Bu Dağlara İhanet Edilmez

Bu Dağlara İhanet Edilmez

Kendimizi kaybetmenin zirvesini yaşıyoruz. Cinnet halinin zirvesini. Ancak yine de umutsuz değilim. Çünkü biliyorum. Çünkü inanıyorum. Bir uçurum kenarında önümdeki dağların ihtişamını seyrederken Allah’ın o ayetleri yankılanıyor zihnimde. Önümde sıra sıra dizilmiş dağlara haykırmak istiyorum, yemin olsun, Allah insanı en güzel şekilde yarattı. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdi.

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu

Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun

yüzündeki gülücüğüne
gözlerinin enkazını örten çocuk
yeryüzü neden bu kadar yüzsüz
vallahi bilmiyorum

Bize aradığımızı buldurduktan sonra biz kendimizi kaybettik. Bakmayın öyle dediğime, aradığımızın o olduğuna bize inandırıp arayış yolculuğumuza son verdik. Yolculuğumuz akamete uğradı ve biz kendimizi kaybettik. Oysa bu dünyada arayışın sonu yoktu. Daimi bir arayış haliydi dünya hayatı ve bu daimi arayışla ancak yolumuzu bulabilirdik. Bir yolunu bulmak, yolculuğun nihayet bulması değildi. Sürekli bir yoldan sapmaya meyyal halimizin farkındalığı ile kendimize tekrar bir çeki düzen verip sapmamızın nerede başladığını sorgulayıp tekrar istikametimizi gösteren yola evrilme arayışıydı “bir yolunu bulmak”. Arayış yolcusu olan insan aldanır, aldatılır, tökezler, düşer, yara alır, sakatlanır ve hatta aldatır da, düşürür de, yaralar da, sakatlar da. İnsan bu, tüm bu kıvrımlı yollarda yaratılış vasıflarını ayan eder, ama kendini kaybetmezdi. Kendimizi kaybetmek demek tüm bu yaratılış vasıflarından sıyrılmış olmak demektir. İnsanın insanlıktan çıkma halidir kendini kaybetmek. Kendini kaybeden insandan korkmalı. Kendini kaybeden insan bir cinnet halindedir. Bu hal içinde olana sarf edilecek söz ve gayret beyhudedir. Bir şekilde bir vesileyle sakinleşirse bir eşref saatine denk gelinirse o ufacık çentikten bir şeyler sızarsa içerisine belki o zaman kendini kaybettiğinin farkına varabilir. Bu o kadar karmaşık bir durumdur ki ne zaman ve nerede olacağının hesabı yoktur. Dünya hali işte, tüm bu gizemliliği ile kendi içinde bizi yoğurmaya devam etmekte ve biz kendimizi kaybetmenin zirvesini yaşamaktayız.

söküklüysem neden bir sökük düşmüyor bendime
yarılandıysam neden başka yarımlara göz koymuyorum
yarıladım bir şiirin yuvasından yarım bir lokma ile
yarım uykuluysam neden bir yarım ayıkla kalmıyorum

Büyük boşluklu cümleler biriktirdim yine zihnimde. Kayıp kelimeler var ve ben bu kayıplarımı ne zaman ve nerede bulacağımı bilmeden zihnimi kamburlayan cümlelerimle yolculuğuma devam ederken yeni boşluklu cümlelerle daha da kamburluyorum sanki zihnimi. Cümlelerimi bilerek uzun tutuyorum, ara verirsem, bir noktayla bölersem yine cümlelerimin arası boşluklanacak kaygısı yaşıyorum. Yitik kelimelerin peşine düşmenin ne tür bir eziyet olduğunu düşünmek artık bir zuldür bana. Bunun farkındayım ama yine de bu eziyetin yorgunluğu karşısında utanıyorum. Zihnimdeki boşluklu cümlelerime rağmen susmak istiyorum. Herkesin konuştuğu şu zamanda kendi işgal edilmişliğimizi düşünürek susmak istiyorum. Herkes sussun istiyorum. Tüm dünya sessizliğe boğulsun. Herkes artık kendi bireysel dünyasında yaşadığı eziyetleri tek bir kıstasla tartsın ve utansın ve sussun. Bırakalım da biraz halimiz dile gelsin. Biraz bakışlarımız dile gelsin. Kulaklarımı sağır edici bu dil gürültüsünden öylesine kaçmak istiyorum. Kendimi bir dağın eteğine vurup zihnimdeki boşluklu kelimelerimi vadinin her bir yanına savuşturmak ve o boşlukları toprakla doldurmak. Toprak kokusu sinsin kelimelerimin boşluklarına. Toprak kokusu hatırlatsın bize ne kadar yüssüzleştiğimizi. Toprak kokusu göstersin dağların kendimizi kaybetmenin zirvesi karşısında ne kadar mütevazileştiğini. Toprak hatırlatsın, dağlar yolculuğa davet çıkarsın.

günahı olmadan yaşayamaz insan
tevbesi olmadan yaşayacağını sanır

Ben yine de yazılarımı düzlemenin ve yürümelerimi yanlamanın derdindeyim. Düz yazıp yan yürümeliyim. Toparlıyorum kendimi. Yeni yolların sarplarında dağ rüzgarının esintileriyle nefesleniyorum. Zihnimde boşluklu cümleler kamburu. Nefesleniyorum. Neden anlamıyoruz? Nefesleniyorum. Neden anlaşılmıyoruz? Nefesleniyorum. Neden anlaşamıyoruz? Nefesleniyorum. Neden anlayışlayamıyoruz? Nefesimi her tazelemede yeni bir soruyla sorgulanıyorum? Hepimizin bu sorulara mutlaka cevabı vardır biliyorum. Benim de bir cevabım var bu sorulara. Onca bilgi birikimi, onca tecrübe, onca marifet, onca tedrisat ile kitap hacminde cevaplarımız var da neden bu dikiş tutmaz, neden bu uçurum büyür, neden kendimizi kaybetmek durmadan zirvelenir? Onca cevabımıza karşın neden her yerimiz işgal altında? Nefesleniyorum. Bu dağlar bana bir şeyleri hatırlatıyor. Ve sadece bu dağlarda hatırlıyorum. Nasıllığını ve nedenliğini bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Bazı şeyler gizemini korumalı. İnsan eli değmemeli. Çok deşeliyoruz, çok karıştırıyoruz, çok bulanıklaştırıyoruz.

yüzü kentliler ellerini oğuşturur kitaplarımda
bir kelime düşecektir evet düşecektir
bir harf ondan ötekine
bir nokta belki
dilime
.

Dağlar bana bir şeyleri hatırlatıyor; İnsan kalabalığının yoğun olduğu şehrimin meydanında bir dostu bekliyorum. Bekleyişimi önümde bir sel gibi akan kalabalığı seyrederek dolduruyorum. Türlü suretler geçiyor önümden. Her birine ayrı bir hikaye yakıştırıyorum. Kimi rahatsız ediyor, kimi hüzne boğuyor, kimi acıtıyor. Yüzünde birikmiş ümitsizliği ile bir anne ve onun koluna tutunmuş gamsız haliyle genç bir kız evladı geçiyor önümden. Onların hikayelerinde hiçbir zaman hiçbir yerim olmayacak düşüncesi içimi acıtıyor. Önümden akıp giderken beni farketmiyorlar ama ben, onların yüzündeki amansız cedeli o kısa bir an içinde okuyan ben hiçbir şey yapamıyorum. Sadece seyrediyorum. Sadece okuyorum. Ben onların içinde yaşıyorum. Onlarla beraber yaşıyorum ama aynı zamanda onların çok uzağındayım. Tüm bu suretleri okuyacak kadar yakınında olup, okuduklarına dokunamayacak kadar uzağında olmak kadar utanç verici olan nedir? Tüm bildiklerimi, tüm gerçeklerimi önüme yığıp tepelemek geçiyor aklımdan. Şimdi bu dağların önünde nefeslenirken bu hatırladıklarımla ben ne yapmalıyım? Her birini kolundan tutup dağların yolcusu kılacak imkanım olsaydı ah. Ben anlatamam, benim boşluklarımı cümleler işgal etmiş durumda. Ben anlatamam, ben susmalıyım. Ama karşı koymadan gelmelisin benimle. Bu dağların söyleyecekleri var sana. Bu dağların sana hatırlatacağı unutmuşların var. Gelmelisin benimle. Kendini aramaklar yolculuğuna çıkabilmen için kendine gelmelisin.

her neyim varsa, gibi düşüyor uzağıma
ve her neyim kayıpsa sarihleşiyor bana(1)

Kendimizi kaybetmenin zirvesini yaşıyoruz. Cinnet halinin zirvesini. Ancak yine de umutsuz değilim. Çünkü biliyorum. Çünkü inanıyorum. Bir uçurum kenarında önümdeki dağların ihtişamını seyrederken Allah’ın o ayetleri yankılanıyor zihnimde. Önümde sıra sıra dizilmiş dağlara haykırmak istiyorum, yemin olsun, Allah insanı en güzel şekilde yarattı. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdi.(2)

Her ne kadar kendimizi kaybetmenin zirvesini yaşıyor olsak da yine de umutsuzluğu yakıştıramıyorum kendime. Üzerinde tüm bu kir, pas ve yarayla insan yine de kendini aramanın yolculuğuna çıkaracak donanıma sahip olduğunu biliyorum. Ve biliyorum, kendimizi aramanın yolculuğu dağlardan geçer. Onların hatırlattıklarıyla dağsız yollarda bir dağ gibi uyarıcı ve uyandırıcı olabiliriz, biliyorum.

Boşluklu cümlelerimin kamburuyla yoluma devam ediyorum şimdi. O kambur, evet hala rahatsız ediyor beni. Ama aldırmamaya çalışıyorum. Her boşluğu dolduracak kuvvette olmadığımı kabullenerek yoluma devam ediyorum. O boşluklar, cümlelerimi kesreden o dipsiz boşlukar içimde gittikçe büyüyen bir gazze olsun diye dua ediyorum.

1  Goethe-Faust adlı tragedyası, ithaf bölümünün son iki mısrası. Tercüme: M.Akif Coşkun
2  Tin Suresi

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *