Bizler reel politik hesaplar yapmadan önce, öncelikle doğru yerde durmayı başarmak zorundayız. Konjonktürel ve politik neticelerden çok, İslami/tevhidi duruşumuzda sebatkâr olmayı öncelemek mecburiyetimiz vardır.
Suriye’de 42 yıllık Batıcı, laik, azınlık diktası katil Baas rejimine karşı halkın 1 yıl öncesinde başlattığı ayaklanma, rejimin tüm katliam operasyonlarına karşı devam ediyor.
Kurulduğu günden bu yana hep halkına karşı zorbalık yapmış, ülkedeki Müslüman çoğunluğa karşı zaman zaman toplu katliamlara varan zulümlere imza atmış, ülkede yaşayan Kürtlerin varlığını bile kabul etmemiş olan Baas’a karşı Suriye halkının ayaklanmasını çeşitli komplolarla mahkûm etmenin hiçbir anlamı yok. Kuzey Afrika’da başlayıp bölgeyi kısa sürede etkisi altına alan bu diktatör rejimlere karşı başkaldırı dalgası karşısında Suriye halkının, onyıllardır bilendiği, beklediği fırsat önüne çıkınca kuzu kuzu oturmasını kimse bekleyemezdi.
Nihayet Tunus’taki ayaklanmadan birkaç ay sonra Suriye’de de katil Baas rejimiyle halkın kaçınılmaz hesaplaşması başlamıştı. Nasıl başlamazdı ki? Hama’nın hıncı ve intikam duygusuyla yetişmiş bir nesilden bu insanlık dışı, katil rejime itaat etmesi mi bekleniyordu?
Açıkçası, yaşadığımız coğrafyada Kemalist zulme karşı direnişten söz eden, hatta Kürtlerin maruz kaldığı ayrımcılık ve asimilasyon politikaları karşısında, kontra-ulusalcılık inşası peşinde koşarak, zulme karşı mücadele yerine zulmün diğer cephesini teşkil konumunda bulunan BDP-PKK çizgisini destekler görüntü veren kimi çevrelerin Suriye direnişi söz konusu olunca emperyalist komploları öne sürerek daha başından Suriye halkının haklı başlkaldırısını mahkûm etmeye koyulmaları anlaşılır bir tutum değil.
Suriye’de Baas rejimine muhalif grupların ve dolayısıyla “Suriye direnişi” olarak ifade olunan başkaldırı sürecinin aktörlerinin birbirinden faklı ideolojik anlayışlara ve konumlanmalara sahip olduğu bir gerçek. Humus’ta birkaç ay önce büyük bir gösteri düzenleyerek “Yardımı ne Obama’dan, ne Erdoğan’dan bekliyoruz. Yardım ve zafer ancak Allah’tan’dır!” diye haykıran Humuslu Müslümanlar da Suriye’deki başkaldırının içinde, “NATO’yu istemiyoruz ancak Türkiye ve Arap ülkelerinin müdahalesine sıcak bakıyoruz” diyen İhvan temsilcileri de, her gün emperyalist odaklar nezdinde kendilerine destek arayışında bulunan Burhan Galyun gibi muhalifler de…
Dolayısıyla biz Müslümanların her şeyden önce Batıcı, laik, despot Baas’a karşı açık bir duruş içerisinde olmak sorumluluğumuz vardır. Bunun yanında, Suriye’de hangi çizginin yanında yer alacağımızı doğru tesbit etmek ve buradan Suriyeli Müslümanların yanlış istikametlere yönelmemesi için telkin ve tavsiyelerde bulunarak sürece bu yönüyle de müdahil olmak durumundayız. Suriye direnişini daha başından komplocu açıklamalarla mahkûm etmeye kalkışmak, neticede insanlık dışı bir rejime omuz vermekten başka bir anlam taşımaz. “Şehit Hama” romanını okuyarak, Hama’yı anlatan bant tiyatrolarını dinleyerek büyümüş Türkiyeli Müslümanlara bu zillet hali hiç ama hiç yakışmaz.
Evet, öncelikle “Baas rejimi ve onun despot ve katil yöneticilerinin canı cehenneme” diyebilmeyi, bu konuda “kem, küm” yapmaktan kaçınmayı başarabilmeliyiz. Suriye muhalefetine yönelik çözümlemelerimiz, ayrıştırmalarımız ve emperyalistlerin ve onların bölgedeki işbirlikçilerinin hesaplarını değerlendirmek bu temel duruştan sonra gelmelidir. Şayet “emperyalizmin hesapları” diye diye 42 yıllık bir insanlık dışı rejimi kollayan duruşlar üretiliyorsa, burada emperyalizm söylemi despotların suçlarını örtmenin aracı haline gelmiş demektir. Tıpkı Türkiye’deki Ergenekoncu çevrelerin sıkışınca “emperyalizm” söylemine sarılmaları misali… Dolayısıyla Baas çetesine bu fırsatı tanımamak en öncelikli görevimizdir diye düşünmekteyim.
Biz Türkiyeli Müslümanalrın Suriye halkının haklı başkaldırısı karşısında almamız gereken tutum, bu başkaldırı içerisinde yer alan ve ancak âlemlerin Rabbi’ne dayanma iradesini ortaya koyan İslami muhalefet cephesinin yanında yer alarak, İhvan gibi “muhafazakar demokrat” eğilim içerisine girmeye teşne bir görüntü veren İslami kökenli muhalif grupların İslami muhalif cepheyle yakınlaştırılmasına gayret göstermek ve emperyalizmle iş tutma konusunda heveskârlıklarını ortaya koyan liberal-laik muhalefete ise açık tavır almaktır.
Bizler reel politik hesaplar yapmadan önce, öncelikle doğru yerde durmayı başarmak zorundayız. Konjonktürel ve politik neticelerden çok, İslami/tevhidi duruşumuzda sebatkâr olmayı öncelemek mecburiyetimiz vardır. Bizler “Suriye’de veya Türkiye’de despot laik rejimler tasfiye olsun da yerine ne gelirse gelsin” ölçüsüzlüğüyle hareket ederek onlarca yıldır nice emeklerle oluşturduğumuz İslami bilincimizi ve duruşumuzu heba edemeyiz. Evet, Türkiye’de de, Suriye’de de despot laik rejimler tasfiye olmalı, fakat yerine ılımlı laik rejimler değil, İslami rejim ikame edilmeli. Bizler bu iddiamızda her an ve her ortamda ısrarlı olmak, konjonktürel şartlar icabı gecici de olsa bu duruşumuzdan ödün vermemek durumundayız.
Kimi İslami çevrelerin bu konuda çok kötü bir imtihan verdiğini üzülerek ve ibretle izliyoruz bugünlerde. Türkiye’de yaşanan sürece olduğu gibi, Suriye’deki sürece de bu ölçüsüzlükle yaklaşıldığını, gidenin yerine neyin geleceği konusunda İslami bilinç adına bir ışık süzmesi bile barındırmayan, son derece ölçüsüz bir yaklaşımla hadiselere yaklaşıldığını görmekteyiz.
Bugün İstanbul’da ABD, Fransa başta olmak üzere emperyalizmin efendilerinin ve onların işbirlikçisi rejimlerin katılımıyla gerçekleştirilmekte olan “Suriye’nin Dostları” zirvesine karşı, tıpkı Humuslu Müslümanların yaptığı gibi “Ne Obama, ne Erdoğan; yardım ve zafer ancak Allah’tan” diye haykırması gereken çeşitli kuruluşların, Harbiye’de biraraya gelerek emperyalizmin efendilerinden Suriye muhalefeti adına silah talep edecek olmaları, yaşanan bu ölçüsüzlüğün hangi noktaya ulaştığını ortaya koymaya yeterlidir.
Söz konusu kuruluşların eylem çağrısında yer alan şu ifadeler, gelinen noktanın vahametini ortaya koymaya yetmektedir:
“Türkiyeli Müslümanlar 1 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilecek “Suriye’nin Dostları” toplantısının da önceki toplantılar ve zirveler gibi anlamsız tartışmalarla heba edilmemesi için açık ve somut bir öneri sunuyor ve muhaliflerin silah taleplerinin acilen karşılanması gerektiğinin altını çiziyorlar.
Suriye halkı özgürlüğün yabancı güçlerin askeri müdahaleleriyle değil, direnişle geleceğine inanıyor. Bunun için de katil Baas ordusuna karşı kendisini savunabilmek için silaha ihtiyaç duyuyor. “Suriye’nin Dostları” olduklarını iddia edenler bu talebi karşılamalıdırlar. Suriye halkına kendini savunma hakkını tanımayanlar Suriye’nin Dostları olamazlar!”
Şimdi bu ifadeler üzerine sormak isteriz: Emperyalist katillerden silah talep etmek “Türkiyeli Müslümanlar”a yakışmakta mıdır? Kimse kusura bakmasın fakat atılan bu adım, Türkiye İslami hareketinde yeni bir kırılmayı haber vermektedir. Onlarca yıllık birikimlerimiz, bilinçlerimiz yerle yeksan edilmekte, iş “Büyük Şeytan”dan silah talebine kadar vardırılmış bulunmaktadır. Keşke bu talebin sahibi kuruluşlar kendilerini “İslami kuruluş” olarak nitelemek yerine yapılan işe daha uygun bir sıfat kullansalardı.
Oysa Humuslu Müslümanlar ne diyordu, zalimlere karşı havaya kaldırılan binlerce yumruğun gölgesinde:
“İçinizde Obama’dan zafer/yardım bekleyeniniz var mı?
– Hayır!
İçinizde Erdoğan’dan zafer/yardım bekleyeniniz var mı?
– Hayır!
İçinizde herhangi bir şahıstan ya da meclisten veya Arap Ligi’nden yardım bekleyeniniz varsa burayı terk edebilir!
Zafer kimdendir?
– Allah’tan.
Allah’ım senden başka kimsemiz yok!”
Bu durumda, tıpkı emperyalist katiller ve onların işbirlikçilerinden oluşan “Suriye’nin Dostları”na olduğu gibi, onlara karşı tıpkı ateş altındaki Humuslu Müslümanlar gibi “Lâ” demek yerine, onlardan Suriye muhalefeti adına silah dilenmeye yönelen kuruluşlardan oluşan “Suriye’nin Gerçek Dostları”na da denebilecek tek söz herhalde şu olmalı:
Suriyeli Müslümanlara gölge etmeyin, başka ihsan istemez!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *