Adalet ve Kıst

Adalet ve Kıst

Adalet ve kıst kavramlarının her ikisinin Hucurat 9’uncu ayette peşi peşine kullanılması bize iki kelime arasındaki farkı daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Adalet ve Kıst

İlyas Yorulmaz

Konu ile ilgili bir genelleme yaptığımızda, insanlığın birlikte yaşadığı şu arzda hem fert olarak ve hem de toplum olarak en çok ihtiyaç duyduğu şey, insan olarak dengeli ve hak ettiğini elde edecek bir ortamda yaşamaktır. Toplumların uzun ömürlü olabilmeleri için, yaşadığı bu ideal ortamın oluşturulması ve oluşturduğu ortamın devamlılığı, adalet ve kıst kavramlarını gereği gibi uygulayan toplumun adil ve hakkaniyet sahibi yöneticilere ihtiyaçları var. O da yetmez! Yöneticilerin sapmaları görüldüğünde yöneticileri düzeltecek yönetilen insanlara da ihtiyaç var. Buradan çıkacak sonuç, toplum bilincinin adalet ve kıst kavramının yeterli derecede hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin kavramış olmasına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, birlikte yaşayan insanlarda fertlerin inisiyatifine, uygulamasına bırakılırsa o toplumda birlik beraberlik hak ve hukuk beklemek mümkün olmaz. Bu nedenle binlerce yıllık insanlık tecrübesi, bu konuda elde ettikleri uygulamalar sonucunda devletleşmek ve devlet içinde ihtisaslaşmayı toplumun fertlerine doğru bir şekilde anlatmak, eğitmek ve kurumlaşmalar ile dengeleri sağlama bilinçli toplumların yapacağı bir iştir.

Devletleşmiş toplumlar, birlikte yaşadıkları insanlar arasında uyulması gereken konuları yazılı yasalar haline getirirken, insanlar arasındaki ilişkilerde adaleti (dengeyi) gözetmek ve uygulamada adaleti yerine getirmek, toplumların varlıklarını devam ettirmesinde zorunluluktur. İnsanlar arasında adaleti (eşitliği) sağlayamayan toplumlar zulüm (haksızlık) yapıyorlar demektir ki, bu şekilde zulüm üzerine varlıklarını devam ettiren toplumların en kısa zamanda yok olması anlamına gelmesi de mukadderdir (10/13). Adalet (eşitlik) kavramı insanlar arasında istisnası olmayan vazgeçilmez bir haktır. Yüce yaratıcımız Allah, insanı yaratırken (insan sözcüğü çoğul bir kavram olarak kullanılması gerekir, istisnalar bu kuralı bozmaz), her insanı dengeli (adalet üzere) yarattığını hatırlatarak, âdil (adaletli olan) yaratıcısının yaratışta, her insanın kendi nezdinde eşit olduğunu bildiriyor. “Ey İnsan! Her şeyi sana cömertçe veren Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki, seni yaratan, sana bulunduğun şekli veren ve seni dengeli (yaşadığın dünya hayatının her türlü ortamına uyum sağlayacak biçimde) yapan, sana dilediği şekli veren ve dilediği maddelerin karışımı (su, yağ, tuz, madensel bileşikler, kan vs.) ile meydana getirip var edendir.”(82 İnfitar 6-8) Yaratıcı nezdinde insana karşı dengeyi bozan, insanın yaratıcı ile ilişkisinin yaratıcının indirdiği kitab’da belirlediği kurallara, emir ve yasaklarına itaati, teslimiyetteki samimiyeti ve amelleri belirler. 

Bakara suresi 48 ve 123 ayetlerde Rabbimiz, kulunun dünya hayatında yapmış olduğu yanlışların, yeniden diriliş gününde karşılığını kendinden giderecek hiçbir varlığın olmadığını ve yaptığı hataların karşılığında hiçbir karşılık alınmayacağı (verecek fidyesi olmadığı) bildirilmektedir. Hesap gününün tek sahibi yüceler yücesi Allah her şeyin sahibi olarak, kullarının dünya hayatında yapıp ettiklerinin karşılığını adil bir şekilde belirleyip, her insanın hak ettiği karşılık olarak yerleştirildiği mekân, cennet veya cehennem de olsa, yerleştiği yerin sahibi değil, bireyin kendisine layık görülen yaşam alanıdır. “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiçbir kimse, diğer bir kimsenin cezasını ödeyemez, o kimseden şefaat kabul edilmez, cezasını karşılayacak bedel-karşılık alınmaz ve onlara yardım da edilmez.”(2 Bakara 48-123) Bu ayeti kerime’de kullanılan “adl / üdül” kelimesi azabına hükmedilen kişinin hatalarının/suçlarının affedilmesi karşılığına gelecek değer, varlık anlamınadır. Hesap gününde azaptan kurtulmanın karşılığı olan varlık insan için ne olabilir ki? “(Hesap günü) Yeryüzünde olanların tamamı ve bir misli daha nefislerine zulmedenlere ait olsa, kıyamet gününün kötü azabından kurtulmak için, hepsini feda ederlerdi.”(39 Zümer 47) İnsanların yeniden diriltileceği gün insanın sahip olduğu neyi var ki, azaptan kurtulmak için onu feda edecek? Rabbimizin bildirdiği gelecekle ilgili şu haberi hatırlayalım. “Sizleri daha önce ilk defa yarattığımız gibi, dünya hayatında size verdiğimiz her şeyi arkanızda bırakıp terk ederek, bize yalnız başınıza geleceksiniz.”(6 En’am 94) Evet, hesap günü diriltildiğimizde, dünya hayatında, anamızdan hiçbir şeyin sahibi (hatta örtecek bir donumuz dahi) olmadan doğduysak, yeniden diriliş gününde de çırılçıplak, hiçbir şeyin sahibi değilken, yalnız başımıza hesap vermek için insanlık olarak Rabbimizin huzurunda olacağız. Tüm insanların hesapları görülüp Rabbimiz tarafından hükümleri verildikten sonra, mutluluk yurdu cennet hayatını hak edenlerin ipek ve atlas kumaşlardan elbiseler giyecekleri, altın ve gümüşten yapılmış bilezikler, takılar takacakları (76/21) bildirilmektedir.

Rabbimiz En’am 1 ve 150, Neml 60 ayetlerde “adele” fiilini şimdiki zaman/geniş zaman kalıbında “ya’dilûn = eşit tutuyorlar, denk yapıyorlar” anlamında kullanmıştır. Rabbimiz En’am suresi 1’inci ayette “Gökleri ve yeri yaratıp, sonra karanlığı ve aydınlığı var eden Allah, yalnızca övülmeye layık olan O’dur. Buna rağmen gerçekleri inkâr edenler, yaratmada başkalarını Rablerine denk (eşit) tutuyorlar.”(6 En’am 1) müşrik inkârcıların göklerin ve yerin yaratılışında Allah’dan başkalarının da yaratmada Allah’ın ortakları olduğunu iddia etmelerini, kendisine yaratmada başkalarını denk görüyor ve kabul ediyorlar anlamındaki ya’dilûn fiili ifade ediyor. Aynı şekilde müşriklerin Allah’dan başkalarının haram etme yetkilerinin olduğunu iddia etmekle Allah’dan başkalarının da haram hükmü koymada yetkilerinin olduklarına inanıyorlar ve haram-helal koymada, belirlemede Allah’ın dengi, eşidi olduklarını kabul etmiş olmakla o varlıkları veya kişileri Rabb yerine (9/31) koymuş oluyorlardı. “De ki: Allah bunu haram etti dediğinize dair, şahitlik edecek şahitlerinizi getirin. Eğer şahitlik ederlerse, onlarla beraber sakın ola ki şahitlik etme, ayetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine (haram koymada) başkalarını (Allah’a) denk tutuyorlar.”(6 En’am 150) Haram koyma (yasaklama) konusunda Allah’ın kitabında olmayan haramlar, ilmihal kitaplarında Allah’ın elçisi Muhammed (as)’a dayandırılarak haram edildiği iddia edilmektedir. Kur’an’dan önce kendilerine vahy indirilmiş insanların Allah’ın elçilerinden sonra kendilerine Allah’dan başka ilahlar ve Rabler edindiklerini Kur’an ihbar ediyor ki, biz Kur’an’a inananlar aynı hatayı yapmayalım. “Yoksa gökleri ve yeri yaratan, sonra size gökten suyu indiren birisi mi var? O suyla, sizin bir ağacını dahi bitirme gücünüzün olmadığı, güzel ve hoş bitkileri biz yetiştiriyoruz. Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır, onlar (ilah ve Rabb edinmede) başkalarını Allah’a denk tutuyorlar.”(27 Neml 60) Kur’an indirildikten ve Allah’ın elçisi vefat ettikten sonra, kendilerinin müslüman olduğunu iddia eden, fakat kendileri gibi yaratılmış insanlara teslim olmuş ve o insanlarda ilahi özellikler gören ve o özellikleri kabul eden, onlara gavs, kutup, veli, mürşid isimlerini verdikleri insanları, yaşadığımız şu günümüzde de görebiliyoruz. Çoğu insanımızın, dili ile o insanlara ilah, Rabb demese de, bir ilah’da ve Rabde olması gereken özellikleri yaratılmış olan insanlarda görmesi bile, o kişi veya kişileri ilah ve Rabb edindiğinin kanıtıdır. 

Adalet kelime olarak, biz insanların eşitlik, denklik, haklar (hukuk) anlamında kullandığımız ve insani ilişkilerde aradığımız bir kavramdır. Aynı arzı paylaşan insanlar için, yeri ve zamanı geldiğinde adaleti arayan, yerine getirilmesiyle barış ve huzuru sağlayan, olumsuz halinde de dünyasını yıkan bu kavram, insanlığın devamı için vazgeçilmez yaşam kaynağıdır. Kâğıt üzerinde kalmış adalet, pratik hayatta uygulama alanı bulamuyor ve insanlar ihtiyaçları olduğunda eşitlik (adalet) konusunda mağdur oluyorsa bu zulüm demektir. Bir toplumda haksızlıklar (adaletsizlikler) çoğalıyor, yaygınlaşıyorsa ve göz yumulup görmezden geliniyorsa, o toplum kendilerinin yok olmasını, kendi elleri ile hazırlıyor demektir. “Biz bir kasabayı yok etmek istediğimiz zaman, o kasabanın önde gelenlerine, o beldeyi fesat yuvası haline getirmelerini emrederiz. O zaman o kasabada fesat yayılır ve bozgunculuk yapanlara karşı vaat ettiğimiz azap sözü onların üzerine hak olur. Sonrada o beldenin altını üstüne getiririz. Nuh’dan sonra gelen nice nesilleri yok ettik. Senin Rabbin kullarının günahlarından haberdar olan ve yaptıkları her şeyi görendir.”(17 İsra 16-17) Yarattığı sistemde her şeyi adalet (denge) üzere yaratan Allah, insanın yaşadığı yeryüzüne koyduğu bu dengeyi bozmak veya devam ettirmek tamamen insanın inisiyatifine bırakıyor. Eğer insan dengeyi devam ettirirse insanlığın mutlu olmasını sağlayacak, eğer dengeyi bozarak, toplumsal düzeni ifsad ediyorsa insan, toplumsal mutluluğunu kendi eliyle yıkması anlamına gelecektir.

“Kıst” kavramı “Kaseta (Kaf+Sin+Tı) üç harfli fiilinin mastarı olup, mazi (geçmiş zaman) ve muzari (şimdiki-geniş zaman) fiili olarak Kur’an’da hiç kullanılmamıştır. Yalnızca Cin suresi 14 ve 15’inci surelerde iki defa “kaseta” fiilinin çoğul ismi fail (قاسطون = kâsitûn) kalıbında iki defa kullanılmış olup olumsuz olarak “haksızlık yapan, adaleti yerine getirmeyen” anlamında kullanılmıştır. “Bizim içimizden Allah’ın indirdiğine teslim olanlar olduğu gibi, Allah’ın indirdiğine karşı haksızlık yapan zalimler de (kâsitûn) var. Rabbine teslim olan kimse, doğru olana hemen sarılıp yerine getirenlerdir. Allah’ın koyduğu hükümleri reddeden zalimler (kâsitûn) cehenneme odun olacaklar.”(72 Cin 14, 15) Bu ilginç “kaseta” fiilinin kullanımı, arap dili gramerinde bir harf ilaveli “if’âlün” kalıbında “iksâtun” olarak kullanıldığında, fiil olarak “ekseta = Adaletli oldu, adaleti yerine getirdi” olumlu bir anlam kazanmaktadır. Bu izahla “adele = adaletli oldu, eşit davrandı, tam dengeli yaptı” fiili ile “ekseta = haksızlık, zulüm yapmadı, adaleti yerine getirdi” fiili, hemen hemen aynı anlama geldiği halde, niçin farklı kelimeler kullanılıyor? şeklinde bir soru insanın aklına gelebiliyor. Evet, doğru bir tesbit ve doğru bir soru. Adalet konusu tamamen insanlar arasında belirlenen insan haklarında her insanın eşit olduğu bir kavramdır. İnsanın konumu ve statüsü ne olursa olsun, insan haklarında sapma ve farklı uygulama adalet anlayışını, dengeyi bozar ve insan haklarında yapılan, kişilere göre farklı uygulamalar zulüm (haksızlık) anlamına gelir. 

“Kıst adaleti” kavramının alanı “liyâkât, istihkak, ihtisas ve oran adaleti” alanlarıdır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde görev ve sorumluluk dağıtımı kişilerin eğitim, tecrübe ve beceri durumları bilinmeden rastgele görev dağıtılması kıst alanının dışına çıkılmasına ve kargaşaya, düzenin bozulmasına sebeb olur. İhtiyaç durumunda liyakat (verilen görevde ehil olma) dediğimiz yeterliliği gözeten, görevi hak edene veren yetkili “Muksit”, adaleti yerine getiren kişi demektir. “Allah, size sorumlulukları ehillerine vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel tavsiyelerde bulunuyor. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.”(4 Nisa 58) Liyakat (layık olma) dediğimiz ihtisas (ehliyet) ve istihkaka (görevi hak etme) devlet kurumlarında ve sivil müesseselerde öncelik verilmesinin, ekonomik gelişmeyi ve toplumsal refahı artıracağı kesindir.

İhtisas alanları kişilerin eğitimi ile birlikte tecrübe ve deneyimleri konusunda oluşturdukları mesleki sınıflaşmalar sonucunda, ihtiyaç halinde kendisine yetki verilen kişi, yeri ve zamanı geldiğinde bunları toplum hayatına uygulayarak, kıst kavramının vazgeçilmez uygulamasını örnek olarak göstermelidir. İhtisasını (eğitimini) belli bölümlerde yapmış insanları, eğitimini almadığı konularda görevlendirmek, toplum düzenine yapılacak en büyük adaletsizlik, haksızlık ve kıst alanının dışına çıkılması sebebiyle, toplum düzeninin bozulması anlamına gelir. 

Kıst adaletinin en çok arandığı oran adaletinin uygulama alanı, miras taksimi, ceza hukuku alanı ve ihtiyacı olan fakirlere yardım edilirken oran adaletinin ön planda tutulması gereken alanlardır. Nisa suresi 7 ve 14’üncü ayetlere baktığımızda, ölen bir kişinin bıraktığı terekenin, o kişinin mirasçılarından varsa ana, baba, eş, çocuklar, (çocuklar yoksa) kardeşler arasında miras taksimi eşit oranda paylaştırılmaması, hüküm koyucu Allah’ın terekenin dağıtılmasıyla ilgili ayetlerde belirlediği farklı oranlarda dağıtılması Rabbimiz tarafından emrediliyor. Rabbimiz miras taksiminde belirlediği dağıtım oranlarının dışında uygulanılması halinde, 14’üncü ayette Allah ve elçisine isyan olarak kabul ediyor. Rabbimizin Kur’an’da belirlediği miras taksimindeki dağıtılma oranları seküler düşünce ve yaşamı tercih edenler tarafından zulüm olarak kabul edilmektedir. Ancak Allah’a ve hesap gününe inandığını ve müslüman olduğunu iddia edenlerin (içlerinde ilahiyatçılar da var) ve “Allah’ın erkeğe iki, kıza bir hisse vermesini kabul etmeyen ve Allah kullarına zulmediyor” diyenlere şahit olduğumu söyleyebilirim. Rablerine meydan okurcasına bu sözleri söyleyenlerin “Ben Allah’a inanıyorum, müslümanım” söylemleri, iddiaları ne kadar samimidir? Allah bilir.

Ceza hukukunda birbirinin aynı olan olaylarda, fiil olarak işlenilen aynı iki veya daha çok olaylarda kasıt veya hata durumlarına göre, hâkimler tarafından verilen farklı cezalar, kıst adaletinin gereğidir. İnsanın elinde olmadan, kasten (bilinçli) yapılmamış olaylar ile taammüden (planlayarak, bilerek yapma) yapılmış benzer aynı olaya hüküm vericinin kanaat yoluyla hüküm vermesi kıst uygulamasıdır. 

Yardım yapılan yardıma muhtaç ailelere, nüfus sayılarına göre yardım yapılması kıst adaletine en uygun olanıdır. Bilhassa günümüzde ramazan ayında hazırlanan yardım paketlerinin içerikleri aynı olarak hazırlanmaktadır. Bu yardımlarda, beş kişilik aileye de iki kişilik aileye verilen kadar veriliyorsa bu adil olmayan bir kıst adaleti uygulamasıdır. 

Rabbimiz, dünya hayatında iman edip salih amel işleyerek hesap gününde huzura gelecek kullarına, Allah’a gereği gibi kulluk etmelerinin karşılığını kıst adaleti ile vereceğini Yunus suresi 4’üncü ayetinde bildiriyor. “Toplu halde hepinizin dönüşü O’nadır. Allah’ın (diriltip hesaba çekme) vaadi mutlaka gerçekleşecektir. İlk yaratmayı yapan O, sonra da iman edip doğru işleri yapanlara, tam bir adalet içerisinde hak ettikleri karşılıkları vermesi için, onları yeniden diriltip, kendisine döndüren de O’dur. Bunun yanında, doğruları inkâr etmiş olmalarından dolayı inkârcılara, kaynayan sudan içirecek ve can yakıcı bir azabı verecek de O’dur.”(10 Yunus 4) Bu ayette Rabbimiz Allah’ın hesap gününde kulları için uygulayacağını bildirdiği “kıst adaleti” kavramından şahsen benim çıkarttığım anlam şudur. Rabbimizin “Kimin terazisi ağır gelirse, o razı olacağı bir hayat yaşayacaktır.” diye haber verdiği Karia 6-7 ayetinde, iman edip salih amel işleyen kullarının yaptığı iman ve amel yönünden her şey, adil bir şekilde, hiçbir kuluna en ufak bir haksızlık yapılmadan terazilerde tartılacaktır. Çıkan sonuçlar, en büyük rakamdan başlayarak, sırayla aşağıya en küçüğe doğru belirlenecek. Bu benzetmeyi biz insanların kullandığı LYS sınavlarına benzeterek anlatmaya çalışıyorum (verdiğim bu örnek, o gün de böyle uygulanacak demek yanlış olur, o günün anlaşılması için bir izahtır). Kesinlikle böyle olacak demek bizim haddimiz değil, Rabbimizin ayetlerini anlamaya çalışmaktır. Bundan sonraki aşamada “Allah’dan korunanlar (muttakiler) gruplar halinde cennete sevk edilecek.”(39 Zümer 73) ayetinde olduğu gibi, insanların amellerinin tartıların sonuçlarından çıkan Rabbimizin belirlediği sıraya göre, onlara vaat edilen cennetlere gruplar halinde yerleştirilecek. Ayeti kerimede kullanılan kıst adaleti ile kullarına hüküm vermesinden sonra, Rabbimizin kulları için hazırladığı mutluluk mekânlarına ilk sevk edilenlerle son sevk edilen insanların yerleştirildiği mekânlarda farklılıkların olabileceğini düşünebiliriz, çıkartabiliriz derim.

Adalet ve kıst kavramlarının her ikisinin Hucurat 9’uncu ayette peşi peşine kullanılması bize iki kelime arasındaki farkı daha iyi anlamamızı sağlıyor. İnanmış iki ayrı toplumun aralarındaki savaşlarına şahit olan üçüncü bir inanmış toplumun, onların savaşlarına engel olmak için araya girmelerini ve savaşma sebebi olarak biri diğerine haksızlık yapıyorsa, haklı tarafın yanında haksızlık yapanla savaşılması isteniyor. Eğer aralarında sulh yapmak istiyorlarsa, arabulucu olanların, her iki tarafa “Fe eslıhû beynehuma bil adli = aralarını adaletle düzeltin” âdil, tarafsız olarak yaklaşılmalı ve bunu her iki tarafa göstermelidirler. Yanlı, peşin hükümle arayı bulmaya çalışmak, başta adaletsiz bir şekilde arabuluculuk yapılmak anlamına gelir ve arkasından verilecek karar da adil olmayacağı kesindir. Eğer tarafsız bir şekilde karar verilecek olursa, her iki tarafın dinlenilen ifadelerine göre, haksız tarafın yaptığı haksızlığa göre hak ettiği yaptırım kararını vermek kıst adaletinin yerine getirilmesi demektir. “Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşıyorlarsa, her iki grubun arasını düzeltin. Eğer iki gruptan birisi haksızlık yapmakta devam ederse, haddi aşıp haksızlık yapanla, Allah’ın emrine uyuncaya kadar, siz de onlarla savaşın. Eğer savaşmaktan vazgeçerlerse, her iki grubun arasını adil (aralarında ayırım yapmadan) bir şekilde düzeltin ve adaletle hükme bağlayın. Şüphe yok ki Allah, adaletle hüküm verenleri sever.”(49 Hucurat 9)

Benim için şahsen beni en çok etkileyen, adil, insanların haklarına önem veren, hayranı olduğum ayetlerden en önde gelenlerden birisidir. Bir müslümanın insan hakkı ve adalet uğruna nefsini ve ana babası da olsa hak uğruna doğrunun ortaya çıkmasını sağlamak için, doğru olanı ortaya çıkarmak ve hak doğru ne ise, onu tercih etmeyi öğreten ve terbiye eden ilahi bir öğretidir. Normal şartlarda tarafsız düşünen bir insanın bu ayet karşısında etkilenmemesi mümkün değil “Ey iman edenler! Allah için, adaletin yerine getirilmesi uğruna şahitlikleri yerine getirenlerden olun. Şahitlik ettiğiniz konu kendi aleyhinize veya ana babanızın veya yakın akrabalarınızın aleyhine de olsa, onlar gerek zengin olsun gerekse fakir olsun, Allah şahitlik edilenle şahitlik edene yakın olduğu için, neye şahitlik ettiyseniz onu yerine getirin. Sakın ola ki adaleti yerine getirmede arzularınıza uymayın, eğer şahitlik etmekten kaçar veya yüz çevirirseniz, şunu bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Bu konudaki davranışlarınızı, hesap gününde soracaktır.)”(4 Nisa 135) Yaşadığımız dünya hayatında, hangi beşeri sistemde insanlık adına, bu ayetteki gibi başka bir insanın hakkı için, başkalarını kendi nefsi ve en yakın aile fertleri aleyhlerine fedakârlık istemesi var. Allah’ın ayetlerini doğru anlayan, fıtratlarını bozmamış insanların Allah’ın ayetlerine teslim olması şaşılacak bir durum değildir. Tam aksine Rabbimizin ayetlerine teslim olunmaması kesinlikle bir hastalığın belirtisidir. Yüce Rabbimiz Allah hem bu dünyada ve hem de ahirette her şeyin sahibidir. Yaratıcı olarak yarattığı insan kullarından kendisini, insanlar için gönderdiği kitapta nasıl tanıtmışsa, o şekilde tanıyıp iman etmesini ve insanlara neyi emredip, neyi yasaklamışsa onlardan uzak durup teslim (müslüman) olmayı istemektedir. Allah’a ve kitabı Kur’an’da belirlediği iman edilmesi gerekenlere iman edenlere emrettiği güzel ve yararlı işleri yapanlara yaptıklarının karşılığını bire on, bire yediyüz gibi kıst (hak edene fazlasıyla) adaleti ile karşılık vereceğini bildirmiştir. Yanlış ve hata yapanlara, yaptıklarının karşılığını bire bir vermesi O’nun adaletinin, yanlış yapana misli ile ceza, Allah’ın kullarına merhametinin göstergesidir. 

Allah ile kulları arasında ve insanlar arasında rızıkta adalet (eşitlik) yoktur.

Kâinatta her şeyin yaratıcısı Allah, kendisinden başka ilah olmayan, her şeyin Rabbi olarak yarattığı hiçbir varlığa benzemeyen “Göklerin ve yerin yaratıcısı, sizin kendi cinsinizden eşlerinizi ve aynı zamanda hayvanlarınızı da eşler halinde var etmiştir. Sizi o eşlerden çoğaltıyor. Hiçbir şey O’nun (Allah’ın) benzeri değildir. O işiten ve her şeyi görendir.”(42 Şura 11), dengi ve benzeri olmayandır. “Hiçbir kimse, O’nun dengi ve benzeri olmamıştır.”(112 İhlas 4) Allah’ın benzeri ve dengi olmadığını her insan bilir ama insanlar kendilerini yaratan Allah’a yakın olmak adına, kendilerini Allah’a yamamışlar ve Allah’ın parçası olduklarını insanlara kabul ettirdikten sonra Allah’dan rol kaptıklarını iddia etmişlerdir. İnsanlar bu iddiaları ve kabullerini Rabbimiz kitabı Kur’an’da “İnsanlar, Allah’ın yarattığı kullarından bir kısmını Allah’ın parçaları yaptılar. (Böyle yapmakla) Gerçekten insanlar Rablerine karşı açıkça inkârcı kesilmişlerdir.”(43 Zuhruf 15) diye bildirmiştir. Dikkat edilirse ayetin sonunda “Gerçekten insanlar Rablerine karşı açıkça inkârcı kesildiler” ifadesi, insanların bir kısmını Allah’ın parçası yaparak “Allah’ın eşi, Allah’ın oğlu, Allah’ın kızları, Allah’ın dostları, Allah’ın adamı, Allah’ın arkadaşları, hatta kendilerini Allah’ın kendisi olduğunu iddia eden vahdeti vücutçular kendilerini ve kainattaki her yaratılmış varlığı Allah bir parçası olduğunu iddia etmişlerdir. Fütursuzca, sanki Allah’ın ayetlerini yalanlarcasına, “Siz Allah’ın dediğine değil bizim söylediklerimize bakın” dercesine, kendileri açıkça Allah’ın ayetlerini inkâr etmelerinden sonra insanları da kendileri gibi Allah’ın ayetlerini inkâr etmeye çağırıp Allah’ın yolundan saptırıyorlar. Evet, insanlık için bir komedi olan bu duruma rağbet ederek kabul edip iman eden insanlar, azımsanmayacak kadar fazla. Elbette her insan kendi yaptıklarının ve tercihlerinin karşılığını hesap gününde yalnızca Allah’a verecek ve karşılığını alacaktır. Burada söylenecek son söz, insanlar ne kadar kendilerini ve Allah’dan başkalarını Allah’a denk tutarsa tutsun, her şeyin Rabbi olan Allah, onların ortak koşmalarından uzaktır. 

“Yeryüzündeki tüm canlıların rızıkları şüphesiz ki Allah’a aittir. Her bir canlının ne kadar yeryüzünde kalacağı ve yeryüzünden ne zaman ölüp ayrılacağını O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta kayıtlıdır.”(11 Hud 6) Rabbimizin yarattığı tüm canlıların hayatlarını devam ettirebilmesi için, canlı kullarının ihtiyaçları olan rızıklarını temin etmelerini kendi üzerine almıştır. Yeryüzünde yaşayan varlıklar içinde insanlar rızıklarını temin etmek için, diğer canlılardan farklı olarak Allah’ın yeryüzünde yarattığı rızıkları kendisine özel olarak tarım, hayvancılık ve avcılıkla uğraşarak kendisi üretip rızık ihtiyacını gidermektedir. Elbette insanların tamamı rızık üretmek için uğraşmıyor. İnsanlığın ihtiyacı olan başka sanat ve farklı meslekler ile hayatlarını kazananlar rızıklarını gıda üretenlerden satın almak yoluyla karşılamaktadır. Rabbimiz Allah insanlığa şöyle hitap ederek “Rabbinin rahmetini onlar mı taksim edip dağıtıyorlar. Onların dünya hayatındaki geçimliklerini, biz taksim edip aralarında dağıtıyoruz. İnsanlardan bir kısmını bir kısmının üzerinde, daha çok vererek üstün tuttuk ki, iyi durumda olanların, az verilenleri çalıştırıp işlerini gördürsünler diye. Rabbinin rahmeti, onların topladıklarından daha hayırlıdır.”(43 Zuhruf 32) insanların rızıklandırılmasında Allah insanları birbirleriyle eşit şekilde rızıklandırmadığını, kimi insanlara rızkı geniş tutmuş kimi insanların rızkını da dar tutmuş ve sebebini de Zuhruf 32’inci ayette insanların birbirlerine iş gördürmeleri olarak bildirmiştir. Aynı şekilde “Allah kulları için yeryüzünde rızkı bolca yaysaydı, insanlar yeryüzünü bozguna (fesada) uğratırlardı. Ancak, Allah bir ölçüye göre dilediği kadar rızık indiriyor. Allah kullarından haberdar olan ve onları görendir.”(42 Şura 27) Rızık bol ve kolay elde edilir olsaydı, hiçbir insan çalışmaya ihtiyaç duymadan hayatını sürdürürdü. Âlemlerin Rabbi Allah yarattığı insanı en iyi bilen olduğu için, insanların farklı meslekler edinmelerini insanlar arasından seçtiği elçiler vasıtasıyla öğretmiş ve rızıklarını bir emek karşılığında elde etmelerini öğretmiştir. Aynı zamanda rızkı kendisine bol verilenlerin, Rablerinin kendilerine lütuf olarak verdiği rızıkları, rızıkları az verilenlere ve rızıklarını elde etmeye güçleri yetmeyenlere, karşılıksız Allah’ın razılığını kazanmak için verirlerse, hesap günü için yatırım (karzı-hasen) yapmış ve dünya hayatında rızık dağılımını dengelemiş olacaklardır. 

Ne mutlu Rablerinin rızıklarını bol verdiklerine ki, o rızıkların bir kısmını az verilenlerle paylaşanlara. Onlara selam olsun.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

3 Comments

  • erkan saatçi
    26 Ağustos 2019, 04:35

    hocam ağzınıza sağlık. ilginçtir son 1 haftadır aklımda olan bir soruyu cevapladınız. nisa 3 te kafama takılmıştı. orada da adalet açısından 2 farklı kelime kullanılmış. fevkalade memnun oldum, Allahu Teala sizden razı olsun. kısa bir sorum olacak, zaman ayırıp cevaplama imkanınız olursa sevinirim. nisa suresi üzerinde çalışıyorum ve takıldım, geçemiyorum. nisa 4. ayetteki "طِبْنَ" kelimesinin köküne ve diğer ayetlerdeki kullanımına bakınca "bağışlarlarsa" manasını veremiyorum. siz de mealinizde bu manayı vermişsiniz."kısaca " ipucu şeklinde yön verirseniz memnun olurum.Uzun uzadıya bir cevap beklemiyorum, vaktinizi almayayım, saygılar.

    REPLY
    • İlyas Yorulmaz @erkan saatçi
      28 Ağustos 2019, 16:47

      “Eğer yetimler hakkında (ihtiyaçlarını karşılamada) dengeyi sağlayamayacağınızdan korkuyorsanız, sizin için (مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ ) kendinize uygun olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder… Adet eşler nikâhlayın. Eğer aralarında adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız bir tane eşle veya sahibi olduğunuz cariyelerle yetinin. Bu uygulama, haksızlık etmemenize daha uygundur. Nisa 3”
      Kadınlara mehirlerini hakları olarak, kendiliğinizden (gönül hoşluğuyla) verin. Eğer kadınlar size kendiliklerinden mehirlerinden ne kadarını (فَإِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْسًا ) bağışlarlarsa, onları rahatlıkla şüphe etmeden rahatlıkla yiyebilirsiniz. Nisa 4”
      Rablerinden sakınıp korunanlar, guruplar halinde cennete götürüldükleri zaman ve açılmış haldeki cennetin kapılarına geldiklerinde, cennetin görevlileri onlara“ Allah’ın selamı üzerinize olsun, (سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ) iyi ve hoş geldiniz, sürekli kalmak üzere içeri girin” derler. 39 Zümer 73”
      Erkan Saatçi Kardeşim! Arapçada her kelime kendi konusu içerisinde kök anlamına uygun olmak üzere anlamlar verilir. “Tıbne” fiilinin üç harfli (TI+YA+BE) “Tâbe fiili “iyi oldu, iyi yaptı, güzel hoş yaptı” anlamlarında olup Nisa 4 ayetinde kullanılan şart edatıyla kullanılan “طِبْنَ ان (İn Tıbne) = Kadınlar iyi yaptılarsa” fiiline verdiğimiz “Kadınlar bağışlarlarsa” anlamı cümle bütünlüğündeki konuya uygun bir anlamdır. Çünkü bir erkek evlendiği kadına mehrini vermek mecburiyetindedir. Evlilik antlaşması gereği kadının aldığı mehrin sahibi mutlak kadındır. Erkek ihtiyacı olduğunda kadından zorla verdiği mehiri talep edemez. Nisa 4 ncü ayette “Eğer kadınlar size kendiliklerinden mehirlerinden ne kadarını (فَإِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْسًا ) bağışlarlarsa” cümlesindeki “an şeyin minhü nefsen = verdiğiniz mehirlerden ne kadarını kendiliklerinden bağışlarlarsa” dikkat çeken “Nefsen = kendi halinde, kendiliğinden” bu kelime erkeklere “kesinlikle kadınlara verdiklerinizi zorla geri almayın 2/229” ayetiyle de uyumludur. Sonuçta kadın erkeğinin maddi olarak zor durumlarında, sahip olduğu mehirden kendi isteğiyle kocasına verirse erkek isterse alabilir ve kullanabilir. Bu durum kocası maddi sıkıntıdan dolayı zor durumda kocasına yardım yapması iyilik, yardım yapması anlamına geliyor. Böyle yapmakla sahip olduğu varlıktan karşılıksız bağış yapmış olmaz mı?
      Nisa suresi 3 ncü ayetinde “مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ Ma tâbe leküm minen nisâi = Kadınlardan sizin için iyi olan (Hoşunuza giden, anlaşabileceğiniz, geçinebileceğiniz) kadınlarla… Evlenin.” Tabe fiilinin kök anlamına göre kullanılan anlamları verilebilir.
      Zümer suresi 73 ncü ayetinde “سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ Selamün aleykum tıbtüm = Selam üzerinize olsun hoş geldiniz” Cennete gireceklere cennet görevlilerinin selamdan sonra “Tâbe” fiilinin kullanıldığı “Tıbtüm = (cennete gelmekle) iyi yaptınız, iyi geldiniz anlamına gelen “hoş geldiniz” şeklinde tercüme kelimenin anlamının dışında değil.

      REPLY
      • erkan saatçi@İlyas Yorulmaz
        30 Ağustos 2019, 03:09

        Hocam Allah razı olsun.Nisa 2-3 ve 4. ayette aynı kelimenin kullanılmasıyla beraber, zümer 73 açısından Ömer Nasuhi bilmen mealindeki "tertemiz" ifadesi ve benzeri diğer mealler, benim farklı yorumlamama sebep olmuştu. vaktinizi aldım, çok sağolun. saygılar.

        REPLY