Sedat Peker ve Devlet Denen

Sedat Peker ve Devlet Denen

Sedat Peker olayında ortaya dökülenler, dökülmesi istenenler kadardır. İktidar sınıfı arasında mesaj alış verişidir. Bizim anlatımlarınızı tecrübe etmek için yeni bir fırsattır da. Çünkü olup biten olağanın dışa vurumudur, bir sürpriz yoktur…

Hüseyin Alan

1: Önce devlet
Siyaset tarihi ve literatüründe anlatılanlardan hareketle denmeli ki, tarihin her devresinde ve şartlarında nerede bir toplumdan bahsedilmişse, öyle ya da böyle, küçük ya da büyük orada ‘barbar-medeni, köylü-kentli’,

“bir toplum” var, “bir ülke” var, “bir devlet” var. Bunlara “anlam” veren ‘bir de söylem’ var. Arada bir de ‘insan’ denen var.

İktisat, örf, hukuk, eğitim, ahlak, adalet denenler birlik ve dayanışma, dirlik ve düzen için lazım gerek diğer şeyler.

İnsanın hayvandan geldiği, biyolojik ve akli olarak evrimleştiği, güçlü popülasyonun yoluna devam ettiği, giderek ‘toplum-kent-medeniyet-devlet’ olduğu “anlatısını” geçelim, çünkü modern uygarlığın varlık ve yaratılış ihtiyacını karşılayan sentetik bir izahtır…

Topluma ve insana fazla değinmeden geçelim, devlete kıyasla kendileri zaten ‘ikinci plan unsurlarıdır.’ Kimi yerlerde tersi de olsa.

Esasa dönersek: Bir ‘devlet var’, bir ‘hükümet var’, bir ‘yönetilen toplum var’, bir de ‘dini-ideolojik söylem var’.

2: Devlet kim?
İlkin “melikte, kralda, şahta patişahta” ve “imparatorda” cisimleşmiş iken, şartlar değiştikçe kendini yeniden üretip gelişerek soyutlaşmış, gayri şahsi bir varlık olmuş.

Soyut olanın çağdaş son modeli: anayasası, hukuku, kurumlarıyla cisimleşen, ete kemiğe bürünen siyasi bir yapıdır.

Yani ordusu, polisi, istihbaratı, mahkemesi, yargısı, maliyesi ile ‘örgütlü’ olan en büyük organizasyon. Kurum da dedikleri bu örgütler arasında hiyerarşik bir diziliş var, duruma göre liderlik birinden diğerine değişebiliyor.

Başka bir deyişle devlet, “zor gücünü” yasal olarak ‘tekelinde’ bulunduran örgütlü bir ‘ejderha’!

3: Hükümet kim?
Anayasa ve hukuka bağlı kalarak devleti yöneten, işletendir. Demokrasilerde seçimle, diktatörlüklerde kan bağıyla ‘iktidara gelen’ bir soyludur.

Hükümet, devlet kurumlarını, örgütlü güç ve imkanını kullanan, hazinesini yöneten, sosyal ve iktisadi fazlalığı dağıtan ‘yasal tek yetkilidir.’ Egemen olan, hükümran olandır. İktidardır.

4: Dini-ideolojik söylem ne?
Toplumun devlete, dolayısıyla hükümete “itaat etmesini, buyruklara uymasını” sağlayan ‘ikna ve rıza gücü.’ Öz olarak “meşruiyetin kaynağı” olandır.

İtaati ve rızayı sağladığı için müesses düzeni, istikrarı ve toplumsal barışı sağlayan, dolayısıyla isyana, kaosa, kargaşaya yol vermeyendir.

Söylem, yani ‘ikna-rıza’ işi devlet-toplum ilişkisinde en başta gelendir. Çünkü ‘kuruluşu ve itaati’ sağlar. Bu ilişkide ‘zor gücü’ tek başına yetmez.

Söylem olmaz yahut yetersiz kalırsa ‘iktidar-itaat’ ilişkisi kurulamaz, kurulsa dahi sürdürülemez. Çünkü ‘yönetme’ gerçekleşemez.

Aksini düşündüğümüzde bırakın devleti, ‘aile-şirket-oba-aşiret’ denen birlik ve bütünlükten dahi bahsedilemez…

Söylem için ideoloji demem meselenin anlaşılması içindir. Yoksa bu işi yapan şeyin kendisi aslında ve zaten “din”dir, ‘din denendir.’

5: Ara geçiş olarak demeli ki ‘söylem işinin’ İslami literatürdeki karşılığı “uluhiyet-ubudiyet” ‘işi’ ve ‘ilişkisidir.’

Hz Muhammed’in peygamberliği Allah’a dayalıdır, meşruiyetini Allah’tan alır. Fakat onun devlet başkanlığı Allah’a değil İslam milletine, İslam ümmetine dayalıdır.

İslam milletinin Peygambere “itaatinin” ve “rızasının” şartı, onun ‘hakka-Kur’an’a uyması, toplumsal meselelerde istişare etmesi, hak emretmesi, hak kaynaklı adaleti ayakta tutması…”dır.

6: Tarihsel akışta devlet, genelde iki türlü olageldi: türler mutlak farklı olmayıp kısmi benzerlikler de arzetti.

İlki; iktidarında ortak tanımayan tek egemen, denetlenemez, sorgulanamaz, yargılanamaz tek hükümran, tek emredici: kutsal, ilah tipi olanı.

İkincisi; iktidarını kısmen veya genelde paylaşanı, hükümranlığı sınırlananı, denetleneni, sorgulananı, yargılananı. İmkan ve fırsatları görece eşit ve adil dağıtanı.

İkinci tipte şartların dayatmasıyla devlet dışında ortaya çıkan başka bir ‘siyasi sınıf-zümre’ gibi örgütlü güçler var, denge bunlarla sağlanıyor.

İki devlet türü tarihte bir eşiğe kadar aynı, sonra farklılaşıyor: İlki ‘doğu tecrübesi ve modeli’, ikincisi ‘batı tecrübesi ve modeli’ olarak anlatılır… Detaylara girmeden devam edelim.

7: Modern çağda “din olma” vasfına sahip olan iki adet ‘ideoloji’ var: esas olarak ‘liberalizm’, aynı paradigma içinde kendine özgü nüanslarıyla ‘sosyalizm.’

İki din deyince anlaşılmalı ki, modern çağda ilahi kaynaklı dinler, dindarları eliyle bu iki dinin mezhepleri, ilahi din kaynaklı mezheplerse sosyal zümreleri durumuna düşürülmüştür.

Çünkü bu çağda ilahi kaynaklı dinlerin insan modeli, toplum örgütlenmesi, siyasi-devlet yapısı gerilerde kalmış: modern iki din içinde kendilerinin tanımlanmasına da, kendilerine gösterilen yere de razı olup köşelerine çekilmişlerdir.

Yani ilahi kaynaklı dinler, toplum ve devlet işinden soyutlanıp özele has kılınmışlar, kategorize edilip yeniden tanımlanmışlardır.

Dindarlarının bu duruma boyun eğmeleri ‘dini telakkileri’ ile irtibatlı olarak kendi meseleleridir.

8: Modern çağın iki dininin hakikat anlayışına uygun olarak yaratılış teolojisi, varlık anlayışı, dünya hayatı izahı ve sosyal gerçekliği söz konusudur.

Dolayısıyla tanımlı ve cari ‘insan modelleri’ var, ‘toplum örgütlenmeleri’ gerçekleşmiş durumda. ‘Siyaset-devlet’ yöntemleri caridir. ‘Akıl-bilim’ kaynaklı hukuki standartları’ ve ‘iktisadi sistemleri’ var. Söylemleri de kendilerince.

İki devlet türünden ilkinin varlık sebebi ve amacı ‘iktisadi’ anlayış ve proğram temellidir: İktisadı hayatı düzenleyen siyaseti de, hukuku, dini, örfü, ahlakı da düzenler.

İkincisinin varlık sebebi ve amacı ‘devlet-siyasettir’: iktisat alanı dahil toplumsal yaşamın diğer yanını da siyasi anlayışıyla düzenler.

Mevcut iki ideoloji için çarpıcı iki şey söylenebilir: birinde ‘toplum’ denen şey yok ‘girişimci bireyler’ vardır, diğerinde bireyler ‘topluma tabi’ unsurlardır. ‘Özel mülkiyet-kamu mülkiyeti’ farkıda ayırıcı unsurlardandır.

9: Buradan bizim tarafa geçersek:
Türkiye’de son iki yüz yılın olsun siyaset-devlet ve iktisat tarihini biliyorsak, sanayileşip güçlenmiş Batı karşısında gerileyişi ve çöküşü önlemek için yapılan, birbirinin de devamı olan “Tanzimat-ıslahat-meşrûtiyet-cumhuriyet” yenilik ve reformlarının sebep ve sonuçlarını da biliyoruzdur.

Arada gerçekleşen 31 Mart 1908 vakasıyla “devletlü sınıfın” kendi arasında ‘iktidar’ rekabetini başlatttığını da.

İçinde “Osmanlıcı-İslamcı-Türkçü” ideolojik farklılığı taşıyan, ‘genç Osmanlılar’ yahut ‘jön Türklerin’ devamı da olan ‘ittihat terakki fırkası/cemiyeti/partisi’

1912’den sonra kendi içinde ayrışacak, “devleti kurtarma” projesi dahilinde iktidarı ele geçirenler diğerlerini geriletecek, illegal yapacaktır.

Osmanlı bakiyesi genç cumhuriyetin devlet mantığı, yapısı ve niteliği itibarıyla, 150 yıllık kuruluş dönemi hariç ‘beylikten devlete’ geçen Osmanlı devlet yapısının ‘devamıdır.’

Saltanat yıkılmış, hilafet kaldırılmış olsa da, devlette devamlılık esastır: Saltanat temelli Patişah, İslam kaynaklı Halife gitmiş, yerine geçenler sayesinde devlet ‘el değiştirmiştir.’

Bizde ‘kalemiyye-sayfiyye-ilmiyye’ olarak bilinen klasik ‘bürokrasi, devlet varsa var olan sınıftır: devlet kurtulursa kurtulacak olandır.

Çünkü bunlar ‘çiftçilik-hayvancılık-esnaflık-ticaret-üretim-tüketim’ gibi kazanç yolları bilmez, toplumla alakaları kesik, devlet ‘hizmetinde’ bulunmaya ayarlı ‘sanat’ sahibi zümredir. Devletin neliği değil devletçi olmaları tabiatları gereğidir.

10: Ülkemizde ‘devlet’ dendiğinde “sunuf-u devleti”, yahut ‘iktidar zümresini’ ve aralarındaki rekabeti anlamak icap eder.

Bu zümre arasında bazen ‘çatlak’ oluşur, denge yeniden sağlana kadar

Sunuf-u devletin toplum katında yönlendirdiği ikincil ‘zümreler’ harekete geçirilir, ideolojik söylemler havada uçuşur, kozlar ortaya sürülür.

Olup bitenler yapısal bir değişiklik olmayıp, söz yetkisi, iktisadi ve sosyal fazlalığın paylaşımında bir anlaşmazlıkla ilgilidir.

Çünkü devleti yeniden yapılandıracak, iktisadı ve sosyaliteyi yeniden düzenleyecek, toplumu bir ileri aşamaya geçirecek sunuf-u devlet dışında ‘başka bir siyasi zümre’ yoktur.

“Söylem” bu çatışmada ‘belirleyici rol alır.’ Ahali zaten işin bu kısmındadır.

11: Sedat Peker olayında ortaya dökülenler, dökülmesi istenenler kadardır. İktidar sınıfı arasında mesaj alış verişidir.

Bizim anlatımlarınızı tecrübe etmek için yeni bir fırsattır da. Çünkü olup biten olağanın dışa vurumudur, bir sürpriz yoktur.

Durum bir 31 Mart, 29 Ekim, 1960-71-80-97 ile benzerlik göstermez, ama bir 1996 Susurluğuyla kıyaslanabilir: Siyasi sonuçlara gebedir.

12: Konu buraya kadar gelmişken değinmeden olmazdı: Türkiye’nin İslamcısı, geçtik Medine İslam devlet modelini, İslam iktisadını, İslam milleti ve farklı ümmetler topluluğu yönetim biçimini,

Osmanlı kuruluş dönemini takibeden 150 yıllık İslam devleti İslamcısı dahi değildir: Beylikten devlete geçen modelin sunuf-u devlet olma heveslisidir.

Son 70 yıllık tecrübeye dahi bakılsa, neye ‘fit’ olduğu aşikardır.

13: bağlamak gerekirse: Mevcut yapılanma modelinde ‘sunuf-u devlet’ olan zümreler, ‘iktidar’ olurlar.

İktidar olanlar ‘imtiyaz sahibi’ olurlar: yargılanmaz, hesap sorulmaz, dokunulmaz olurlar.

Bu nedenle devletin niteliği ve yapısından çok devletlü olmak esastır: çaba ve gayret bunun içindir: söylem bu uğurda istihdam edilen ideolojidir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Yusuf Seyhan
    17 Mayıs 2021, 09:29

    Çokça teoriğe boğulmuş bir yazı. Sedat Peker olayını başlığa eklenmesi gündem ve popülerite için konumlandırmış gibi duruyor yazılmasada olurmuş. Sedat Peker olayında benim bildiğim sizin bildiğiniz kadardır denmesi de yeterli olurmuş.

    REPLY