İp Gergin, Cambaz da

İp Gergin, Cambaz da

İnsan, bir tek kendini bulamıyor, sadece ardında bıraktığı izi sürüyor. Kendi bıraktığı, daha evvelinde başka bir hal ile yol alırken ardında bıraktığı izi sürüyor. O izi sürerken ardında yeni bir iz bırakıyor kendine, kendini ararken sürebilsin ama bulamasın diye.

M. Akif Coşkun

Bir kovalamaca oyunu gibi kendi kendisini kovalıyor. Kovaladıkça kaçan bir ateşböceği gibi. İyi de oluyor böyle. Zaten başka türlü olması da bu dünya hayatının doğasında mümkün değildir. İnsan ne zamanki kendini yakalar o zaman o ışık söner. Tüm eksiği ile, tüm hatası, günahı ve sevabıyla bu kovalamaca bu arayış son bulur.

İnsan kendini bulamıyor bir tek. Bunun ilahi bir sebebe mebni olduğunu bilmezse yahut bir an olsun unutursa kendini bulamamanın türlü faturalarını bazen kendine bazen içinde bulunduğu zamana, bazen de çevresine kesmeye kalkıyor. Sabırsızlanıyor haliyle, öfkeleniyor sonra. Türlü soruları sorun haline getiriyor, vesair vesairun vesairatun.

Kendi halimin melalini, insan başlığı altında toplayıp genelleştirmeyi ne de çok seviyorum görüyorsunuz. İnsan derken hep kendimden bahsettiğimi ifşa etmiş mi oluyorum böylece? Ne yani elimde bir fotoğraf makinesiyle durmadan bir şeyleri kadrajlayıp ardından okumalar yapan yahut yaptığını sanan -hayır hayır yaptığımı sanmıyorum, bilakis yaptığıma inanıyorum. Siz öyle sanabilirsiniz, önemi yok ve bunun benim inancıma tesiri de yok- bir laf cambazı mıyım ben? Mesela az önce evin balkonundan, sağı ve solu mahallenin binaları tarafından kırpılmış Erciyes’in güzel (evet buna rağmen yine de güzel) bir suretiyle karşılaştım. Fotoğrafçı refleksiyle hemen çantamdaki makineye davranıp bu güzel manzarayı fotoğraflamayı düşündüm. Birkaç dakika bu sancıyla kıvrandıktan sonra vazgeçtim. Manzaranın bana o anki nüfuzunu bölmek istemedim. Uzunca seyre koyuldum. Seyrettikçe seyreldim. Seyreldikçe seyir ettim. Aslında manzara değildi bana nüfuz eden, tersine ben ona nüfuz ediyordum ve o da bana kendindeki beni resmediyordu. Ya da, yani ya da bunların hepsi laf ebeliği, yani bu güzel manzarayı fotoğraflamayışımın tüm bu anlattıklarımla hiçbir alakası yoktu. Ya da, yani makinemi kim diğer odadan gidip alacak ayarları tazeleyip çekecek. Yani ya da çok düşengeçtim uğraşmak istemedim hepsi bu. Yukarıda az biraz felsefesini yaptığım –ki bence güzel de oldu aslında– cümlelerimin tüm büyüsünü bozmuş oluyorum böylece. Siz yine de keyfinize göre birini tercih edin. Hangisini daha keyifli buluyorsanız onu tercih edin.

Hangi sanatla hemhal olursanız olun, ilk merhalesinde ortaya çıkan eserler her zaman nicelik olarak daha fazladır. Öyle olması da icap eder çünkü eser kendi tekamülüne erişebilmesi için niteliğine bakılmaksızın sürekli etüt edilmek ister. Böylece bir üst merhaleye geçilir. Artık yavaş yavaş kemale eren sanatkarlık, ortaya çıkardığı eserlerin sayısını azaltır ve niteliğe yoğunlaşır. Her eser, ardına daima bir kusur bırakır. Hiçbir zaman mutlak anlamda tamam olmaz. Sanatçı kendi eserindeki bu kusuru bulup üzerinde tefekkür ederek geçirir zamanını ve bir sonraki eserine hazırlanır. Yani bir sonraki eserinde bulacağı kusur üzerinde tefekkür etmeye hazırlanır. Artık ilk merhaledeki gibi çokça eser çıkarmaz ortaya, bundan da rahatsızlık duymaz. Neyi niçin yapması gerektiğinin bilincindedir, yani öyle olması gerekir. Ya da, hadi bunun da büyüsünü bozalım, ya da artık yorulmuş, usanmış ve miskinleşmiştir. Tercih sizin.

Sürekli diyordum, elimde bir fotoğraf makinesiyle diyordum bir laf cambazı mıyım diyordum. Cambazlara karşı da özel bir ilgim var yeri gelmişken, yeri falan geldiği yok da işte cambaz deyince aklıma geldi söylemeden geçmek istemedim. İlginç bir maharettir cambazlık. İp ne kadar gerginse cambaz da o kadar gergin olur. Hatta şiirini bile yazmıştım; İp gergin/Cambaz da (şiir bu kadar). İpin gergin olması haliyle cambazın gergin olma hali aynı nispettedir. İp ne kadar gergin olursa cambazın hata payı da o kadar sıfır olmak zorundadır. Cambaz yapacağı hataları ipin esnekliğine dağıtarak ilerler. Cambazın hatalarıyla bezenmiştir ip. O nedenle ipe un serilmez!

Laf cambazı değilim ama siz beni öyle tanımlayabilirsiniz. Kendi halimin melalinden yola çıkarak insan’ı başlıklamaya çalıştığımı itiraf ediyorum. Hepimiz de öyle yapmıyor muyuz zaten. Bir vesvese beni en olmaz anımda yakalamış ve kendimi bulabileceğime bir an olsun inanmaya başlamıştım. Ve hatta dünyanın bu korkunç gidişatına bazen umutsuz gözlerle bakarken, kendi gidişatımın sebebini de kendimi bulamıyor oluşuma bağlamıştım. Düzelmiyor, düzelmeyecek diyordum. Bir kıyamet paklar ancak bu dünyayı, dünyamın ancak bir kıyamet hakkından gelir. Kanser hücrelerinin her tarafı kuşattığı bedenin ölümü kaçınılmazdır. Dünyanın halini buna benzetiyordum, kıyametin bizi pâk etmesini dileyerek.

Ancak bir şey oldu. Tüm algılarımı alt üst eden, bir üçüncü sayfada ufak puntolarla yazılmış ufak bir habere rastladım. Tıp dünyasında çığır açan bir gelişmeyi duyuruyordu haber. Kanser hastalığına bulunan yeni tedavi, üçüncü evre kanser hastalarında büyük oranda iyileşmesini sağlıyormuş. Vücudun her tarafına yayılan kanser hücrelerini dahi yok eden bir tedavi yönteminden bahsediyordu haber. Tıp dünyasının ne tür bir mafya ağı olduğu hepimizce aşikar, ben mevzunun orasında değildim. Fakat bu haber benim algılarımın öylesine altını üstüne getirmişti ki uzun süredir içimi kavuran bu vesveseden kurtulmama vesile olmuştu.

İnsan bir tek kendini bulamıyor. İnsan bir tek kendini bulmamalı. İnsan kendini bulmak gibi bir hülyadan kurtulmalı. Evet bunları söylüyoruz, tespitliyoruz, biz tespitlemede çok hünerliyiz evet. Ama yetmiyor. Yetmedi, yetiremiyoruz. Gittikçe tespitlerimizin içine gömülüp duruyoruz. İnancımızı, kendimizi oyalayacak, efsunlayacak susuz bir kuyuya zincirlenmiş bir vaziyette, olduğumuz yerde sayıyoruz. Yine de aramızdan birileri durumun vehametini kavrıyor, kahroluyor, düzeltmek için olanca gücünü seferber ediyor ama yetmiyor yetiremiyor ve artık yetirilemeyecek olduğuna inanarak kıyametin özlemini ateşliyor. Ancak milyarları aşan nüfusuyla kocaman dünyamızın üçüncü bir sayfasında ufacık görünen bir (ha)vadisinde bir haber yayılıyor tüm dünyaya. Hastalığın tüm dünyamızı kuşattığı doğrudur. Algılarımız artık bir kurtuluşun olmadığını vesveslediği doğrudur. Ama ne olursa olsun haddimize değildir kendimizi kıyamete layık görmek. Hangi evrede olursak olalım ufak bir hareket tüm dünyanın sıhhatine vesile olabilir, şayet o hareketi üçüncü sayfasından sıyırıp zihnimize manşetleyebilirsek.

İnsan bir tek kendini bulamıyor, ben bir tek kendimi bulamıyorum. İyi ki de bulamıyorum. Şu kendinibulamayışhalinde bile başıma ne işler açıyorum. Yetmiyor bu düşengeç halime bir kılıf yakıştırıyor onu da laf cambazlığıyla üzerimden atmaya kalkıyorum. Allah’tan ip o kadar gergin değil de biraz olsun esniyorum.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *