Sürekli 28 Şubatları/tekrar eden sorunları yaşamamalıyız. Bu nedenle birbirlerimiz ile olan ilişkilerimizi vahye göre sağlam bir şekilde düzene koymak zorundayız. Ayrılıklardan, küskünlüklerden uzak durmalıyız. Yoksa birbirlerine kenetlenmiş İslam karşıtı kimseler ile mücadele etmemiz oldukça güç olacaktır.
Postmodern darbe; yıl 1997 Şubat ayı. O dönemde Milli Güvenlik Kurulu’nun aylık toplantılarından birinde alınan 28 Şubat Kararları ile gelişen olaylar bu şekilde isimlendirilmiş.
28 Şubat Türkiyeli Müslümanlar için hala milat olmaya devam ediyor mu bilinmez. Fakat her iktidar olanın darbe ile suçladığı muhalifleri açısından darbe tehdidinin sulandırıldığı da bir gerçek.
1997’ den bu yana değişen epeyce fazla şey var. Bu günlerde araya paralel yapı diye bir şeyler giriverdi. Ve 28 Şubatta İslam ile ya da irtica ile mücadele ettiklerini söyleyen generaller tek tek salıverildiler. Şimdi moda paralel yapı ile mücadele oldu. Zaten generallerde bu paralel yapıdan epeyce şikâyetçilermiş, kendilerine bu yapı tarafından kumpas kurulduğunu dile getirdiler. Ak Parti tüm bu olan bitenlerden sonra yükseliş dönemini tamamladı ve şuanda gücün en tepesini temsil ediyor. İslami argümanlardan da vaz geçmiş değiller. Meydanlarda İslam ile karışık hatta İslam’a taban tabana zıt birbiri ile alakasız bolca söz sarf ediyorlar. İslam’ı hep aldatanlardan dinleyenler aldatılanlar sözlerin doğruluğunu kontrol edecek durumda değiller. Çoğunluk ve güç, uyumsuz ilkeler ve sözler sarf edilse de bu yığınları kendine çekebiliyor. Çünkü marjinal olmak, dışlanmak ihalelerden yoksun kalmak, yalnız bırakılmak istemiyorlar. Tabi bu anlayışın İslam’ın kendisi olması mümkün değil. İslam adanmayı, ilkeli olmayı öğütlemektedir. Tabi şu sıralar 28 Şubat’ın yüzü biraz eskimeye başladı ve hafifte olsa eğer seçim meydanlarında hatırlatılmaz ise unutulacak gibi görülüyor. Şuan o günlerin mağdurları arasında kıyasıya bir anlaşmazlık bir savaş var. Yani artık dine karşı yapılan haksızlıklar veya engellemeler yerini dine karşı din kavgalarına bırakmış durumda.
Bizim cephede grupsal taassuplar hala atılamadı ve bizler hala bu taassuplar nedeniyle kendi mahallemizde oturan, aynı düşünceyi paylaştığımız kardeşlerimizle bile birlikte olamıyoruz. Ve modernite İslami söylemler geliştirmeye çalışan Müslümanlara karşı zaferini ilan etmiş durumda. Seküler hayat iyice içselleştirildi. Tabi bu toplumlar hala yaşantılarının İslam olduğu algısı ile bu değişen rüzgârlardan haberdar değiller. Hala en iyi dindarlar olarak batının hayat tarzını hiç farkında olmadan yaşamaya devam ediyorlar.
Birleştirilmesi gereken değerlerimiz olabildiğince birbirlerinden uzaklaştırılmış görünüyor. Ne hikmetse yapılan samimi çabalar hiçte İslam’ın emrettiği sonuçları doğurmadı. Yapılan şeyler bizleri İslam’ın emrettiği sonuçlara götürmedi. Anlaşılan hareket tarzımız ile ilgili önemli sorunlarımız mevcut. Aslında 28 Şubat Müslümanlara hiç bir tehdit ya da mağduriyet oluşturmadı. Kocaman gövdesi olan ağaçları yıkan kuvvetli esen rüzgârlar değildi. Ağaçlar içten çürümüş, zaten yıkılacakmış rüzgâr burada sadece ufak bir etken oldu. Ağaçları içten çürüten ağaç kurtlarına karşı önceden önlem alınsa bu ağaçlar esen sert rüzgârlar karşısında direnç gösterebilirlerdi. Müslümanlar dıştan yıkılmıyorlar içsel sorunları sebebiyle sert geçen kışta yatağa düşüyorlar ve uzun süre ayağa kalkamıyorlar.
Kanaatimce Müslüman kesim 28 Şubat süreci başlamadan İslami değerleri noktasında zaten çözülmüştü. Belki bu süreç onların kitlelerine anlatmakta zorlanacakları tavizkar tutumlarını anlatma kolaylığı sağladı. Neyse olan oldu şimdi bu dönemi iyi değerlendirmek gerekiyor. Şimdiki hayat dünyevileşti ve Müslümanların bir takım İslam’a dair istekleri de rafa kalktı. Şimdi sadece adalet istiyorlar. Fakat bunu mücadele etmeleri gereken İslam karşıtı güçlerden istiyorlar. Zaten böylesi yapıların işleticiliğini de yapıyorlar. Hala ayakta kalanlarımız şunu bilsinler ki bizler boyumuzun ölçüsünü aldık ve yenildik. Şu an itibari ile 28 Şubat gibi bir baskıya artık gerekte kalmadı. Bizler 28 Şubatları içimizde hep yaşadık. Hatta bu sürecin gösterdiği olumsuz etkilerden daha fazlasını kendi ellerimizle kendimize yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. Hiç kuşkusuz bu süreçleri yolumuza devam ettiğimiz sürece tekrardan yaşayacağız. Ama tekrar tekrar bu hüsranla karşılaşmamak için bu süreçte yaşanılan şeylerden dersler almalıyız. Tekrardan bu dağınık yapılar ile onların karşısına çıkmamalıyız.
Geçmişte bu halimiz ile bizlere benzeyen Ehl-i Kitabın düştüğü anlaşmazlıklar Kur’an’da konu edilmiş. Eğer işe kendimizden başlayacak isek buraları anlamaya çalışmalıyız. Ehl-i Kitabın düştüğü hatalara tekrardan düşmemeliyiz.
Allah katında geçerli olan din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları(kıskançlıkları) yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse bilsin ki, Allah’ın hesaplaşması çok çabuktur. (Al’i İmran–19)
Allah katında geçerli din İslam’dır. Bunu söylüyor olmakla birlikte içten bir şekilde kalbimize de kabul ettirmeliyiz. Yoksa şuan düşülen çelişkilerden kurtulamayız. Kendisine ibadet edilmesinde, emrine bağlanılmasında, yasasının ve hükmünün uygulanmasında, değer yargılarının ve ölçülerinin belirlenmesinde, O’nun hükümleri ile hükümler verilmesinde, tüm insanların değer yargılarının belirlenmesinde, bu değer yargılarına ve ölçülerine uymalarının emredilmesinde, baştan sona bütün hayatlarını razı olunan direktiflere uygun bir biçimde kurmalarının istenmesinde hak ve yetki sahibinin tek ilahın Allah olduğunu bilmeli ve bunu kabul etmeliyiz. Fakat şu açık bir şekilde görüldü ki 28 Şubat sonrası bu bilgiler hiçte böyle kullanılmadı. Bu istekleri/inançları olan yığınlar çözüldü ve kabul gördükleri bu ilkelerin tam tersi bir şekilde hareket ederek böylesi tağuti bir sistemin işleticiliğini yapmakta bir sakınca görmediler. Bu İslam ile birlikte kabul edilecek bir durum değildir. Çünkü Allah katında tek din İslam’dır. Gerisi kabul görmeyecektir. Böylesi cahili değerleri savunanlarda İslam’ın bağlıları olarak kabul görmeyeceklerdir. Çünkü savuna geldikleri şey sadece temennileridir, etkisiz bir inanç biçimidir. Kendilerini rahatlatmaktan öte bir şey ifade etmemektedir. Yüce Allah’ı tek ilah olarak kabul eden müminler ile anlaşmazlığa düşmeleri de gayet doğal bir durumdur. Bizler için bir tek ulûhiyet bir tek inanç vardır. O da Allah’ın kendi kullarından kabul ettiği inançtır. Saf ve net olan tevhid inancı.
‘’ Allah katında geçerli olan din de İslâm’dır.’’ Ve bunu da içtenlikle kabul ediyoruz. Ve hiç kimse de kıskançlıkları ve ihtirasları ve çıkarları uğruna bu ümmeti parçalara bölme hakkına sahip değildir. Bu konudaki bilgiler çok açık bir şekilde verilmiş. ‘’İnançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu ilkelerle övündüğü kimselerden olma!’’ (Rum–32)
İslam’dan başka din arayanlar bu tercihlerinin hesabını Yüce Allah’a vereceklerdir. Aslında böylesi davranışlar sergileyen kişilerin kendilerince haklı mazeretleri olacaktır. Ayetlerin hükmü çok açık olsa bile yine itirazlar yükselecektir. Böylesi tartışmalara giren kimselere verilecek cevapta bellidir ; ‘’Eğer seninle tartışmaya kalkışırlarsa de ki; `Ben bana uyanlar ile birlikte tüm varlığım ile Allah’a teslim oldum…’’(Al’i İmran–20) Yüce Allah’ın kendilerine kitap verilenler ile müşriklere sordurmuş olduğu soruyu bizlerde bu kesimlere sorabiliriz; ‘’Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim oldunuz mu?’ diye sor…(Al’i İmran–20)’’ Eğer karşı çıkarlar ise yapacağımız fazlaca bir şeyde bulunmamaktadır;‘’Eğer sırt dönerlerse sana düşen sadece duyurmaktır. Allah kullarını hakkıyle görür… (Al’i İmran–20)
Eğer zalimler karşısında mücadele edebilmek istiyor isek kendilerine kitap verilenler ve müşrikler ile olan bezerliklerimizi terk etmeliyiz. Ve tevhid karşıtı ayrılıklardan uzak durmalıyız. Bir araya geleceğimiz, buluşacağımız tek yer tevhid inancıdır. İhtiraslarına yenik düşen Ehl-i Kitabın durumu ortadadır. Şirk bataklığına düşmüşlerdir. Öteki dünyada acıklı bir azap onları beklemektedir. Tüm varlığımızla Alalh’a teslim olmak istiyor isek cemaatsel taassuplardan da uzak durmalıyız.
Yoksa 28 Şubatlar sonrası çözülmeleri sürekli yaşamamız kaçınılmazdır. Kur’an’ın açık uyarılarına rağmen anlaşmazlığa düşüyor olmak çok üzücü bir durumdur. Bu konulara kafa yormamız gerekiyor. Üstelik bu konuda en çok direnen/inat eden kişilerin kendilerine ilim verilenlerimiz olduğunu görüyoruz. Geçmişte ayrılığa düşen Ehl-i Kitabın neden ayrılığa düştükleri de Kur’an’da belirtilmiştir.
‘’Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları(kıskançlıkları) yüzünden anlaşmazlığa düştüler…’’(Al’i İmran–19)
Burada şunu açıkça görüyoruz ki bilgi tek başına iman etmeye yetmiyor. Bu kimseler bilgi sahibi olmalarına karşın ihtiraslarına yenik düşüyorlar. Bu durumu anlamaya çalışalım. Koşulsuz, Allah’a rağmen batıl bağlılıklardan uzak duralım.
O yüzden Kitabımız bu hali ile bizlere hidayet kaynağı olmuyor. Allah’ın söylediği sözlere tam olarak teslim olmak muttaki olmakla alakalı bir şeydir. Burada da bilginin amele dökülmeden hidayetimize katkı sağlamayacağı anlaşılmaktadır. ‘’Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır.’’(Bakara–2)Yani Kur’an’ın tek ümmet olma noktasındaki hükümleri de Kur’an’ın diğer hükümleri gibidir. Bu hükümlere teslimiyette takva sahibi olmayı yani Allah’ın dinini tavizsiz şartsız yaşamayı gerektiriyor. Kur’an’ın tüm emirleri bizler için aynı değeri ifade etmektedir. Bu sorumluluğu yerine getirmeyen kimselerin hidayet üzere olma ya da takva sahibi olduklarının söylenmesi biraz aldatıcı olabilir. Bizler bir olmayı ortak hareket etmeyi başaramasak ta Hakkın karşısında olanlar ortak hareket edebiliyorlar. Ve bu toplumu İslami değerlerinden koparıp başka bir inancın savunucuları haline dönüştürebiliyorlar. Onun için bizler gücümüzü kıracak davranışlardan uzak durmalıyız. Sürekli okuduğumuz Kur’an’ın uyarılarına rağmen bu tavrımıza devam etmemeliyiz.
Allah (c.c) ‘’Bütün bunlarla birlikte, [unutmayın ki] hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle müttefiktirler; siz de (birbirinizle) öyle olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.’’ (Enfal–73) diyor. Ve bu karışıklıklar söz konusu ise demek ki bizler birbirlerimizle hakkı inkâra şartlanmış olanlar kadar bile müttefik olamamışız demektir. O yüzden kendilerine ilim verilenlerimiz daha bir dikkatli olmalı ihtiraslarının peşinden koşmamaya gayret göstermeliler. Yoksa ileriki tarihlerde bizler hatırlananlar olmayacağız.
Sürekli 28 Şubatları/tekrar eden sorunları yaşamamalıyız. Bu nedenle birbirlerimiz ile olan ilişkilerimizi vahye göre sağlam bir şekilde düzene koymak zorundayız. Ayrılıklardan, küskünlüklerden uzak durmalıyız. Yoksa birbirlerine kenetlenmiş İslam karşıtı kimseler ile mücadele etmemiz oldukça güç olacaktır. Hele ki 28 Şubatlar sonrası ılımlı süreçlerde esen sıcak rüzgârlara hiç dayanamayız.
O yüzden; “Sakın (sebepsiz ve kötü) zanna yer vermeyelim; zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyelim (gizli kusurları araştırmayalım), rekabet etmeyelim, hasetleşmeyelim, birbirimize buğz etmeyelim, birbirimize sırt çevirmeyelim. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler olalım. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahrik etmez. Kişiye kötülük olarak, Müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın canı, malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman’lara haramdır. Allah bizlerin sûret ve kalıplarımıza bakmaz, fakat kalplerimize ve amellerimize bakar. Sakın ha, birbirlerimizin satışı üzerine satış yapmayalım. Ey Allah’ın kulları kardeşler olalım. Bir Müslüman’ın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” (Buhârî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28–34; Ebû Dâvud, Edeb 40; Tirmizî, Birr 18)
Allah Resulü’nün (S) bu uyarılarına kulak verelim. Birbirlerimizden haberdar olalım. Dertlerimiz ile ilgilenelim. Aramızdaki geçilmez setleri kıralım. İslam adına çok faydalı çalışmalar yapabilecekken geçim sıkıntısı ile arta kalan zamanı bulamayan kardeşlerimizin sorunlarını hal yoluna koymaya çalışalım. Kendimizde olanı paylaşmaya rıza gösterelim. Ortak birlikteliklerden kaçmayalım. Birbirlerimize müşteri gözü ile bakmayalım.
Eğer bu halimizi sürdürmeye devam eder isek başkaları gözünde de her hangi bir etkimiz kalmayacaktır. Kendimizin 28 Şubatları durumuna düşmekten de kurtulamayız. Bu başkalarının bizlere yaptıklarından çok daha yıkıcıdır. Gerçek manada birbirlerimizle kardeşler olmaya razı olmalıyız. Kurtuluşumuz için tek ve yegâne gerçek budur.
İnşallah Allah bu konularda kalplerimize gerçek takva ve imanı bahşeder.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *