Kuşan Silüetini Nikabım Görünsün

Kuşan Silüetini Nikabım Görünsün

Işığın aydınlattığı insanın bize anlatageldiği coğrafya üzerine çok şey söylenebilir. O coğrafyanın ana hatları, yüzündeki ifade, bakışlarındaki derinlik, duruşundaki irili ufaklı boşluklar bize türlü okumalara olanak sağlar…

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-15
(Fotoğraflar, yazı ve şiir: Mehmet Akif Coşkun)

Karşısında bulunduğumuz ışık kaynağı ile aramıza girip ışığımıza engel olurken aynı zamanda kendinde oluşturduğu silüetin ne kadar farkındadır? Kendini kendinden soyutlayıp kendi anlamından sıyırıp başka anlamlara bürünerek zihnimizde uyandırdığı duyguların ne kadar farkındadır?

Silüetin gözünde biz, ışıktan aldığımız aydınlıkla daha bir aydın görünürken bizim gözümüzde o, simsiyah bir elbise giyinip kimliğinden arınmış bir halde sadece sureti ile durmaktadır. Sadece özgül hatlarıyla seslenmektedir bana. Bense özgül hatlarımın çepeçevre sardığı kimliğimi açığa vurmaktayım ona. Monochrom bir dialog mu? Yahut bir duello mu? Yerine ve durumuna göre hem ikisi hem de hiçbiri. 

Gardımızı almış hazır bir vaziyetteyiz. 

Artık birbirimizi okuyabiliriz? 

Işığın aydınlattığı insanın bize anlatageldiği coğrafya üzerine çok şey söylenebilir. O coğrafyanın ana hatları, yüzündeki ifade, bakışlarındaki derinlik, duruşundaki irili ufaklı boşluklar bize türlü okumalara olanak sağlar. O coğrafya tüm çıplaklığıyla kendini ilan eder bize. 

Fakat ışığı arkasına aldığında durum farklı bir boyuta evrilir. O biraz önce bahsettiğim hususlar birden buharlaşır ve karşımızda gördüğümüz silüet hal sanki kendimizden de bir nüveyi yansıtıyor gibidir. Türlü eşyaların, mimari yapıların, canlıların ve özellikle insanın silüet halinin dikkatimizi üzerine çekmesinin nedeni budur. Gördüğümüz silüet, ışıkla aramıza girene ait olsa da, yüzümüzden aydınlığımızı alıp kendi üzerine giymiştir. Bizden alınan aydınlıkla kendisini tamamen karartıp içinde bulunmuş olduğu mekanı ve zamanı da genele yaymıştır. Tıpkı bir şiir gibi asli unsurlarını kendi içine mahremlerken görenin gözünde göreceli bir hale dönüşmüştür. Şiirin belki de en hikmetli yanı da budur. Sadece tek bir histen mülhem yazılan şiir, onu her okuyanda farklı hisler uyandırıyorsa vazifesini yerine getirmiştir. Siliüetin doğasında da bu vardır ve bu, sadece görenin kendini aradığının bilincinde olmasıyla ortaya çıkmaktadır.

Dikkatimizin dağılmasını istemez silüet. Daha doğrusu dikkatimizin farklı kanallara çatallanmasına tahammülü yoktur. Dikkatleri sadece bir noktaya kilitler. O noktada işte kendimizi bulmamızı arzular. Neyin fazlasıyız, neyin noksanıyız? Silüetini kuşanmamış bir suret bizi kendine davet ederken, silüete büründüğünde kendimizi kendimize davet eder. Her silüet farklı duygularımıza dokunur. 

Kalabalıkların silüetini izlerken, o kalabalıkların içinde yaşayan bir kimse olarak toplumsal zayifetlerimizi (ve de sahip olduğumuz değerlerimizi) yüzümüze vurur (hatırlatır). Kalabalıkların silüetinde suretler birbirinden ayırd edilemez durumdadır. Herkes bu anlamda eşittir. Suretlerin statüsü adeta eşitlenir. Kişilerin bireysel dışavurumları buharlaşır ve her birinde kendimizin farklı bir yansımasını görmeye başlarız. Bu toplum içinde ben ne kadar ihmalkarım, ben ne kadar müsrifim, ben ne kadar merhametsizim, ben ne kadar anlayışsızım, ben ne kadar dilsizim, ben ne kadar sağırım, ben ne kadar hissizim, ben ne kadar kibirliyim? Ben ne kadarım yani hülasam ne kadar? Kendimizi bu kadar olumsuzlamaya hakkımız var mı? Hiç mi iyi tarafımız yok bizim? Elbette vardır bunu da ancak o silüetin tekrar arkasına aldığı ışık kaynağına yüzünü çevirerek okuruz. 

karıncalar habercisidir hicretimizin
yakındır tardımızın bir ocağa daha

Terkedişlerin hikayesini yazarız bazen. Aslında o kendimizin hikayesidir. Bazen yaşamışlıklarımızın ve bazen de yaşayamamışlıklarımızın hikayesidir. Bir yerden, bir şeyden, bir kimseden uzaklaşmakla ona olan düşüncelerimizden de uzaklaşacağımız inancı en büyük yanılgıdır. Terk ettiğimiz her neyse , terk etme sebebimiz her neyse onun düşüncesi her zaman bizimle beraber yolculuğa çıkar. Ya o bize yük olur yahut biz ona yük oluruz. Hikayemizin vazgeçilmez öğesi budur.

Siliüetlerin belki de en dikkate değer yanı, silüetin yüzünün bize dönük olup olmadığını kestiremiyor oluşumuzdur. Hayranlık uyandırır bizde. Yüzü bize mi dönüktür yoksa arkasına mı dönüktür. Bize dönük olduğunu farz ettiğimizde bir ürpertiye kapılırız. Pencere önünde duran çocuk silüetini dikkatle inceleyin. Çocuk pencerenin ardında bizi mi izlemektedir? Yahut pencereden dışarıyı mı seyretmektedir? Bir an bizi seyrettiğini farz edelim. Bu durumda ne hissederiz? Dışarıdan pencereye yaslanmış bizi seyreden bir silüetin bizde uyandırdığı ürpertinin sebebi nedir? Silüet olmasaydı, çocuğun yüz ifadelerine göre bir yargıya varabilirdik. Fakat silüet öyle mi? Bizde uyandırdığı sadece bir ürpertidir. Bu ürpertinin içini siz doldurun ve kendinizle hesaplaşın. Şayet bizim tarafımızdan pencereye yaslanmış dışarıyı seyrediyorsa bu durumda ürpertiden başka duygulara kapılırız. Artık yüzümüze inen bir şamar değildir o. Sanki saçlarımızı okşayan, duygularımıza ortak olan bir merhamet kucaklıyordur bizi. Silüetler bu yüzden çok yüzlüdür. Hem içe doğru ve hem de dışa doğru bir gözlem olanağı sunar bize. 

Hemen her silüette bu rahatlıkla gözlemlenir ama bunun üzerinde pek düşünmeyiz. Pencere önündeki çocuk silüetini fotoğraflarken bunu farketmediğimi itiraf etmeliyim. Fotoğrafı inceleyen bir arkadaşım, çocuğun dışarıya mı baktığı yoksa dışardan içeriye mi baktığını sorana kadar silüetin bu gizemli halini farketmemiştim. Belki de birçoklarımız bunu farketmemiş yahut üzerinde düşünmemiştir. Bunu farkettiğimiz anda silüet bir başka boyuta evriliyor ve kendimizi aramaklar yolculuğumuza bir ivme kazandırıyor. 

Kendimizi aramaklar yolculuğumuzda her zaman karşımıza bir silüet çıkmasını beklememiz gerekmez. Bunu zaman zaman kendimiz de yönümüzü ve bakışımızı değiştirerek elde edebiliriz. Yüzümüzü aydınlatan, içimizi ısıtan, bizi olduğumuz gibi alenileştiren, ifşa eden ışık kaynağımızın önüne bakışlarımızın açısını ve duruşumuzun yönünü değiştirerek karşılaştığımız şeylere silüetini giydirebiliriz. Evet ışık kaynağımızla aramıza bir engel girmiş olabilir. Evet, alenileşmekten, ifşa olunmaktan alıkonulmuş olabiliriz. Evet, içimiz bir anda silüetle karşılaşmaktan üşümüş olabilir. 

Olsun da. Olmalı da.

Kendimizle hesaplaşmanın acı vermediğini kim iddia edebilir? 

mahcup aksinden kaçan insan
silüetine kanatlanıyorsa
ne ayağına dolanan beden
ne üzerine bir dağ gibi kurulan vatan
ne de yağmur damlasının
merhametine sığınıp saçlarına emanet düşen
sevdası umurundadır

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *