’ı ortak payda olarak en çok kullanan ve kullanışlı hale gelmesine sebep olan MNP ve lideri Erbakan, Milli Görüş hareketini de ortaya çıkardı.

İskender Paşa Cemaatinin içinden çıkıp gelen bir grup entelektüelin, cemaatin lideri Mehmed Zahid Kotku’nun talimatıyla partiyi kurması ve Erbakan’ın parti başkanı olması, İslami çevreler tarafından sevinçle karşılandı. Muhafazakârlık, milliyetçilik ve İslamcılığın birbirine eklemlenmesini bünyesinde barındıran bir parti olarak politik arenada sahneye çıktı. Meşrutiyet dönemi İslamcı cenahının özentilerini, beklentilerini, yapıp etmek istediklerini devam ettirmek arzusuyla, dönemin İslamcı söylemini içerisinde barındıran bir parti olması nedeniyle, ideolojik manada söylemler üretti. Fakat hesap etmedikleri (ya da etmek istemedikleri), yeni kurulan cumhuriyet laik bir cumhuriyetti ve Meşrutiyet dönemindeki Osmanlı değildi. Kim parti kurarsa kursun, öncelikle laik cumhuriyete sadakatlerini yeminle beyan etmek zorundaydı.

İlk çıkışlarında tamamen İslami bir literatür kullanarak, İsrail’e, ABD’ye, AB’ye, Çekiç Güç’e, emperyalizme, kapitalizme, faize, sömürüye karşı söylemler üretti. Zaman hızla geçti ve köprülerin altından çok sular aktı. Refah Partisi adıyla koalisyon hükümetlerinde iktidar olduğu dönemde ise hükümet programlarına, uluslararası stratejik anlaşmalar aynen devam edecek maddelerini koyarken, İsrail ile işbirliği anlaşmalarının mahzuru olmayacağını beyan etti. Hükümet programlarındaki bu maddeler, dönemin CHP Başkanı Baykal tarafından da aşağılayıcı bir dille eleştirildi.

İslam ve İslami söylem hiç dillerinden düşmedi. İslam, her mitinglerinde, her gösterilerinde, her nutuk atışlarında propagandalarında kullanışlı bir malzeme olarak iş gördü. Bir ortak payda oldu. İslam’ı hiç dillerinden düşürmediler. Ama hiçbir işlerinde İslam’ı belirleyici olarak görmediler, İslam’ın hiçbir hükmüne müracaat etmediler. Tam aksine; ulusal günlerde ve ulusal bayramlarda, laik devletin kurucusuna, yeminler ederek sadakatlerini beyandan geri durmadılar. Buna rağmen İslam bir vicdan meselesi görülüp, her zaman ortak payda olarak ele alındı.

Adalet ve Kalkınma Partisi

28 Şubat ardından, Milli Görüş içinden çıkan muhafazakâr bir ekip, iktidara gelerek felsefi olarak tıkanan rejime yeniden ivme kazandırdı. Belediyecilik hizmetlerinde başarılı olan şahıslar, Milli Görüş geleneğinin bütün söylemlerini, ideolojik mahiyetinden soyutlayarak sahneye çıktı. İslami söyleme dayanan mazileri, adalet, eşitlik, hukuk, insan hakları, özgürlükler, sosyal devlet anlayışı gibi ideallerine referans oldu. Partinin kurucu kadrosu, entelektüel olarak birikimli fertlerden oluşmakta, İslami alanda malumata sahip olmalarıyla birlikte, Batı kültürünü de bilmektedir. Bu sebepten yeni kurulan parti AKP, cumhuriyet tarihinde İslam’ı dünyevi emelleri için en uygun şekilde kullanabilecek kadroya sahipti.

İktidara geldiklerinde karşılarında aşılmaz bir duvar şekilde duran Kemalist rejime sadakatlerini beyan ettiler. Parti programları, Avrupalı olmak serüvenini nihayete erdirmek, siyasi ekonomik ve içtimai alanda tipik bir Batılı devlet olmak arzusuyla yazıldı. AB’ye girmek, AB’ye uyum yasalarını kanunlaştırmak için büyük çaba sarf ettiler. Milli Görüş gömleğini çıkarmışlar, dini bir parti olmadıklarını defaten deklare etmişlerdi. Fakat buna rağmen her sıkıştıklarında, İslam’ı, dinin kavramlarını hoyratça kullanmaktan geri durmadılar. Demokratik laik Kemalist devlette, devletin İslam ile hiçbir işin olmamasına rağmen, İslam’ı her zaman ortak payda olarak dile getirdiler.

Entelektüel kadrosu donanımlı olan siyasi oluşumun elemanları, Medine Vesikasını yeniden yorumlayarak, demokratik temelli çoğulcu toplum inşasına köprüler kurdular. Demokrasi ile İslam’ı, İslam ile devleti, Müslüman ile laik iktidarı barıştırma girişimlerinden geri durmadılar. Bunlarda başarılı da oldular. Bu başarılarının sebebi ise siyasetten, hukuktan, iktisattan, eğitimden, sosyal hayattan soyutladıkları İslam’ı sürekli dile getirmeleri, Müslüman halk üzerinde İslami değerler üzerinden teveccüh kazanma çabalarıdır.

Sözü çok fazla uzatmaya gerek olmadığını düşünüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Kutsallarımıza yönelik saldırılar karşısında tüm farklılıklarımızı bir tarafa bırakıp İslam ortak paydasında buluşmak hepimizin görevidir” ifadelerinin tarihi izlerine baktığımızda, laik-seküler iktidar talebinde bulunanların ve iktidarda olanların, İslam’ı her zaman kullanışlı bir malzeme olarak gördüklerini, ne zaman tıkansalar, ümmeti İslam ortak paydasında buluşmaya davet ettiklerini görmekteyiz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Abdullah
    7 Aralık 2020, 21:36

    Selamunaleykum hocam.Elinize emeğinize sağlık.Anlattıklarınız bana Hz.Adem ile iblisin kıssasını hatırlattı.İblis Hz.Adem i kandırırken;mealen "…iki melek olmayasınız diye…" cümlesini kullanıyor.Yani benim anladığım kadarıyla onların dini duygularını kullanıyor.Bu bağlamda batılın hakkı kullanması bu hadiseyle başlıyor diyebilir miyiz?Allah a emanet olun inşaallah.

    REPLY