İnsani Yardım ve İyilik Hareketleri

İnsani Yardım ve İyilik Hareketleri

Yardımlaşma ve dayanışmanın esas alındığı toplumsal yapılar, iktisadi ve sosyal düzenler, din temelliydi.

Hüseyin Alan

İnsanlığın başından beri var olan işlerdendir. Masum olduğu tarihsel dönemlerde ve toplumsal şartlarda bir vazife bilinir, hak dağıtımı olarak görülür, gönüllü ve karşılıksız olarak yapılırdı çünkü: 

Yardımlaşma ve dayanışmanın esas alındığı toplumsal yapılar, iktisadi ve sosyal düzenler, din temelliydi. 

Toplum içinde desteğe muhtaç acizler, ihtiyaçlı olan yaşlı, dul ve yetimler toplumun bir parçasıydı. Din, tüm bu işleri düzenler, sınırları tayin ederdi..

Bu işi, bu günkü dünyanın şekillendiği Batı merkezli ‘ilerleme-kalkınma-refah’ gibi vaadlerin yeşilleneceği tarihsel köklerine götürdüğümüzde, iki ana kategoriye ayırabiliriz:

Geçmiş medeniyetlerin, Batı medeniyetinin doğumu için var oldukları, vazifelerini tamamlayıp öldükleri, artık geriye dönmeyecekleri, Avrupa merkezli tek tarih anlatısıdır, başka bir tarih de yoktur.

Bu tarih anlayışına göre kategoriler ‘kapitalist nitelikli emperyal yayılma dönemi öncesi ve sonrasıdır’…

Grek ve Roma dönemi ve feodal devrede sınıflı bir toplum vardı, yurttaş olmayanlar ve köleler efendilerinin insafına terk edilmişti. 

Savaş yaralıları için hastaneler, onların yetimleri için yetimhaneler resmî hizmet olarak verilirdi. Hatırlanırsa tıp bilimi de askeri bilimdi. 

Roma’da Kiliseler devreye girdiğinde işin çapını daha da genişletti: Köleler, dullar ve fuhuş kaynaklı babasız çocukları da kuşatacak biçimde etkinleştirip kurumlaştı ve yaygınlaştırdı. 

Bu faaliyetleri elbette karşılıksız yapmıyordu: Dulların mirası, yetim sayılan nikahsız çocukların babaları gösterilen erkeklerden alınan bağışlar.

Bağış ve yardımlar da iki türlü sağlanıyordu. Seküler devlet: bu hususta topladığı vergiye, kutsal kilise: cemaatinden topladığı bağışlara bahane gösteriyordu. 

Her şeye rağmen emperyalizm öncesi yardım faaliyetleri ve iyilik hareketleri yereldi, ülke çapındaydı, gönüllüydü. Emperyalizm sonrasına kıyasla pek ala masum sayılırdı…

Emperyal dönem, yeryüzü çapına yayılan vurgun ve kıtal dönemi olduğu için her bakımdan ilklerin yaşanacağı dönemlerdir.

Batı Avrupa’dan çıkıyor, kıtalara gidiyor, uzak doğuyu, Afrika’yı, Amerika’yı il il, bölge bölge, ülke ülke işgal ediyor, sömürge yapıyorsunuz: yüz yıllarca.

Bu işler ilkin askeri güce, savaş gemilerine ve ateşli silah üstünlüğe dayalıdır, ama yalnızca bu tek başına zor ve zorbalıkla sürdürülemez iştir.

Tapusunu üzerinize geçirip müstemleke yaptığınız iller ve ülkelerde satın alınmış bürokratlar, komutanlar, tüccarlar ve eşrafla kurulan ittifaklar çok işe yarasa da, süreklilik için bu da yetmezdi.

Sömürgeciliğin devamı ve istikrarı için ideolojik ikna şarttı: diline, kültürüne, sosyal dokusuna, değerlerine, iklimine, tarihine yabancı olduğunuz toplumları, işgale karşı isyandan koruyacak en etkili tedbir budur. 

İdeolojik ikna söylemi içinde ‘uygarlık, özgürlük, gelişmişlik, bilim, teknoloji transferi ve misyonu yanında, ‘Hıristiyanlık’ misyonerliği de bu sebeple vardır..

15. yüzyılla başlayan ‘işgal, soygun, kıyım’ hareketlerinin öncüsü ‘kaşifler’, gözü kara tüccarlar, komutanlar, maceracılar, coğrafyacılar, tarihçiler ve papazlardır.’ Bunların tümü kurtarıcı ‘Mesih’tir.’

Görüntüde gittikleri yerlere ‘medeniyet’ götürenler, ‘ilkel-vahşi-ruhsuz-yerli’ halkı ‘medenileştirme’ ve dini bakımdan yüceltip ikna etme yönteminin büyük etkisinin ve yararının bilincindeydiler. 

Kapitalist tüccar gittiği yerde talan, soygun ve vurgun yapıyorken; ordu kıtal yaparak güvenliği sağlıyor, bilimciler sosyal dokuyu çözüyor, papazlar ahaliyi Hıristiyanlaştırarak tanrı adına ikna işiyle meşgul oluyordu. 

Hıristiyan misyonerleri yardım kuruluşları oluşturarak, yetimhaneler kurarak, dul bakım evleri açarak hem iyilik hareketleri hem de eğitim faaliyetleri yürütüyordu. 

Bu işler için mali destek, ilkin krallar ve tüccarlardan, sonra yerli ahalinin sırtından sağlanıyordu.

Yardım faaliyetleri ve iyilik hareketi işinde yalnızca papazlar yoktu, gönüllü, fedakâr, şüphesiz iyi niyet taşıyan, erdemli, fazıl insanlar da vardı. Ama bunlar asıl gerçeği değiştirmiyor, etkilemiyor ve organizasyonların neye yaradığı hakikatini yansıtmıyordu…

Dünyanın ulus devletler şeklinde parsellendiği, sınırlar ve gümrüklerle çevrildiği, başka bir yere seyahatin vizeler ve meta hareketinin kotalarla izne tâbi olduğu neo-kolonyal dönemde yaşıyoruz, kabaca 80 yıldır.

Küreselleşen kapitalist ekonomik sistemin bir taraftan yarattığı, diğer taraftan sistemi yeniden üreten sermaye sahibi azınlık bir grup, onların mali ve maddi çıkarları, metropol kentler ve ülkelerce desteklenmektedir. 

Vurgun, soygun ve mali sömürü taşradan merkezlere giderken, merkezlerden taşraya emir ve değerler sistemi gitmektedir. 

Özetle, küresel kolonyal sömürü dünya düzeninde, herkese ait olan ortak kaynaklar ve beşeri enerji hala talan ediliyor, insanlar hala öldürülüyor, bağımsız geçim kaynakları hala yok ediliyor. İnsanlar hala açlığa, yoksulluğa ve çaresizliğe mahkum ediliyor.

Yardım faaliyetleri ve iyilik hareketleri de doğal olarak döneme uygun şekil değiştirerek kaldığı yerden yoluna devam ediyor…

Ulusal sınırlarla çevrili ülkelerde, uluslararası çapta yardım faaliyetlerinin yapılması, küresel sistemin izni, sermayenin desteği ve teşvikine tâbidir. 

Sermaye bunu niye yapar? 

1. İnsanların olup bitenlerden haberi olmaması için yoksulluk ve sefalet görüntülerine dikkat çekiyor, şöhretli sanatçı ve politikacılarla görsel görüntülü reklamlar yapıyor, dijital gösterilerle vicdanlara ve cüzdanlara hitap ediyor.

2. Onca zengin kaynaklara, tabiata, iklime ve imkanlara sahip olan ülke ve bölge insanlarının, nasıl oluyor da yoksul ve sefil kaldığını, yardıma muhtaç duruma düşürüldüğünü sordurtmuyor, tartıştırmıyor. Gözlerden saklıyor.

3. Temiz suya, geçimlik kaynağa, sağlıklı yaşama hasret giden milyarlarca insanın, niye bu duruma düşürüldüğünü bu sayede perdeliyor.

4. Ve tüm olup bitenlerle, kapitalist ekonomik sistemin ve demokratik siyasetin ilişkisini kurdurmuyor..

Mevcut dünya sömürü düzeninde yardım faaliyetleri ve iyilik hareketlerine dahil olanlar içinde de şüphesiz iyi niyetli, yardımsever insanlar vardır. Takdire şayan işler de yapıyorlardır.

Fakat bunlar da işin gerçeğini, büyük resmi değiştirmiyor…

Kapitalist ekonomik ve demokratik dünya düzenine eklemlenmiş Müslümanlar için bir iki kelam edecek olursak: İşi bu olan, işi mesleğe döndüren profesyonel etkinlikler, Müslümanı var oluş sebebinden kopartıyor, kraliçenin muhalifi gibi sivil bir ‘aktivist’ yapıyor, dar amaca ve alana hapsediyor. 

İşin ahlaki boyutu bir yana, işin gereği, bu işi yapan kurumun ve ülkesinin reklamının zorunluluğu, işi doğal olarak metalaştırıyor/ticarileştiriyor. 

Dahası, yerelde ve küreselde olup bitenler, gerçek sorumlu olan siyaset işini konuşup tartışmaktan alakoyuyor. 

Sömürü, talan ve kıyım temelli iktisadi sistemin varlığını ve bekasını sağlayan iktidarların tanıdığı imkanlar dolayısıyla onları konuşturmayıp perdeliyor.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *