“Dünya Kazananın, Ahiret Talep Edenin”dir

“Dünya Kazananın, Ahiret Talep Edenin”dir

Mücadele, bu dünyada ‘kazanmak’ üzerine yapılan mücadele değildir, “Haklı olmak-hak yolu kullanmak” kaydıyla mücadele etmenin kendisi mücadeledir. Bu hakkın batıla karışmasını engeller.

Hüseyin Alan

Kazananların nasıl kazandığı, ne pahasına kazandığı, ne dolaplar çevirerek kazandığı pek konuşulmaz, hatta bilinmez. Neden?

Tarihi genelde kazananlar yazdırdığı için olaylar ve olgular gerçeğinden saptırılmış, kullanışlı hale getirilmiş, muktedirler lehine yeniden kurgulanmış, fetişleştirilmiş kahramanlar icat edilmiştir.

Dolayısıyla kaybedenler suçlanıp kötülenmiş, bunların neden ve nasıl kaybettikleriyse pek yazılıp konuşulmamıştır…

Nasıl oluyorsa kazananların-muktedirlerin zarı hep “dü-şeş”, kaybedenlerin zarıysa hep “hep-yek” gelir! Zar mı hileli, masa mı ayarlı düşünmek-anlamak gerek!…

Tarih neden böyle yazılır: Tüm muktedirlerin iktidarını pekiştirmeye, iktidar sürelerini uzatmaya, haklılıklarını ispata ve tarihten devşirilecek meşruiyete ihtiyacı vardır, o sebeple.

İktidarın muhafazası ve bekası için “zor gücü” tek başına yetmez, hiç yetmedi. Çünkü başka bir zor ile çabuk devrildi, devrilir. Onun için

Tarihten devşirilecek meşruiyetle, zamana uygun ideolojik ikna ve söylemin tahkim edilmesi önemli, mutlak gerekli oldu…

Gerçekleri öğrenmenin yolu tıkalı mıdır? Hayır: Okullarda okutulan, halk arasında yayılan resmî tarihin dışında muhalif tarihçilikte vardır, meraklısı onu da takip ederek, iki tarihsel nakli-anlatımı kıyaslayarak gerçeğe ulaşır.

İngiliz tarihçi Martin Bernal’in ‘tarih, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir’ sözü, kulaklara küpedir…

Ahiret nasıl talep edenindir? Talip kimdir?

Ekonomi ilminde, bir mal yahut hizmet alımı için duyulan ‘istek-arzu’ talep değildir,

O istek ve arzu, para ile satın alınarak gerçekleştirilir, mal-hizmet el değiştirirse talebe dönüşür: Talep sayılır. Kayda geçer.

Ahiret talep edeninse, talibin ‘namussuzlarla’, ancak ‘namuslu olarak’ mücadele etmesi halinde talebi geçerli sayılır. Kayda alınır…

Dua, bir ‘dilek-arzu-istek’ midir yoksa bir talep midir? Herhalde istek ve arzunun gereği yerine getirildiği zaman o duygu talebe dönüşür.

Fatiha suresindeki ‘bizi gazaba uğrayan ve sapanların yolundan ayır’ duası-isteği-arzusu,

‘Dosdoğru yola ilet-gireceğim’ şartının ‘mal ve can’ ile desteklenip gereği yerine getirildiğine ancak talep sayıldığı gibi…

Talebi, İslam dininde “cihat” kavramı ile izah edebiliriz: Cihad, iki temel şarta dayanır:

1: “Batılı ve zulmü” ortadan kaldırmak, onların yerine “hakkı ve adaleti” hükümran etmek.
2: “Meşru müdafaa” yani Allah’ın emirleri-yasakları-tavsiyeleri doğrultusunda Müslümanca yaşama hakkı ve bu hak üzere olan Müslüman varlığının müdafaası.

Yani, namussuzlarla namuslu muhteva ve şekilde mücadele…

Mücadele, bu dünyada ‘kazanmak’ üzerine yapılan etkinlik veya mücadele değildir:

“Haklı olmak-hak yolu kullanmak” kaydıyla mücadele etmenin “kendisi” mücadeledir. Bu hakkın batıla karışmasını engeller.

Unutmayalım: Allah’a iman etmiş müminler grubu, “işlerin” Allah’ın elinde olduğundan şüphesi olmayan Müslüman cemaat-millettir.

Ne denmişti: Ahiret talep edenindir. Bırakın dünyayı kim, nasıl kazanıyorsa kazansın. Bunlara özenmeyin.

Çünkü bunlar için hesap günü yok, olduğunu söyleseler dahi yok!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *