Güzeli görmek güzel görünmektir

Güzeli görmek güzel görünmektir

Çıkın dışarı dostlarım, havanın kesifliğine aldanmadan çıkın. Gözünüze ve gönlünüze çarpan her neyse onunla kısa da olsa selamlaşın. Bir yabancı gibi uzakta durmayın. Zihninizdeki tüm yargılarınızı bir kenara koyun onlarla selamlaşırken. Selamlaşmanın ön koşuludur yargılardan arınmak…

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-17
(Fotoğraflar ve yazı: Mehmet Akif Coşkun)

Şiddeti her geçen gün daha da artan ve kendimize dahi itiraf etmekte zorlandığımız bir ümitsizlik hali yaşıyoruz. Belli periyotlarla kaleme aldığım bu yazı dizisine konunun tam ortasından girer gibi, belki de usule aykırı bir şekilde destursuz girmemin sebebi de bu haldir. En son yazımın üzerinden tam bir ay geçti. Bu zaman zarfında her gün istisnasız, hayatımın önemli bir kısmını oluşturan okumalarımda yaşadığım aksaklık üzerinde sürekli düşündüm. Ne oldu da okumalarımı bu denli ihmal ettim. Olağanüstü bir durum da yaşamadım oysa. Öyle sıradan, hayatın olağan akışı içerisinde, önceki aylardan da pek farklı olmayan bu zamanda okumalarım neden azalmıştı? Beni sürekli huzursuz eden bu halin ne zaman sona ereceğini merak ediyordum. Merakım hala tazeliğini korumuş olsa da bu son bir ayda gözlemlediklerimden işittiğim fısıltılar, üzerimde birikmiş bu ümitsizlik halini silkelememe vesile oldu. Aslında öyle ümitsiz biri de değilimdir. Ümitsiz olmamak ve her ne şartta olursa olsun bir şükür sebebi çıkarma gayreti içinde olsam da yine de üzerimde birikiyor bu ümitsizlik hali. İnsanız ne de olsa, kusursuz değiliz. İyi ki de değiliz. Sanırım sanattan öğrendiğim en büyük hikmet budur. Sanat, mezbelenin içinde güzeli görebilmektir. Ve sanat tam da bu yüzden bu dünyaya aittir. Bu dünyanın içinden bize el uzatır. Başka türlü ayakta kalamaz insan. Hangi çağı ve zamanı yaşıyor olursak olalım bizi rahatsız eden şeyler mutlaka olacaktır. Bu rahatsızlığı giderebilmek ve onunla mücadele edebilmek için bu rahatsızlık hali içinde bizi ayakta tutacak, nefes aldıracak, mücadele edecek kuvveti kazandıracak bir şükür sebebine ihtiyacımız vardır. O sebebi keşfetmeden bir adım yol alamayız. Ümitsizlik tüm bedenimizi kendine tutsak ettiği gibi etrafımızdakilere de bu hastalığı bulaştırmakla beraber, bizden sonraki zamana da sirayet etmekte. 

Fotoğrafın bana öğrettiği işte tam da buydu; tüm olumsuz şartlar içinde güzeli görmek. O güzeli görebilmek, olumsuzluğun içinde bizatihi bulunmakla mümkün olur ancak. Paçalarımızın kirlenmesinden korkmayalım.

Güzeli görebilme niyetiyle her çıktığım fotoğraf gezisinden elim boş dönmedim. Bir değil birçok güzeli görebilmenin şükrü bir tarafa, onca ümitsizliğin hücum ettiği bir ortamda hala güzel şeylerin varolduğunu görmek umut verici değil de nedir? O güzel şeylerin güzelliğini koruması, hayat bulması da o güzeli gören gözler sayesindedir. Birbirimizin külüne muhtaç olmak ne güzel lütüf. Ortada tertip edilmiş bir gezi olmasa bile her haftasonu dostlarla görüşebilme niyetiyle şehrin merkezine inerken yanımda mutlaka fotoğraf makinesini yük ederim kendime (ben onun hamallığını yaparım o da bana hizmet eder). Ve her defasında gözüme ve gönlüme görünen bir güzellik kulaklarıma bir şeyler fısıldar. 

Okumalarımın azaldığından şikayet ettiğim bu bir ay içerisinde gözlemlediklerimi bir araya getirdiğimde aslında her birinin bana şu an yaşadığım ümitsizlik halime öğütler verdiğini farkettim. Sanki her biri ayrı ayrı rahatsızlıklarıma omuz veriyor gibiydi. 

Sabahın erken saatlerinde çıkıp uzun süredir muhabbetinden eksik kaldığım değerli bir büyüğümden aldığım muhabbet, elimde tuttuğum çaydan daha sıcaktı. İçimi alabildiğine ısıtırken aynı zamanda utanıyordum da. İhmal etmenin mahcubiyeti karşısında ihmal ettiğimin verdiği sıcaklık utandırıyordu beni. Şimdi soruyorum kendime, ümitsizliğin çoğalmasında benim de bir katkım yok mudur? Herkes bunu kendine sormalı aslında. 

Onunla vedalaşırken kendi adıma verdiğim sözü buraya mühürlüyorum ki bir daha bahanem olmasın. İnsan ne de maharetlidir bahane üretmede. 

Çıkın dışarı dostlarım, havanın kesifliğine aldanmadan çıkın. Gözünüze ve gönlünüze çarpan her neyse onunla kısa da olsa selamlaşın. Bir yabancı gibi uzakta durmayın. Zihninizdeki tüm yargılarınızı bir kenara koyun onlarla selamlaşırken. Selamlaşmanın ön koşuludur yargılardan arınmak. 

Biz yaşanan olumsuzluklar karşısında kendimizi heba ederken, onlar olumsuzlukların tam ortasında hayatta kalabilme ve hayat verme gayretiyle etrafını renklendirip, şekillendirip ve bunu sanata evirerek bizleri davet etmektedirler. 

Şehir merkezinde öyle sıradan bir gündür. Havada keskin bir soğukluk hakim. İnsanlar türlü telaş içerisinde ihtiyaçlarının peşinde koşuşturmaktadır. Şehrin merkezinde bir noktaya sabitleyin kendinizi ve etrafınızı seyredin. Her gördüğünüzden bir hikaye uydurun kendinize. Sonra kendinize şu soruyu sorun: ”Ben bu hikayenin neresindeyim?” Üstü başı kir pas içinde kalmış şu adam günün hasılatını yapabilmiş midir? O adamın yüzüne biraz daha dikkatlice bakınız? Günün hasılatını yapamamış olma ihtimali ağır mı basmaktadır? Kendinize tekrar bu hikayedeki yerinizi sorunuz? 

Bir eli bastonda diğer eli muhtemelen validesinde olan şu beyamcaya bakınız. Kim kime destek olmakta aceba? Anne evladına mı? Evlat anneye mi? Baston beyamcaya mı? Yahut her ikisine mi? Ya da anne ve evladı bastona mı? Bununla da alakalı bir hikaye uyduralım ve bizim bu hikayedeki yerimizi sorgulayalım.

Yerinizden ayrılmadan etrafı seyretmeye devam edin ve gördüğünüz her neyse onunla bir ünsiyet kurmaya çalışın. Zihninizde uydurduğunuz hikayelerdeki yerinizi sorguladıkça içinizde sizi kavuran rahatsızlıklarınızın da hafiflediğini farkedeceksiniz. Bunlar görebildiklerimiz. Daha göremediğimiz ne hikayeler var bir bilebilsek keşke.

Şehrin merkezinde elimde fotoğraf makinesiyle ara ara yerimi değiştirirken karşılaştığım sıcak bir dost bakışı direncimi artırırken benim bakışlarımın da aynı sıcaklığı verip vermediği hususu üzerinde düşünmeye başlıyorum. Bakışlarımızın kesiştiği o an aklımızdan neler geçiyordu? Ben de aslında bu serüvenin bir parçasıyım. Ben hangi sözümle hangi sazımla bir katkı sağlıyorum aceba? Kendimizi aramaklar yolculuğunda okumaya çalıştıklarım da beni okuyabiliyorlar mıdır? Bana bakarken içi ısınıyor mudur? Yor mudur? Mudur? Udur? Rrrr?

Şehir merkezinde yaptığım bu kısa gezinti sonrası tam da eve dönerken aldığım bir mektup, bu bir aydır yaşadığım rahatsızlığıma ilaç gibi geldi desem abartmış sayılmam. Adıma ithafen yazılan mektupta benim de aslında tüm kirim ve pasımla okunduğum vurgulanıyordu. 

Bir gün içerisinde gözüme ve gönlüme ilişen bu güzelliklere rağmen neyin şikayetini ediyordum ki? Mektubu usulca katlayıp gönlümün hizasına düşen cebime koyarken mektubun sonuna düşülen mısralar kulaklarımda yankılanıyordu.

Adımların ırmaklara niyetlenmiştir besbelli
Semave henüz cılız akmakta oysa
Beyhude güzel kardeşim
Beyhude yürüyüp durmuşundur,
Bir nice yıl
Kiliselere, camilere, havralara, kaldırımlara ve dağlara..

Sana kırk gün yeter oysa,
Kırk gün.
Kırk adım.
Bir şehir daha eksilmiştir lügatinden
“Ölüm korkusu sarar yüreğini
Ayrılık kapıdadır..”
(Fatih Özen)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *