Buharlaşan Anılar ve Mekanlar

Buharlaşan Anılar ve Mekanlar

Şimdi kendi ülkemde kendi şehrimde az sonra güneşin kurutacağı bir su birikintisinin aksinden yine az sonra suyla birlikte buharlaşacak olan geçmişimi izliyorum…

Kendimizi Aramaklar Yolculuğu-5

Mehmet Akif Coşkun

Anılar hareketsizdir; mekansallaştırıldıkları ölçüde sağlamlaşırlar.
Gaston Bachelard /Mekanın Poetikası

Köreliyoruz, köreltiliyoruz. Bakışlarımızı kendi içimize ve geçmişimize çevirebilmenin olanakları birer birer alınıyor elimizden. Geçmişize uzanan pencerelerimiz vardı. Çerçevesinde zamanın izleri, soyulan renkleri nisbetinde sarihti.

İnsanın kendi ruh dünyasında yaşadıklarıyla nazara aldığı her şey, onun gözünde ve dilinde başka bir anlama, yahut yeni bir anlama kavuşur. Yaşadıklarıyla yoğurduğu anlam ile adlandırır. Onun derdini paylaşması, yanında olması ve derdine ortak olması kadar kutsal bir şey yoktur. Oturduğu sıradan bir koltuk, üzerine yaslandığı kelepir masa, çerçevesi dökülmüş, camının feri sönmüş pencere artık asli unsurlarını yitirmişlerdir. Artık yeni adlara ve anlamlara kavuşmuş bu eşyalar, ona bu anlamları yükleyenin derdi bilinmeden asla anlaşılmayacaktır. Sadece lafı geçecek, genel adıyla kulaklarımızda yankılanacak ve fakat asla anlaşılmayacaktır.

Düzenin daima kurulup daima yıkıldığı bir tarihi okumuyor muyuz? Bundan dolayıdır ki hayal kırıklığı yaşıyoruz. Terkedilmişlik hissi yaşamamız bu yüzden. Nefessiz kaldığımız anlarda içimizi kaplayan bu vesveseyi, bir an durup etrafımızdaki belirsizlikleri ve düzensizlikleri gözlemleyerek içimize çektiğimiz temiz havayla bertaraf edebiliriz ancak. Terkedilmişlik hissi yaşıyoruz. Bize geçmişimizi hatırlatan, bizi biz yapan o sokaklar yavaş yavaş silinmekte ve yerine hissiz yığınlar ikame edilmekte.

Almanyada yaptığım türlü şehir gezintilerinde fark ettiğim ve beni büyüleyen şey, hemen her şehrin bir ”Altstadt”ı vardı. Altstadt, yani Eski Merkez’i. Şehrin bu eski merkezine kesinlikle dokunulmamış, kentleşmeye doğru uzanan şehrin yeni merkezini onun dışına inşa etmişler. Eski merkez, estetiğinden ödün verilmeden korunmuş, şehre adeta kan pompalayan, nefes veren bir cazibe haline dönüşmüştür.  Şehir gezintilerinde özellike bu eski merkezleri gezmek benim için ayrı bir önemi vardı. O sokaklarda yürürken, aynı zamanda düşünmenin olanaklarına şahit oluyordum. Düşünmeye olanak sağlayan bu sokaklar, insanın yürüyüşüne de etkisi oluyordu. O yüzdendi belki de almancada türlü ruh halleriyle yürümenin ayrı ayrı fiillerle tanımlanmış olması.

Geze geze yürümek, telaşlı yürümek, sevinçli yürümek, düşünceli ve kederli yürümek vesayir tüm bunlar ayrı bir fiille dile getiriliyordu. Dilin ahlakını besleyen ve buna olanak tanıyan da bu eski merkezlerdi. Bir şehirden, o şehrin kadim merkezlerini (dokularını) silerseniz, dilinizden sizi siz yapan kelimeleriniz de aynı ölçüde silinmeye mahkum olur (ve oldu da, ve oluyor da). O eski merkezlerin sokaklarında yürürken ayağınız ara ara arnavut kaldırım taşlarına tökezler ve sizi tekrar kendinize getirirdi. Hülyalara dalmanın ve gerçeklerden kopmamanın arasındaki teraziydi sanki. Gerçeklerden kopmayacak şekilde hülyalarından bereketini çıkarmaya bak, der gibiydi o arnavut kaldırım taşları.

Dar sokaklarında yürürken pencerelerin neden bu kadar alçak yapıldığını düşüyordum sonra. Neden sokaklar dar, neden pencereler alçak?  Sokaklar dardı, çünkü hanenize komşu olanlarla aranızdaki mesafe ne kadar açılırsa, vicdanınız ve merhametiniz de aynı oranda açılıyordu. Pencerelerin alçak olması ise bu mesafenin açılmamasına engel olan, o sokaktan geçenleri ve daha da önemlisi komşunuzla aranızdaki o muhabbet ve sorumluluklarını unutturmayan  sorumluluğun cisimleşmiş haliydi. Sokaklar dardı ama yürekler genişti, pencereler alçaktı ama anlayışlar semaviydi. Bir şehirden tüm bunların alınması, bir insandan kalbinin sökülüp alınması kadar korkunçtur.  Zamana ve zamanın getirdiklerine engel olamayabiliriz. Fakat sahip olduklarımızı, geçmişle gelecek arasında bir köprü olan değerleri muhafaza edecek, bizi kucağında bir anne şevkatiyle öğütleyecek, derdimizi yürüyüşümüze ve ordan da dilimize yankılayacak sokaklarımızı korumak bizim elimizdeydi.

Şimdi kendi ülkemde kendi şehrimde az sonra güneşin kurutacağı bir su birikintisinin aksinden yine az sonra suyla birlikte buharlaşacak olan geçmişimi izliyorum. İyi ki yağmurlar var diyorum, iyi ki yağmurlar arada bir penceresini açıyor da arada bir de olsa geçmişe doğru seyrekoyuluyorum. İyi ki yağmurlar var. İyi ki insanın eline bırakılmamışlar. Yağmurların sahibine hamdedekoyuluyorum.

Dokunmayın, bırakın öylece kalsın eserinizden arta kalan.
Dokunmayın, bozulmasın büyüsü.
Tertemiz bir zemin üzerinde
Bir leke gibi gördüğünüz kuruyup gidecek ne de olsa.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *