Bazı kapılar vardır, eşiğine kadar varılır, el uzanır tokmağına ve fakat yeltenemez çalmaya o kapıyı. İçeridekinin haberi olmaz, belki farkındadır, onun da eli değmez açmaya. O kapının kaderine de yakışan budur belki.
Mehmet Akif Coşkun
Kapı vurulsa tozu kalksa paspasımın
Bir posta güvercini konsa pencereme
Kapılar arası yolculuk gibi akıp gidiyor ömrümüz. Hangi kapıların eşiğinden geçtik, hangi kapıları çarpıp çıktık, hangi kapıları kırıp geçtik, hangi kapıları usulca açıp farkedilme korkusu yaşadık, hangi kapılar açıldı yüzümüze, hangileri duvar oldu bize , hangi kapıları çalamadan öylece durduk önünde. Hangi kapıları ihmal ederek günahını omuzladık.
Pencereden Pencereye konan bir kuş gibi akıp gidiyor ömrümüz. Pencerenin lekeleri arasından güneşin parlaklığını seyreder gibi, camda birikmiş yağmur taneciklerinden satır satır akıp giden hikayemiz gibi, kara kışında pencerenin dışında içerdeki sıcaklığında duyulan özlem gibi, yahut dışarda yaşanan onca faciaya şahit olan gözlerin kendini eve hapsetmiş, pencere önüne pusmuş bedbin bir halden bir diğerine evrildiği gibi geçti ömrümüz.
Kapılar ve Pencereler.. Metafor dünyamızı ne de güzel bereketlendirir bu iki nesne. Oysa bir kapı sadece bir kapı, bir pencere sade bir pencere değil midir? Neden şarkılarımıza, şiirlerimize malzeme olurlar? Bize ne anlatırlar? Kapılara ve pencerelere bu kadar anlam yüklemenin ne gereği var?
Kendimizi aramaya çıkmış olduğumuz bu yolculukta zaman zaman kapıların ve pencerelerin ardında yahut önünde buluruz kendimizi. Bir kucak arama ve bir kucak açma serüveninden başka nedir ki?
Zamanın noktalandığı mekanlar bizi içinde bulunduğumuz ve sabitlendiğimiz zamandan söküp kendi zamanına sürükler. Bunun bize ne faydası var? O mekanların bizimle derdi nedir? Ne anlatmak isterler? Hiç kendinizi o mekanların yerine koymayı denediniz mi? Onların gözünden nasıl görünüyoruz aceba? Mekanın dili olur mu? Mekanın bir ruhu?
Kapı önünde beşik sallayan sabırlar
Kapıların bu mekanların asli unsurları olduğunu düşünüyorum. İki dünya arasında, içinde bir çok sırrını barındıran geçitler gibidir. İki dünya, bir dış dünya bir de iç dünya.
Kapının iç dünyasına bakan tarafından aramaya koyulalım kendimizi. Kapıların iç dünyasına bakan yüzüne neler yazılmış okuyalım.
Kapımızı dış dünyaya kapatırız bazen. Rahatsız edilmek istemeyiz. Dış dünya gürültüsünün yarattığı baş ağrısını dindirmek isteriz. Dış dünyanın en ufak bir kirine bile tahammülümüz yoktur. Kendi iç alemimize kapı aralamak için dış dünyaya kapımızı kapatmamız şarttır. Sanki aralarında gözle görülemeyen gizli bir ilişki vardır. Dış dünyanın kapısını kapatmadan iç alemimizin kapısı açılmaz. O nedenle önce dış dünyaya açılan kapıyı sıkıca örtmek gereklidir.
Zaman zaman bu kirlilik kapımıza da nüfuz eder, boyasını döker, çatlatır en olmaz yerlerini, en münasebetsiz boya ile kapatmaya yelteniriz. Odanın kendisine ve duvarlarına uyumsuz gibi görünse de aslında o kapının dış dünyaya sizi korumak için siper etmesi, kapının yeni rengine türlü anlamlar yükler. Hiç olmadığı kadar dikkat çeker. Hiç olmadığı kadar dile gelir ve kendini hiç olmadığı kadar okunaklı kılar. Bazı evlerin kapıları, bilhassa zamanın noktalandığı evlerin kapıları olduğu gibi kalmalı, korunmalı. Yerine yenileri ile değiştirilmesi yasak edilmeli. Bir komisyon kurulmalı, kapı koruma kanunu çıkartılmalı. Kapı okumaları adı altında etkinlikler düzenlenmeli. Zamanı bile noktalayan bu kapılarımıza dokunulmamalı.
Kapı vurulsa tozu kalksa paspasımın
Bazen gözümüz kapımıza kilitlenir. Boşuna değildir. Kapı çalınmalı bazen. Bir dost eli vurmalı kapıya. Dost eliyle vurulan kapıların sayıları artmalı. Kapılar dış dünyanın kirliliğinden değil de dostların elleriyle eskitilmeli. Kapı mübareklenmeli. Ne çok kapı vardır dost eli değmeyen. O kapıda gözleri kilitlenen ne kapı bekçileri vardır. Değmedikçe dost eli kapıya, gönlünün tüm kapıları birer bire yıkılır. Vurulsa keşke kapı, açılsa düm dünyası bekçinin. İçinde büyüyen derya o kapının aralanmasıyla yayılsa dış dünyaya, serinletse dostunu. Kucaklasa tüm içtenliğiyle.
Aklım hayra teslim ve durmadan ağrıyan başımın ilacını
Yormadığım hayırda mı aramalıydım
Ne olurdu kapıların birazcık aralık olmasından
Kime ne zararı dokunurdu.
Kapının dış dünyasına bakan tarafından aramaya koyulalım bir de kendimizi. Dış dünyanın bir parçasıyızdır sanki. Dış dünyanın tüm kiri pası ve dahi kokusu bulaşmıştır elbisemize. Kendimize bir sığınak ararız. Kapı kapı dolaşırız. Kapıdan kapıya yol alırız. Yolcuğumuzu hep kapılar böler. Kapılar arası yolculuk halindeyiz.
Kimi kapılar duvar olmuştur bize. Sesimizi işitmez, varlığımızı görmez bu kapı duvarlar. Ne günahımız vardı diye sorarız kendimize. Muhasebeye önce kendimizden başlarız. Kabahat hep bizde midir? Kapıyı duvara dönüştürenin merhametinden sual edilebilir mi? Kapıya bu acımasızlığı yapanın cezalandırılması hak değil midir? Kapı kanunu ihlalinden hapse atılmalı ve üzerine tüm kapılar kilitlenmelidir.
Kimi kapılar terkedilmişliğin izlerini taşır üzerinde. O kapı vurulsa açanı olmaz. Yine de önünde bir an durup kapının yalnızlığına ortak oluruz. Kapı vuruldukça hayat bulur. Vuruldukça kendine gelir. Vuruldukça o derin uykusundan uyanır. Artık kimse olmasa da içerisinde yine de arada bir de olsa vurulmak ister, dile gelmek ister. Anlatmak ister. Terk edilen kapıların yüzeyinde elimizi gezdirdikçe o kapının şahit olduklarını hece hece okumaya başlarız.
Kimi kapılar her zaman açıktır. Kilit tutmaz bu kapılar. Bu kapılar daima açıktır içeri girmek isteyene. Kapının emanetçisi sahip olduklarını olduğu gibi paylaşma aşkındadır. Gelse misafiri, kapıyı vurmaya tenezzül etmeden, ama selamını esirgemeden, ama isteyerek, ama derdini de yanında getirerek, ama tevazuyla. O kapının ardında bir derya vardır. Görmesini bilene bereket olur.
O açık kapıların bazılarında en derin muhabbetlere şahit olunur. O muhabbete selam durmak elden değildir. Dost elinin vurup açtığı ve örnek alınsın diye aralık bıraktığı bu kapılardan geçerken bizim nerede durduğumuzu görmemiz açısından önemlidir. Dost eliysek eğer, o el o dostun kapısına vurmayı bir an olsun ihmal etmemeli.
İhmale uğrayan kapılar ağlar mı? Biraz dikkat kesildiğimizde kimi kapıların ağladığına şahit oluruz. İnsanlığını henüz kaybetmemiş içinde en ufak bir merhamet kırıntısı dahi taşıyan kimse o kapıların nasıl ağladığına şahit olur. Kapı ardındakilerin yerine ağlar o kapı. İçeridekinin eli dışarıya uzanmaz, ihtiyatlıdır, mahcuptur. Kapı buna nasıl kayıtsız kalsın. Kapının gözyaşlarını farkedenler kayıtsız kalmasın.
Ve bazı kapılar vardır, eşiğine kadar varılır, el uzanır tokmağına ve fakat yeltenemez çalmaya o kapıyı. İçeridekinin haberi olmaz, belki farkındadır, onun da eli değmez açmaya. O kapının kaderine de yakışan budur belki. O kapı hiç vurulmamalı belki, kapalı kalması belki de daha hayırlıdır. Belki de bir kuruntudur, bir vesvesedir. Vurulsaydı aceba kapı, açılsaydı usulca içeriden belki de aranan hayır buyur edecekti içeriye, kimbilir.
Belkiler arasında sallanan bu ihtimaller yumağını ancak, aradığımız o hayrın sahibinin kapısını aralayarak çözebiliriz. En cok unutageldiğimiz o mübarek kapıyı…
(Not: Pencereler bahsini bir sonraki yazıda ele alacağız.)
Fotoğraf ve şiirler : Mehmet Akif Coşkun
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *