Dolayısıyla minimalizmde ve “İslam’da sadelik” veya “sade hayat” arasında büyük bir benzerlik olmasına rağmen fikri konuda ayrıştıklarından uç denebilecek kadar farklar da mevcuttur.
Minimal Sizsiniz
Esra Hilal Yağmur Akkuyu
Minimalizm..
Son zamanlarda popülerlik kazanmış, 1960’lardan günümüze birçok insanı mutlu ettiğine inanılan bir akım… Birçok insanı bu şekilde sürüklemesi de manidar geliyor bana; ancak derinlemesine baktığımda bir montesori gerçeği ile karşılaşıyorum adeta.
Anadolu’da çocuk yetiştirmenin metotlarını araştıran ve kendini buna adayıp yıllar sonra kendi soy ismi ile bir akım ortaya atan Maria Montesori ile gündem oluyor bizim bildiğimiz, tanıdığımız, ancak zamanla unuttuğumuz kendi öz değerlerimizin adı. Batı bizim tarihimizdeki, kültürümüzdeki güzellikleri aldığında, buna bir de isim verdiğinde ancak o zaman doğru oluyor; birçok insanı sürüklüyor.. Aksi takdirde peygamber efendimiz yıllar önce böyle bir şey demişti dediğimizde demode oluyor, hatta geri kafalı oluyoruz. Öylesine insanları sürüklüyor ki bu akımlar; çocuğumuz, bildiğimiz değerler için eğitim alsın istiyorsak bir yığın para bayılmak gerekiyor montesori adı altındaki okullara.. İşte bizim gerçeğimizin, değerlerimizin daha her şeyi ile keşfedilmemiş, henüz eksikleri olan bir akım daha (!) Minimalizm…
Minimalizm özetle, fazlalıklardan kurtularak az ve öz, sade bir yaşamdır basit bir tanımla. Günümüz tüketim toplumunda çokça mutsuz, ruh gibi dolaşan insanların sorunlarına çözüm bulmak için çabalama ve araştırma sonucu oluşan bir fikir hakkında, yüzyıllar öncesinde İslam’ın haber vermesi ve yine kulak ardı edilmesi; ancak bu batıdan gelen bir dalga olunca da tüm dikkatleri çekmesi ne yazık ki islamdan çok da uzak bir yaşantımız olduğunu düşündürüyor bana.
Minimalist yaşam ile insan, hayatındaki ihtiyaçları en aza indirgeyerek daha kaliteli bir yaşam, daha fazla odaklanabilirlik, daha fazla farkındalık ve daha fazla haz duygusunu keşfetmiştir. Çünkü insan bu şekilde yaşamaya muhtaç olarak yaratılmış ve bu şekilde huzuru bulabilmiştir ancak.
Şu göklerin ve yerin yaratıcısı Kur’an’da da, İncil’de de ve belki öncesindeki tüm kaynaklarda bahsettiği “karanlıklardan aydınlığa çıkma ifadesi” de bana sadeliği hatırlatıyor. Karanlıklar deniliyor, çünkü birçok karanlık var; ancak bir tane aydınlık var. Net, sade, temiz bir tane aydınlık… Çünkü mesajını Allah’tan alan, onun dediği şekilde bir hayat yaşayan insan karanlıklarda olamaz. Buğulu, dumanlı bir pencereden değil, aksine berrak bir pencereden bakar hayata. İşte sadelik başkalarına değil; sadece ama sadece Allah’a kul olarak başlıyor aslen…
Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarında her zaman itidali tercih ettiği gibi hayatını sürdürürken de sade yaşamayı tercih etmiştir. Böylece O, diğer davranışlarında olduğu gibi bu konuda da Müslümanlara örnek olmuştur. O, yaşantısıyla da en güzel örnekleri vererek, maddeye kul olmayan örnek bir nesil yetiştirmeyi gaye edinmiştir. Yani o daima mütevazı, sade ve basit bir hayat sürdürmüştür.
Şüphesiz Kur’an’da, çoğaltma ve tüketim toplumu için Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu, ta ki siz mezarlara varıncaya dek.” (Tekasür 1-2)
“O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. Malın kendisini ebedi kılacağını zanneder.”(Hümeze 1-3)
Nitekim bu hazzın sonu yok. Bir telefon alıyorsunuz daha iyisi çıkıyor ve onu istiyorsunuz. Sonra daha iyisi, daha iyisi… arabamız ihtiyacımızı karşılıyor ancak daha iyisi, daha konforlusu… çünkü tüketim toplumu ile beraber ihtiyaç kavramı da değiştiğinden, algılarla yeteri kadar hatta yetemediği kadar oynandığından neyin ihtiyaç neyin ihtiyaç olmadığı da flu bir hal alıyor zamanla ve tabi bu da insana normal bir durummuş gibi gösteriliyor. Sonuç olarak; bir yığın mutsuz insanlar silsilesi…
Çünkü sonu olmayan bir istek varken, aslen tırnak içerisinde söylemek gerekirse “tüketim toplumu içerisinde tüketmeyip, tükenirken”; durumu olmayanlar için sürekli koşturmak gerekecek, ulaşmaya çalıştığı her an için bir diğer kişi zaten kolaylıkla ulaşmış olacak. Dolayısıyla bu kişi adil olmayan dünyaya mı yansın, yoksa koşturmaları sırasında ıskaladığı hayatına mı? Her şeye ulaşabilecek durumda olan kişi ise kıymet bilmenin ne demek olduğunu bilemediği için hiçbir şey onun için değerli olmayacak, doğal olarak herşeye sahip olsa bile aslında hiçbir şeyi olmayan bir zavallı gibi hissedecek kendini… O halde bir ölçü olmalı bu durumda.. Bir denge ve bir ahenk olmalı her şeyde olduğu gibi, doğaya baktığımzda altın oranı keşfedebildiğimiz gibi bir oran olmalı bu işte de… Nitekim dinimiz zaten sade bir yaşamı gerekli kılar. “Sade yaşayınız, giyimde ve yemekte sadeliği tercih ediniz” der.
Örneğin Nahl suresinde iman edip salih amel işleyenler için huzurlu bir hayat vaat edilmektedir. Ancak buradaki huzurdan kasıt rahatlık değildir. Tıpkı sadelikten kastın basitlik olmadığı gibi.. Ne diyordu Leonardo da Vinci? “Simplicity is the ultimate sophistication”, sadelik en yüksek düzeydeki kapsamlılıktır. Huzurlu hayat demek de maddi anlamda rahatlık değil; temiz, net, berrak, yalın, kolay bir hayattır. Yani çalışır, çabalar hatta sıkıntılar da çekebilir ancak yine başka bir ayet gereği bilir ki her zorlukla beraber kolaylık vardır ve devam eder inancın verdiği enerji ile. Patronuna, eşine, dostuna, çoluğuna çocuğuna, kapitalizme, hocasına, bürokrasiye, ona, buna, şuna değil; o sadece Allah’a kuldur nitekim. Yaşanılan her sıkıntıdan güçlenerek doğrulur, çünkü belki de rabbiyle arasında yeni bir ahd olacak, O’ndan yeni şeyler öğrenecektir. Dolayısıyla ne yaşarsa yaşasın iç alemi huzurlu ve temiz kalır.
Dolayısıyla minimalizmde ve “İslam’da sadelik” veya “sade hayat” arasında büyük bir benzerlik olmasına rağmen fikri konuda ayrıştıklarından uç denebilecek kadar farklar da mevcuttur. Minimalizmde gereksiz olandan kurtulmak vardır; oysa İslam’da gereksiz olanı infak etmek gerekir. Böylece tüketim toplumu insanını mutsuz eden adaletsiz dünya anlayışını bertaraf eder İslam. Önce en yakınından başlamak üzere vermeyi gerekli kılar İslam.
Ayrıca batının sade hayat olarak peşinden koştukları hayat yukarıda bahsedildiği üzere iç dünyanın huzurlu ve temiz olduğu bir hayattır; ancak bunun için maddesel bir azaltma yeterli değildir. Çünkü burada kastedilen dış yüzeyin sadeliği değil; aslında iç âlemin alabildiğine zenginliğidir. Nitekim içimizi güzelleştirdikçe dış maddedeki güzellik değerini kaybeder. Bu her zaman böyledir.
Gerek ilim, gerek fen ve matematik konularında ve gerekse maneviyat konusunda topluma mal olmuş kişilere baktığımızda sade bir hayat yaşayan insanlar olduğunu görürüz. Zengin olup, rahat hayat yaşayan bir dava adamı yoktur mesela… Sıkıntılara rağmen başarmanın zevkini anlatan dava adamlarını sık duymuşuzdur oysa.
Son olarak, işimize gelse de gelmese de, Allah’ın bizden istedikleri dışındaki her şeyi elimizin tersiyle iterek, sadece Allah’a kul olalım, sadeleşelim, maddeyi değil iç dünyamızı zenginleştirelim. Çünkü tersi hiçbir işe yaramıyor…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *