“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyilik mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran–92)
Kur’an’da geçen buyruklar çoğu zaman bizleri harekete geçirmiyor. Belki de bu emirlerde bizlerden istenilen şeyi tam olarak kavrayamıyoruz. Ya da görmezden gelip anlasak da yapmaya yanaşmıyoruz. Bunlar en çok sıkıntı çektiğimiz konular. Fakirlik ihtimali bizleri korkutuyor ve elimizde olanları paylaşmaya yanaşmıyoruz.
Kur’an ayetlerinin ilk muhataplarının, kendilerine iletilen bu buyrukların anlamını gerçekten kavradıklarını görüyoruz. Çünkü şu an kavrayamadığımız şekli ile dursa da Kur’an’daki ayetlerin derinlemesine incelemelerini yaptığımızda bu ilk muhatapların en çok sevdikleri şeyleri, mallarının en değerli olanlarını Allah yolunda, O’nun davası için dağıttıklarını anlıyoruz.
Muhatap oldukları ayet Al-i İmran Suresi 92. ayet ve bakın bu ayetin ilk muhatapları nasıl tepki veriyorlar.
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyilik mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran–92)
İmam-ı Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor. Abdullah b. Ebu Talha’nın oğlu Ebu İshak’tan, O da Enes b. Malik’ten işittiğini kaydeder. Enes der ki: “Ebu Talha Medine’li Müslümanların en zenginiydi. En çok sevdiği malı da Beyraha bahçesi idi. Bu bahçe Mescidi Nebevi’nin karşısındaydı. Hz. Peygamber (S) oraya girer, orada bulunan tatlı bir kaynaktan içerdi. Enes der ki: ‘Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız’ ayeti inince, Ebu Talha dedi ki: “Allah “Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız” buyuruyor. Benim en sevdiğim malım ise Beyraha bahçesidir. Onu Allah yoluna bağışlıyorum. Onun iyiliğini umuyor ve yüce Allah katında bana azık almasını ümit ediyorum; Ey Allah’ın Resulü, Allah’ın sana gösterdiği şekilde onu kullan.” Peygamber (S) “Çok güzel! Çok güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi… Ben işittim… Ben, onu, akrabalarına dağıtmanı uygun görüyorum” buyurdu Ebu Talha da; “Öyle yaparım ey Allah’ın Elçisi!” dedi ve onu akrabaları ile amcaoğulları arasında paylaştırdı.” (Buhari, Zekat, 44; Müslim, Zekat, 14; (Bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, VII, 84–86))
Buhari ve Müslim’de; Hz. Ömer’in şöyle dediği kaydediliyor: “Ey Allah’ın Resulü, Hayber’de payıma düşen arazi kadar benim yanımda değerli hiçbir malım olmadı. Onu ne yapmamı önerirsin?” dedim. Resulullah (S) “Aslını bırak, ürününü Allah yolunda vakfet.” buyurdu.
O dönemin ilk muhataplarının büyük bir çoğunluğu bu şekilde davranmışlar. Bu yönelişleri onları mallarının köleliğinden kurtarıp sadece Allah’a kul olmaya yönlendirmiştir. Şu an bizler açısından böylesi fedakârlıklar yapmak pek mümkün görülmüyor. Çünkü yapılan her işin sonucunun tüm Müslümanlara fayda sağlayacağı bir kardeşlik ittifakı içerisinde değiliz. Sahih liderlerimiz adına canlarımızı feda edecek bir bilince kavuşamamışız. İşin tuhaf tarafı bunca yıldır bu ümmet üzerinde ittifak ettiği bir lider de çıkartamamıştır. İnşallah bir gün bu da olur.
Bunun oluşabilmesi için geçmemiz gereken aşamalar var. İlk önce böylesi bir bilincin oluşabilmesi için muhakkak ki kardeşlerimizi kendi öz nefislerimize yani kendimize tercih eden davranışlarda bulunmalıyız. Fakat şu halimiz ile kardeşlerimizin haklarını kendimizinkinden üstün gören bir anlayışa da sahip değiliz. Birbirlerimiz arasındaki üstünlük anlayışımız kim ne derse desin elde ettiğimiz kazançlara göre belirlenmeye devam ediyor. Malımızın küçük bir bölümünü bile karşılıksız olarak kardeşlerimizle oluşturacağımız birlikteliklere vermeye razı değiliz. İslam davası kendi adımıza yaptığımız işlerin adı olmuş. İnşallah Müslümanlar bu halleri ile kalmayıp tekrar özlerine dönmeyi başarabilirler.
Şurası bir gerçek ki rızk konusunda Allah herkesi farklı farklı yaratmıştır. Fakat elde edilen bu kazancın kullanımını ise tamamen serbest bırakmamıştır. Kazançlarımız üzerinde fakirlerin de hakları var.
Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl–71)
Bir arada iş yapmaya çalışan Müslümanların ya da hiçbir işi olmayan Müslümanların uyacakları yol haritası böyle belirlenmiş. Birlikte iş yaptığımız, yanımızda çalıştırdığımız kardeşlerimizle olacak olan ilişki biçimi yukarıdaki ayette ki gibi olmalıdır. Bu kardeşlerimizi ömür boyu yanımızda işçi olarak tutmamalıyız. Onlarında kendi işlerinin oluşmasına yardımcı olmalıyız. İşi olmayan kardeşlerimiz içinse elimizde kaynak varsa iş kurmalarına yardımcı olmalıyız. Onlar ömür boyu yanımızda çalıştıracağımız kölelerimiz değiller. Aynı davaya baş koyacağımız dava arkadaşlarımızdır. Onlarla eşit olmayı sevinilecek bir olgu olarak anlamlandırmalıyız.
Her Müslüman’ın kendisine göre Allah tarafından ona bahşedilmiş bir enerjisi yeteneği olabilir. Herkesin ticari yetenekleri farklıdır. Fakat rızkın güç ve yetenekle hiçbir ilgisi yoktur. Tüm bunların tek kaynağı Yüce Allah’tır. Ve Allah bu kazançlarımızın paylaşılmasını istiyor. Nahl suresinde geçen ayetin iniş sebebi ise; Müşrikler Allah’ın kendilerine verdiği rızkın bir kısmını sahte tanrılarına ayırıyorlardı. Burada onlar hakkında diyor ki; “Onlar sahip oldukları malların bir kısmını elleri altında bulunan kölelerine vermiyorlardı. (Bu İslâm’dan önce fiilen yaşanan bir olaydır) Yani rızık konusunda köleleriyle eşit olmak istemiyorlardı. Peki ne diye Allah’ın kendilerine verdiği rızkın bir payını sahte ilahlarına ayırıyorlar? Bu soruyu Allah onlara soruyor; “Acaba Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorsunuz?” Aynı soru bizler içinde geçerlidir. Böylesi müşrikler gibi davranan her Müslüman’a sorulacak sorudur bu. Acaba Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorsunuz?
Mekke dönemi ve o dönemin inanmışları babında ekonomik ilişkilere baktığımızda Müslümanlar arasında büyük ölçüde varlık ayrımı olmadığını görmekteyiz. Fakat günümüz Müslümanları sadece zekâtlarını vererek fakir kardeşleri üzerindeki sorumluluklarından kurtulacaklarını düşünüyorlar. Hâlbuki fakirlik bu kardeşlerimizin kaderi değildir. Eğer ki bir Müslüman’ın oturacağı evi, seyahat edeceği bir arabası ve de geçineceği bir miktar parası var ise arta kalan gelirini fakir kardeşlerinin hayat standartını yükseltmesi ya da İslam davası için kullanmalıdır. Mal biriktirme asla ve asla İslam’da yoktur. Yapmamız gereken şey fakir kardeşlerimizle eşit hayat şartlarına gelmeye çalışmaktır. En azından her Müslüman’ın böyle bir gayesi olmalıdır. Zaten bu kardeşlerimizin fakirliğe mahkûm olmaları bizlerin olumsuz davranışlarımız sebebiyledir. Servet köleliğine kapılmamış en azından yüz adanmış Müslüman tüm bu olumsuz ekonomik sorunları çözebilirdi. Hem böylelikle rızık endişesi ile oradan oraya çalışmaya giden İslam adına çalışma fırsatı bulamayan kardeşlerimizde İslam’a daha faydalı çalışmalar yapabilirlerdi. Böylelikle bizlerin hicret bilinci de sadece iş bulma koşuşturmaları olarak hayatımızda kalmazdı.
Aslında bizler kafa olarak kalp olarak Müslümanlığı içselleştirebilsek birçok sorun kendiliğinden ortadan kalkabilir. Geçimlik derdi öyle korkulacak bir şeye de dönüşmez. Bakın hicrette müminler Medine’ye hicretten beş ay sonra neler yapıyorlar. Mescidin yapılmakta olduğu sıralarda “kardeşlik” ilan ediliyor. Buna göre Enes bin Malik’in evinde toplanan sahabeler tek tek “Şu şununla, bu bununla” diyerek kardeş yapılıyor. İkişer ikişer kardeş yapılan sahabelerin sayısı 100’ü buluyor. (İbni Saad; Tabakat).
Mekke’den göçenler, Medineli Müslümanların evlerine onar onar yerleştiriliyor. On kişi, bir koyunun sütünü bölüşüp içiyorlar. (İbni Abdulber; İstiab).
İlk sorunlarını böylelikle aşıyorlar. Bizlerin Allah’ın dilediği uygun gördüğü bir beldede toplanmamız ve bu örneklikleri hayatımıza geçirmemiz gerekmektedir. Buna mecburuz ki bu ihtiyaç ileride daha da belirgin hale gelecektir. Seyyid Kutub’un dediği gibi; Allah’a yemin olsun ki, binlerce konferans, milyonlarca vaaz, yüzlerce kitap, milyonlarca dergi, gazete, broşür asla İslam’ın yaşandığı ve hakim olduğu ufak bir mahalle kadar etkili olamaz.
O yüzden geçimlik korkularımızı bir kenara bırakarak birbirlerimizle komşular olmaya razı olalım. İslam’ı kendi mahallelerimizde topluca yaşayalım örnekliliğimizde topluca olsun.
Yüce Allah Şura suresinde bizleri şöyle tarif etmiş. “Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da affederler.”, ” Rabb’lerinin çağrısına gelirler, namaz kılarlar. Onların işleri aralarında danışma (İstişare) iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.”, ” Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, yardımlaşarak kendilerini savunurlar.” (Şura-37,38,39)
Bu ayetler Yüce Allah’ın bizleri bir ümmet/cemaat olarak gördüğünü gösteriyor. Bizlerden namazlarımızı topluca kılmamızı, işlerimizi birbirlerimize danışarak yapmamızı, bir zulüm ve saldırıya, haksızlığa uğradığımızda hakkımızı yardımlaşarak topluca almamızı ve Kendisinin tüm buyruklarına icabet etmemizi istiyor. Tüm bunlar bir araya gelerek yapılacak işlerdendir. Ve ilk nesil tüm bu emirlere içtenlikle boyun eğmiş yaşamlarında bunların örnekliklerini göstermiştir.
İnşallah bizler de ilk neslin gösterdiği fedakâr davranışları gösterme cesaretini yakalarız. Geçici şeylere tutunarak yol almaya çalışmayız. Bizde olanın üzerinde başkalarının da hakları olduğuna razı oluruz. Allah bizlere bu konularda korkak bir anlayış, korkak bir yaşayış nasip etmesin.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *