Virüs meselesi üzerine ekranlarda sürekli yorumlar yapan entelektüel kesimin en dikkat çekici yanı, ölümün bir mukadderat oluşuna hiç değinememeleridir. Anlaşılan o ki, mikroba teslim olmamaktan öte, ölüme teslim olmamanın gayretli ruh hali ifadelere yansımaktadır.
Önemli Bir Nasihatçi Olarak: Ölüm
Modern dönem insanı genel itibarıyla yüzünü dünyaya dönmüştür. Beklentileri, arzuları, düşünceleri, elde etmek ya da başından savmak istedikleri, yarına dair yapıp-edecekleri dünyevi dairenin çizgileri içindedir. Bu sebepten ölümün kaçınılmaz olduğunu bütün insanlar ikrar etse de, ölümü hatırlamamak, akla getirmemek, gündem etmemek için her türlü yolu denerler. Modern dönem insanında ölüm kaçınılmaz sondur, fakat Allah’ın mukadderatı olarak değerlendirilmez. Toplum, ölümün uzaklığına ikna edilmiş ve insanın kendi başına hiç gelmeyecekmiş gibi kurulmuştur. Sosyologlar, psikologlar, entelektüeller, yorum ve yaklaşımlarında, ölüm üzerine değinilerde bulunduklarında, kaçınılmaz bir son olarak ele alırlar fakat ilahi kudretin mukadderatına dair yorumlara girmezler.
Modern toplumlarda, ölüm-hayat içiçeliği, ölümle hayatın bir bütünün parçalarını oluşturduğu gerçeği görmezden gelinir. Bu sebepten, ölüm hayatın dışında yer aldığı için hiçbir hesaba müdahil değildir. Ne zaman gelirse gelsin, gelen ölüm hep “zamansız ölüm” dür. Ölüm hayattan sürekli uzak tutulduğu için, her ölümün de zamansız geldiğini algılamak fertler için olağan hale gelir. Oysa zamansız ölüm mefhumunu dile getirenlerin bile, ölümün bir gün mutlaka gerçekleşeceği üzerine beyanları vardır. Fakat onların bu beyanları, ölümün bir gün kendilerini de bulabileceğine dair kanaatlerini güçlendirmeye hiçbir katkı sağlamaz.
Virüs meselesi üzerine ekranlarda sürekli yorumlar yapan entelektüel kesimin en dikkat çekici yanı, ölümün bir mukadderat oluşuna hiç değinememeleridir. Elbette gereken önlemler alınacak ve tedbir elden bırakılmayacak. Fakat konuşulması, ele alınması ve insanlığa en büyük nasihatçi olan ölümün, beklenmedik anda ve beklenmedik zamanda herkesin başına gelebileceği gerçeğine değinmemek, ölümün hiç istenmeyen son olduğunu göstermektedir. Anlaşılan o ki, mikroba teslim olmamaktan öte, ölüme teslim olmamanın gayretli ruh hali ifadelere yansımaktadır. Zira kimse ölmek istemiyor.
Modern düşüncede ölüm sürekli geciktirilmeye çalışılmıştır. Bilimsel çalışmalar, tıbbi buluşlar, sportif etkinlikler, kişisel bakımlar, sağlıklı beslenme, diyetisyenler, hiçbir rahatsızlığın olmadığı halde uzman kontrolleri, bakım setleri… Ölümün biraz daha geciktirilebileceği kanaatine hizmet etmektedir. Elbette rahatsızlıklar için gereken müdahale yapılacak, tedavi aranacak, lakin modern dünyada bunlar, doğal seyrinin dışında işlemektedir.
Geleneksel toplum yapısında ölüm daha sükûnetle karşılanır, herkes evinde çoluk-çocuğunu, konu-komşusunun yanında ölürdü. Genç ya da yaşlı, yalnız olarak tek başına kimse ölmezdi. Yanında, başucunda, evlatları, akrabaları bulunurdu. Bir bakıma ölüm kamusaldı. Modern dönemde ise artık hiç kimsenin evinde, çocuklarının, akrabalarının, eşinin-dostunun yanında ölme imkânı kalmadı. Ya bir hastane odasında, ya yoğun bakım ünitesinde, söylemek istediği son sözünü dahi söyleyemeden ölüp gidiyor.
Sanayileşmiş modern toplumlar, üretim ve tüketim üzerine kurulmuş toplumlardır. Adaletsiz üretim sürerken, ahlaktan bağımsız tüketim körüklenir. Ölümün insan hayatından ötelenmesi ve insanların ölümden habersizliğinin sağlanmaya çalışılmasının bu kurgunun gereği üzerine olduğu söylenebilir. Kapitalist ideoloji, tüketim toplumlarında üretim ve kar üzerinden varlığını sağlar. Kapitalist modern toplumlarda bireylerin ölümden haberdar olmaları, üretim ve tüketim zincirine halel getirir. Zira ölümün varlığını sürekli göz önünde bulunduran toplumların dünyevi anlamda çok iştahlı davranmaları beklenemez. Sağlık sektöründe çalışanlar dahi, ölümden bahsetmek istemezler.
Dünyevileşmiş modern toplumlarda, belli bir yaşa gelmiş olanlar bile, ölümle karşılaşmak istemezler. Kendileri istemediği gibi, çocukların da ölümü görmelerine müsaade edilmez. Artık yaşadığımız dönemde hiçbir çocuk ölü ve cenaze görmeden büyür gider. Hiç ölüm görmeyen, yetişkinlik devresine kadar cenaze ile karşılaşmayan nesiller, hayatının ileriki safhalarında hiç ölüm yokmuş, hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat düşünürler. Ölüm kendilerine çok uzak (!) olduğu için de, sınır tanımadan arzularının peşinde koşmaları kendileri için sorun olmaktan uzaktır.
İnsana ve toplumlara en fazla ölümü hatırlatan ve ölüm düşüncesini gündeme getiren hadiselerden birisi salgın hastalıklardır. Bugünlerde de yaşadığımız gibi önüne geçilemez salgınlar, devası bulunamayan hastalıklar panik havası yaratır. Çaresi olmayan, bulunamayan salgın hastalıklar, kontrol edilebilir ölüm türlerinden farklı etkiler ortaya çıkarır. Modern dünya müstekbirlerinin en büyük korkusu, kontrol edemedikleri ölümlerin kendi başlarına da gelme olasılığıdır. Tabi modern toplum insanı da bu kontrolsüz ölümlerden dolayı büyük panik havası yaşamaktan kendisini kurtaramaz. Çünkü hiç beklemediği ölümün her ana kapısını çalma ihtimaliyle yüz yüzedir. Böyle ihtimaller çıkana kadar ölümün düşünülmesi ihtimal dışıdır.
Ölümün hiç düşünülmemesi ya da çok az düşünülmesi özellikle yaşadığımız zaman diliminde çok daha belirgindir. Hayatın akışı, iş alanları, eğitim, sosyal etkinlikler, refah seviyesine dönük lüks hayat, istek ve arzular, her şeyin yenisini ve iyisini almak hevesi, genç ve sağlıklı yaşama verilen aşırı önem ölümün istikrarlı şekilde akılda tutulmasının önüne geçmiştir. Ölümden korkmak ve hiç akla getirmemek gayretinin altında modernite ile birlikte ortaya çıkan bireyselleşme ve yalnız yaşama tercihidir. Bireyselleşme, insanlarla birlikte yaşamak kültüründen kopmayı beraberinde getirdiği için, yalnızlaşan birey, ölümden mümkün olduğunca uzak kalmayı düşünmektedir. İnsanları bireyselliğe iten yeni yaşam tarzı, bireyin kimseye ihtiyacının olmadığı duygusunu beslemektedir.
Modern birey hayatını hiç ölmeyecekmiş gibi davranmakla geçirir. Bu tavrı onun günlük yaşamının bütünüyle kuşatır. Dili, davranışları, ilişkileri, tercihleri ölümün üzerini örtmeye yöneliktir. Öyle ki, ölüm sanki utanç verici bir sonmuş gibi düşünülür. Yetmişini aşmış birisinin malikâneler yaptırması, yazlıklar-kışlıklar edinmesi, evinin en ince ayrıntısına kadar mükemmel olmasına dikkat etmesi, hiç ölmeyecek gibi yaşama gayretinin en önemli göstergelerindendir. İlerlemiş yaşına rağmen çok uzun soluklu dünyevi hesaplar yapması, makamına, mevkiine, servetine aşırı düşkün olması, sürekli biriktirmeye çaba göstermesi, ölüme olan uzaklığının başka bir belirtisidir.
Modern toplumlarda kurulan yeni yerleşim alanları, binlerce konutluk ve içinde her türlü dünyevi arzuları tatmin edecek sitelerin hiçbirisinde mezarlık için ayrılmış alanlar bulunmaz. Mezarlıklar insanoğluna ölümü hatırlatan en önemli mekânlardır. Fani mekândan baki mekâna geçişi insanoğlunun gözünün içine sokar. Bu ise kapitalist ideolojiye ve modern yaşama tarzına aykırılık gösterir. Ölümü hatırlayan insan, tüketim nesnesi olmaktan uzaklaşabilir.
Allah-u Teâlâ, her canlının bir gün öleceğini sonrada hesaba çekileceğini söylemiştir ve bunu da herkes bilmektedir. Fakat buna rağmen bilen-bilmeyen her insanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi hayat sürmektedir. Dünyanın bugünlerde yaşadığı salgın hastalık musibeti, bu ilahi beyanı unutanlara hatırlatmaktadır. Ölümü hatırlayıp, ölmeden önce Rabbine dönenlere selam olsun. Yüce Rabbimizden niyazımız başımıza musallat olan bu salgın hastalıktan bizleri muhafaza etmesidir. Yüce Rabbimizden, bu hastalık vesilesiyle ıslah olacaklara hidayet vermesini, ıslah olmayacak azgın müstekbirleri, emperyalistleri de bu hastalıkla helak etmesini niyaz ederiz.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *