Allah yolunda öldürülenler gibi, Allah yolunda yaşayanlar ve bu yaşantı üzere ölüm kendilerini bulanlar da şehadet makamındadırlar. Kur’an ıstılahında şehadetin karşılığı böyledir.
Müslümanların tarihinde birçok Kur’ani kavramın anlam daraltılmasına yahut daha da kötüsü anlam saptırmasına maruz kaldığını biliyoruz. Şehadet kavramının da anlam daraltılmasına maruz kalan Kur’an öğretileri arasında olduğunu görmekteyiz. Hayat rehberimizde, hayatı baştan sona kuşatıcı bir formda “Âlemlerin Rabbi için olmak” karşılığında kullanılan bu kavram ve türevleri, tarih içinde “Allah için ölmek” anlamıyla sınırlandırılmıştır. Günümüzde de bu yanlış algı ve anlayış yaşatılmaya devam edilmektedir.
Rabbimiz hayatı ve ölümü kimlerin daha güzel amellerde bulunacağını sınamak için var ettiğini bildirmekte (67/Mülk 2) ve iman akdiyle kendisine yönelenler için şu istikameti öngörmektedir:
“De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6/En’am 162)
İşte şehadet mefhumu, tam da bu ayet-i kerimede ifade olunan istikameti ifade eden bir hayat çizgisidir. Kısaca, Âlemlerin Rabbi Allah için olmak bilinci ve hayatı bu bilinçle inşa etmektir. Allah yolunda yaşamak ve bu yol üzere ölmektir. Allah yolunda ölümü göze almak, gerektiğinde Rabbani ölçü ve ilkeler için canı ortaya koymak muhakkak ki şehadetin en ileri noktasıdır. Lakin, şehadeti Allah yolunda ölmekle sınırlandırmak son derece yanlıştır. Allah yolunda ölmek, Allah yolunda olmanın bir cüzüdür.
Allah yolunda öldürülenler gibi, Allah yolunda yaşayanlar ve bu yaşantı üzere ölüm kendilerini bulanlar da şehadet makamındadırlar. Kur’an ıstılahında şehadetin karşılığı böyledir. Zaten Kur’an’da Allah yolunda öldürülen Mü’minler övülmekle ve onlara ölüler demek yasaklanmakla birlikte (Bkz. 3/Âl-i İmran 169), “şehid” nitelemesi hassaten, Allah yolunda can feda eden bu bahtiyarlar için kullanılmaz. Daha kapsamlı olarak, hayatını bir bütün olarak Allah’ın yoluna şahid kılanlar için kullanılır ki, “Allah yolunda öldürülenler” de zaten bu kapsamda yer almaktadır.
Müslümanın yeryüzündeki sosyal misyonu şehadettir:
“İşte böylece sizin insanlığa şahidler (şuheda) olmanız, Resul’ün de size şahid (şehid) olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık…” (2/Bakara 143)
Allah için var olma, Allah için yaşama ve Allah için ölme bilincine sahip her Müslüman şehiddir. Zaman zaman kullanılan “yaşayan şehid” ifadesindeki “yaşayan” sözcüğü ancak bir vurgu olarak anlamlı olabilir, yoksa gereksiz bir sözcüktür. Allah yolunda olmakla Allah yolunda ölmek, birbirlerinden bağımsız, birbirlerinden ayrı ameliyeler değildir. Allah yolunda ölmek / öldürülmek, bu yolda olmanın bir parçasıdır.
Şehadetin Allah yolunda ölmek anlamıyla sınırlandırılması, çeşitli yanlış anlayış ve tutumları da beraberinde getirmiştir. Özellikle genç arasında, hayatı kuşatıcı bir yaklaşım olarak Allah yolunda olmak yerine, Allah yolunda ölmek şeklinde bir tasavvur öne çıkabilmektedir. Tabii bu hayattan kopuk, şehadeti yaşamak yerine bu hayat ölçüsünü savaşla özdeşleştiren ve hep ileriye erteleyen yanlış şehadet algısı, ileriki yaşlarda diğer uca savrulup dünyevileşmeyi de beraberinde getirebilmektedir. Ki dillere pelesenk olan şu “mücahit – müteahhit” tekerlemesi bu durumun acı neticelerinden biridir.
Müslüman, Allah yolunda olmakla mükelleftir. Allah yolunda ölmek / öldürülmek, bu yolda olmanın tabii sonucudur. Kur’an’da hassaten övülen Allah yolunda öldürülenlerden olmak arzusu, ancak Allah yolunda olmanın bir parçası olduğunda ve onun önüne geçmediğinde anlamlıdır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minlerden, Allah’a verdiği söze bağlı kalan öyle erler var ki, onlardan bir kısmı bu uğurda canını vermiştir. Bir kısmı ise verdikleri sözü hiç değiştirmeden bunu beklemektedirler.” (33/Ahzâb 23)
Allah yolunda can feda edenlerden olmak, Rabbimizin, sözüne sâdık kalan, ahdini hiçbir şeyle değiştirmeyen Mü’minler arasından seçmesine bağlıdır. Bize düşen, hayatı ıskalayan bir şehadet tasavvuruyla ölümü yüceltmek değil, hayatımızı şehadet kılmaya gayret göstermektir. Allah yolunda ölmenin de, mutlaka ama mutlaka Allah yolunda olmaya bağlı olduğunu unutmamaktır.
Zaten konunun lügavi ve ıstılahi boyutu da bu gerçeğe işaret etmektedir: “Şehid kelimesi Arapça olup (Ş-H-D) kökünden türetilmiştir. Hem fâil, hem mef’ul olarak kullanılır. Lûgatta; hazır oldu, huzurda bulundu, şehadette bulundu veya müşahade etti gibi manalara gelir.Bir hadiseyi görmek, bir şeye ulaşmak veya beş duyu organı vasıtasıyla kesin bilgi sahibi olmak bu fiilin anlamı içerisindedir.” (Müfredat’tan naklen; Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar 2, Sh. 121, İnkılab)
Kavramlar söz konusu olduğunda hep görüyoruz ki, Müslümanlar olarak tutum ve pratiklerimize yansıyan yanlışlarımızdan çoğu kavramlara yüklenilen yanlış veya daraltılmış anlamlara dayanıyor. Bugün çok yaygın olan, hayattan kopuk, sadece ölümle ilişkilendirilen şehadet algı ve anlayışı bu konudaki örneklerden biri.
Bu yanlış algı, salt algı olarak kalmış olsa belki üzerinde fazla durulmayabilirdi, fakat pratiğe ciddi yansımaları olduğunu görmekteyiz. Bazı Müslümanların zihninde şehadet mefhumu, Allah için olmayı gölgede bırakacak ve adeta hayatla bağları koparacak bir ölüm ideolojisine dönüşmüş durumda ne yazık ki.
“Nasıl yaparım da Rabbimin bildirdiği şekilde hayatı ve ölümü O’nun için olanlardan olurum” gaye ve cehdi yerine, bazı mahfillerde “Nasıl yaparım da bir an önce Allah yolunda ölenlerden olurum” gayesi öne çıkmaktadır. Bu da, zaman zaman İslam adına birtakım yanlış davranışlara, aceleci bazı çıkış veya tutumlara sebep olabilmektedir.
Netice olarak, şehadetin “Allah için olmak” demek olduğunu yeniden hatırlamakta yarar vardır. Müslüman Allah yolunda yaşamakla mükelleftir. Müslümanın, hayatı ve ölümü Âlemlerin Rabbi içindir. Hayat bir imtihandır. Rabbimiz bizleri çeşitli zorlularla, mallardan ve canlardan eksiltmeyle, varlıkla ve yoklukla imtihan edecektir. Bize yüklenen mükellefiyet, yeryüzüne sahip olmak için değil şahit olmak için geldiğimizin bilincinde olarak her kolaylıkta da zorlukta da şahidlik / şehidlik misyonumuzu yerine getirmektir. Allah yolunda olarak ve ölümü bu yol üzerinde karşılayarak Rabbimizin huzuruna alnımız ak olarak çıkmaktır.
Muhakkak ki Allah yolunda öldürülenlerden olmak, şahidliğin / şehidliğin en ileri boyutudur. Bununla birlikte Müslümanlar için hayatın bütününün şehadet olduğunu bilmek ve öncelikle hayatın içindeki şehidler olmayı başarmak gerekmektedir.
(Not: Bu yazı, 2011 yılında Basiret Dergisi’nde yayınlanmıştır.)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *