Laiklik Tartışması Neyi Gizliyor?

Laiklik Tartışması Neyi Gizliyor?

Laiklik şöyle olsun böyle olsun tartışması yapanlar kafa karıştırsalar dahi laiktir: Çünkü laikliği esas alarak konumlanmaktadır. Buna rağmen ikide bir laiklik üzerinden çıkartılan tartışma ve kamplaşma ne diye tetiklenip sürdürülmektedir?

Hüseyin Alan

Türkiye’de seküler yahut pozitivist laik olmayan bir azınlığı ve gerçekte laiklik nedir, ne değildir tartışmasını dışarda tutarsak,

Yönetici(ler)nin dinli dinsiz, muhafazakar modernist, Atatürkçü İslamcı, Osmanlıcı Cumhuriyetçi olmasından bağımsız olarak,

Laik olmayan bir devlet, parti, medya, aydın, münevver, üniversite, yargı, ordu, banka, tarikat, STK vs yoktur: 1839 Tanzimat’ından bu yana yoktur.

Dolayısıyla kamu kurum ve kamusal alanda var olan resmî veya özel kuruluşlardan laiklik karşıtı olan da yoktur: Küllüsü laiktir.

Laiklik şöyle olsun böyle olsun tartışması yapanlar kafa karıştırsalar dahi laiktir: Çünkü laikliği esas alarak konumlanmaktadır.

Buna rağmen ikide bir laiklik üzerinden çıkartılan tartışma ve kamplaşma ne diye tetiklenip sürdürülmektedir?

Cevaptan önce bu tartışmaya temel yapılan anayasanın (öncekiler dahil pek değiştirilmeyen) ilk dört maddesine bir bakalım:

Maddeler:
1-Türkiye devleti bir cumhuriyettir.
2-Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
3-Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.
4-Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez…

İlk üç madde devletin şekli, bütünlüğü, cumhuriyetin nitelikleri, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti gibi konuları içeriyor. Dördüncü madde ise bu ilk üç maddedeki hükümlerin değiştirilemeyeceğini söylüyor…

1. 3. ve 4. madde her devlette olmazsa olmaz ilkelerdir. Bunları tartışmak abesle iştigal sayılır.

Buna karşılık 2. maddede sayılan unsurlardan yalnızca laiklik ilkesini cımbızla çekip alarak tartışmak ve bunun üzerinden kamplaşmak neden ısrarla sürdürülür de, aynı maddedeki,

“Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı” temel ilkelerine bağlı olarak “insan hakları-Atatürk milliyetçiliği-demokrasi-sosyal devlet-hukuk devleti” ilkeleri üzerinden sürdürülmez?

De bunlar sözde konuşulur gerçekte gizlenir, tartışma dışında tutulur?…

Bizdeki millet/toplum, siyaset/devlet, ülke/vatan ve yasa/bağlılık anlayışı ve kavrayışının ve tecrübesinin burada bir rolü olmalı. Nasıl?

Hangisi olursa olsun bizde iktidarlar, devlettir: Devlet iktidar ayırımı akıllarda pek yer etmemiştir…

Günümüze gelirsek, iktidarlar normal bir demokraside olduğu gibi ücret karşılığı kamu görevi yapmak üzere seçildiklerini, denetlenebileceklerini, beceremezlerse değiştirilebileceklerini düşünmek istemezler:

Zira kendilerini “tanrının birer lütfu” olarak görmeye yatkındırlar, geçmiş örnekleri de böyle olagelmiştir…

Anayasaya göre iktidarlar, devleti “cinsiyet-renk-bölge-dil-inanç-partili” vs ayırımı gözetmeden “milli dayanışma içinde, adaleti gözeterek, sosyal, hukuka bağlı, insan haklarına dayalı” bir devlet olarak işletmek için vardır.

Bunun için devletin “polis-ordu-istihbarat-yargı-vergi” gibi zor gücünü ve imkanlarını “yasal olarak” kullanma “hak ve yetkisine” sahiptirler.

Özünde bunun için, bu sebeple iktidara “getirildiklerini” unutanlar, emaneten kendilerine verilmiş bu hak ve yetkiyi

İktidar gücü ve imkanlarıyla, yasal koruma zırhına bürünerek, sorgulanmaz ve yargılanmaz imtiyaz ve muafiyet sağlayarak,

Adaletsizlik, fırsatlara erişimde eşitsizlik, kayırmacılık, usulsüzlük, yolsuzluk, partizanlık, herkese ait olan varlıkları haksızca özelleştirmek gibi gayr-ı yasal işlere bulaşıp,

“Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışını” ihlal ettiğinde, bir şekilde iktidardan düşürüleceklerini düşünmezler.

O “tanrısal kudret” dahilinde böylesi bir anlayış oldum olası bize yabancıdır.

Dolayısıyla her iktidar kendisini “tanrının bir lütfu” olarak görür, “varlığıyla var olunan” fetişizmi yayar, “kendilerinin bekasını” devletin ve ülkenin bekası olarak yansıtır.

İktidarlar kendini böyle sanırken, ahali de bu sanıyı gerçek bilmeyi sever!…

Bize kalırsa laiklik tartışmasında asıl gizlenen husus burada yatıyor:

İktidar olmak, yasal zırha bürünüp sorgulanmaz ve yargılanmaz olmak, imtiyazlı olmak.

“Toplumun huzuru-milli dayanışma-adalet” ilkeleri bu sebeple tartışma dışında tutuluyor, laiklik tartışması ise bunları gündemden çıkartıyor.

Osmanlıcı-Cumhuriyetçi, Muhafazakar- Modernist, Laik-Anti laik söylemlerinin temeli de buraya dayanıyor…

Şu halde söylem ile gerçeğin aynı olmadığını, söylemin gerçekle her zaman uyumlu ve tutarlı olmadığını bilmekte büyük yarar vardır.

Tıpkı propaganda ile iknanın, istişare ile dayatmanın, biat/seçim ile diktanın, iktidar ile muhalefetin, yasaya bağlılıkla yasal güce dayanmanın aynı olmadıklarını bilmek gibi.

Başkalarını bilmem ama “Müslümanlar bir delikten iki kere ısırılmazlar” dendi.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *