Sizlere sormak istiyorum, günümüzdeki insanlara “Bundan sonra dünya hayatı baki olacaktır” şeklinde bir hüküm gelse, kaç kişinin yaşantısı değişecektir?
Adamın birisi köyün kenarından geçerken, bir köylünün kerpiç yapmak istediği çamurun içinde zıpladığını görür ve sorar..
Ey Allah’ın kulu ne yapıyorsun öyle?
Ne yapayım hocam kerpiç yapıp satacağım da. Çamuru çiğniyorum. Ne yapacaksın fani dünya bu.
Sırtına sardığın tutum içindeki şey nedir ki, sen zıpladıkça o da kabarıp iniyor?
Yoğurttur hocam. Hazır zıplarken o da yayılıp, ayranıyla yağı bir tarafa ayrılsın da satayım dîye düşünmüştüm. Ne yapacaksın fani dünya bu.
Şu elinde eğirdiğin şey nedir?
Bu çoraplık yündür hocam, elim boş durmasın eğirip satayım diye düşünmüştüm. Ne yapacaksın fani dünya bu.
Ağzınla da bir şeyler mırıldanıyordun galiba, o neydi?
Bazı kimseler geçmişleri için ücretli Yasin okumamı istediler de, onlar için de Yasin okuyordum. Ne yapalım hocam. fani dünya bu!.
Hoca efendi, bunun üzerine şöyle der:
Ayağınla çamur çiğniyorsun, aynı anda sırtındaki yoğurdu da yayıyorsun, bu yetmiyormuş gibi elinle de İp eğiriyorsun ve bununla da kalmayarak aynı anda ağzınla da Yasin okuyorsun. Be hey şaşkın, bunun neresi fani dünya? Baki dünya olsaydı nasıl çalışacaktın?
Hisse: Günümüzde de durum aynıdır!. Fani dünyanın fani insanları, baki bir dünyada baki kalacaklarmış gibi çalışmaktadırlar!.
Sizlere sormak istiyorum, günümüzdeki insanlara “Bundan sonra dünya hayatı baki olacaktır” şeklinde bir hüküm gelse, kaç kişinin yaşantısı değişecektir? Tabi ki Önemli bir değişiklik olmayacaktır! Çünkü bu insanlar zaten dünya hayatı bakiymiş gibi çalışmakta ve bu fani hayata bakiymiş bağlanmaktadırlar. Oysa hüküm açık ve değişmezdir..
Her nefis ölümü tadacaktır, sonra bize döndürülecektir. (29-Ankebut-57)
(Dünden Bugüne Şeytan ve Dostları-Mehmed Alagaş, insan dergisi yay.)
İşin içinde biraz mizah var tabi fakat bizlerinde hali iş aletlerimiz değişmiş olsa da hikâyede anlatılanlara çok benziyor. Her daim fani dünyanın işleri ile meşgulüz. Doğrusu yaşadığımız kapitalist dünya böyle kurgulanmış ve birtakım ihtiyaçlarımız için fazladan çalışmayı zorunlu kılıyor. Fakat çoğu kez ölçüyü kaçırdığımız da oluyor.
Aslında bu yaşamımızı neyin ya da kimlerin kontrol ettiğini de gündeme getiriyor? Böylesi bir hayata gerçekten mahkûm muyuz? Yoksa bu mahkûmiyetimiz kendi ellerimiz ile yapıp ettiklerimizden dolayı mıdır? Böylesi bir hayattan kurtulmak belli ki tek başına başarabileceğimiz bir şey değil. Bu konuda inanç sistemimizin bizlere söylediği sözlere kulak vermemiz dahası yaşantımıza aktarmamız gerekiyor. Fakat görülen o ki Müslümanlar bu konuda iki ayrı yaşantıyı yaşamakta bir beis görmüyor. Belki Ankebut Suresinde sözü geçen nefsin kendi nefislerini ilgilendirmediğini düşünüyorlar. Nefislerinin bir gün mutlaka öleceğini ölümlü bir süreci yaşadığını ebedi hayat yurtları olan öteki dünyada böylesi bir geçimlik kazanma çabalarının bir anlamı olmadığını kavrayamıyorlar. O yüzden dir ki bu hayata sıkı sıkıya sarılıyoruz. Kendimizde olan gücü imkânı birleştirerek bizlerin arınmasını sağlayacak işlere yönelmiyoruz. Şunu unutmayalım ki kendimizde olanı vermeden temize çıkamayız. Kendimizde olanı paylaşırsak eğer elinde imkânı olmayan kimseleri de böylesi zorunlu bir hayattan kurtarabiliriz. Ve hep birlikte kendimize yol açabiliriz. Yoksa varmak istediğimiz yer için bir yolun hiç olmayacağı kesin gibi görülüyor.
Eğer bir an önce biz olmayı öğrenmez isek tıpkı hikâyede anlatıldığı gibi Allah adına bir şeyler yapacak bir elimiz bir ayağımız bir dilimiz olmayacak. Çünkü onlar her daim bu dünya adına meşgul olacaklar. Zaten aklımız da bu tür şeylere kafa yorarak geçecek ve hiçbir zaman da akledenlerden olmaya fırsat bulamayacağız.
Şimdi şöyle bir düşünelim;
Bir kardeşinizin Allah adına sizleri bir davaya bir bilinçlenmeye bir yürüyüşe, düşünceye çağırdığını düşünün.
Eğer siz aynı anda ayaklarınızla çamurun içinde zıplıyorsanız ayaklarınız çağrılan yere nasıl gidecek ki? Üstelik elinizle yün eğirdiğiniz için eliniz bağlı ağzınızla Yasin okuduğunuz için söyleyecek sözünüz de yok ve en önemlisi inandığınız davaya sırt/omuz veremezsiniz sırtınızda/omuzlarınızda da bir tulum var ve ayranı sallayıp yağını çıkarmaya çalışıyorsunuz. Allah’a yönelmesi gereken her şeyinizi meşgul etmişsiniz yani.
Bu işin çözümü eğer böylesi bir kardeşimiz geçinmek için buna gerçekten mecbur ise bu işlerini paylaşarak bu yükü ondan almalı boşta kalan el ve ayakları ile İslam davasına daha fazla katkı sağlamasına imkân vermeliyiz. Eleştirinin ötesinde mevcut sorunların çözümüne de odaklanmak gerekiyor. Geçici bir hayatı yaşadığımızı unutmamalıyız. Zor olan hayatı kardeşlerimizle paylaşmayı zorluklara birlikte göğüs germeyi öğrenmeliyiz.
O halde şunu; “Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid-20)
İnşallah bizler dünya meşguliyetleri içerisinde kaybolup gitmeyiz. Daima kardeşlerimiz için uyarıcılar olabilir onlar ile birlikte dünyanın çetin imtihanından kurtulur omuz omuza Allah’ın dini uğruna savaş vermeyi göze alabiliriz. Yoksa kendi ellerimizle yaptıklarımız sebebiyle ölümümüzden sonraki hayatımız hiçte iç açıcı olmayacak. Dünyaya dair fani işlerimizin ölçüsünü kaçırıp sorumluluklarımıza karşı kör ve sağır kaldığımız için umarım ki Allah bizi affetsin. Hepimizin buna çok ihtiyacı var.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *