Cihad Dosyası: İslam Cihad Varsa İslam’dır

Cihad Dosyası: İslam Cihad Varsa İslam’dır

Allah insanlardan cihad edenleri, Allah’tan, Rasûlünden ve müminlerden başka kimseyi dost (velîce) edinmeyenleri bilip ortaya çıkarmak istemektedir. Böyle bir imtihandan hiç kimse muaf değildir. (Tevbe, 16). Keza Allah müminlerin içinden cihad edenlerle sabredenleri bilip ortaya çıkarmadan kimsenin cennete gitmeyi umması da olası değildir. (Âl-i İmran, 142).

Mehmed Durmuş

Giriş

‘Chd’ fiili gayret etmek, hayvana takati üzerinde yük yüklemek, yorulmak, meşakkat çekmek gibi anlamlara gelmektedir. el-Cühdü takat, cehdü bir işte gücünün son haddine kadar gayret etmek demektir. Cehd aynı zamanda meşakkat anlamına da gelmektedir. ‘Câhede fî sebîlillah’, mücâhede ve ictihad kişinin var gücünü seferber etmesidir.(1) Râğıb el-İsfahânî cihadı, düşmana karşı savunma yaparken var gücünü kullanmak diye tarif etmekte ve cihadın, düşmana karşı, şeytana karşı ve nefse karşı olmak üzere üçe ayrıldığını belirtmektedir. Fakat Kur’an’da cihad kelimesinin şeytana ve nefse karşı mücadele anlamında bir kullanıma rastlanılmamaktadır. Sözün bu en başında, Rasûlullah’ın (sav) bir savaştan dönerken “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” dediği ve düşmanla savaşmayı küçük cihad, nefisle savaşmayı büyük cihad saydığını bildiren rivayetin uydurma olduğunu söylememiz gerekmektedir. İbni Hâcer (ö.1449), halk dilinde yaygın olan bu sözün İbrahim ibni Able’ye ait olduğunu söylemektedir.(2) Sözün uydurma olduğu görüşü İbni Teymiye’den (ö.1328) de nakledilmektedir.(3) Mehmet Said Aydın cihadı ekber hadisinin sıhhatinden şüphe duyulmasına hak vermekle birlikte, hadisin sıhhatinin şüpheli olmasının, kavramın Kur’an’ın/İslam’ın ruhuna uygun olmadığı anlamına gelmeyeceğini iddia etmektedir.(4) Nefisle cihad gibi bir kavram üretmek ve buna da ‘büyük’ payesi vermek, cihadsız bir İslam tasarlayan muhafazakar demokratlar için kullanışlı bir araç olmuştur.

Cihad savaşı da içermektedir. Düşmanla silahlı çarpışma cihadın en ileri aşamasıdır fakat cihad savaştan (mukatele) ibaret değildir. Akabe biatlarından önceki yıllarda Rasûlullah’a ve Müslümanlara, maruz kalacakları bütün olumsuz davranışlar karşısında Allah’a dua etmeleri, işkencelere sabır göstermeleri ve kaba hareketlere müsamaha ile mukabele etmeleri yönünde tavsiyelerde bulunulmuştur. Buna rağmen Rasûlullah’ın ve ilk Müslümanların bu davranışlarının da cihad niteliği taşıdığı asla yadsınamaz.(5)

Sadece Allah Yolunda Yapılan Cihaddır

Kur’an cihadın sadece Allah yolunda yapılacağını defaatle bildirmektedir.(6) Bir mücadeleyi cihad yapan, onun Allah yolunda olmasıdır. Mücahidin niyetine Allah yolundan başka bir amaç karışırsa, cihad olmaktan çıkar. Allah yolunda, Allah’ı razı etmek niyetiyle ve Allah’ın emrettiği yöntemlerle yürütülen her türlü Müslüman çabası cihaddır.

Kelimenin tam anlamıyla Allah yolunda cihad yapmak, ataları İbrahim’in milletine bağlanmış olan müminlerin şiarıdır. Hac suresinin 78. ayetini okuduğumuzda, şöyle bir kanaat hasıl olmaktadır: Allah yolunda cihad Müslümanlar için abı hayat gibidir, müminleri kokuşmaktan, bayatlamaktan, çürümekten ve en sonunda kafirler karşısında utanç verici zillete düşmekten korur. Ayet bizi Allah yolunda hakkı ile cihad yapmaya çağırmaktadır.

Cihadın “Allah yolunda” diye tanımlanması, onu tağut yolunda yapılan çabalardan ayırmaktadır. Müminler Allah yolunda cihad ederler, kâfirler ise tağut yolunda. Allah müminlere, Kendisinden sakınmayı ve O’nun rızasını elde etmeye bir vesile olarak Allah yolunda cihad yapmayı görev olarak yüklemiştir. (Maide, 35). Mevdudî (ö.1979) ayetteki “câhidû” kelimesini şu şekilde açıklamaktadır: “Müminler Allah’ın yolu üzerinde duran tüm güçlerle mücadele etmelidirler. Allah yolunda elinizden geleni yaparsanız, ancak Allah’ın rızasını kazanabilir ve O’nu memnun edebilirsiniz. O halde sizi Allah’ın yolundan alıkoyan, O’ndan yüz çevirten kulları olarak, O’nun yolunu izlemekten alıkoyan ve sizi kendilerinin veya başkalarının kulları olmaya zorlayan, Allah’ın yolu üzerindeki her türlü kişi, grup ve güçle mücadele edin.”(7)

Bugün ‘İslam alemi’ olarak andığımız Müslüman kavimlerin geneli için Kur’an’ın uyarıları bir anlam ifade etmemektedir. Bugünkü ümmet Maide suresinin 54. ayetini doğrular nitelikte bir nevi irtidat hali yaşamaktadır. ‘İslam alemi’ bilmelidir ki, dininden dönen insanlar Allah’a herhangi bir zarar verme gücüne sahip değildirler. Bilakis Allah onların yerine, Allah’ın onları, onların da Allah’ı sevecekleri, müminlere karşı son derece mütevazi ve saygılı, kafirlere ise aynı oranda sert, tavizsiz ve dik duruşlu, Allah yolunda cihad eden, kınayıcıların kınamasından korkmayan yeni bir kavim yaratmaya kadirdir. Doğrusu bu, Allah’ın vaadidir. (Maide, 54). Gazze cihadı, ‘İslam alemi’ndeki adı konulmamış bu irtidadı açığa çıkarmıştır. Ne kadar üzücüdür ki Müslüman topluluklar Müslüman kardeşlerine değil, ABD-İsrail eksenine mütevazi, Müslümanlara karşı ulusalcı ve mezhepçi davranmakta, Batılı ülkelerin ve Siyonist kuruluşların kınamasından korkmakta ve Allah yolunda değil, demokratik tağutlar uğrunda mücadele etmektedirler. Müslümanlardan gibi görünen liderlerin Siyonistlere kükrüyormuş gibi konuşmaları aldatmamalıdır. Çünkü Siyonizm’in en büyük hamisi ABD’nin başkanı candan dost edinilmekte, İsrail terör örgütünün cürümleri, İsrail’in sözde başbakanına hamledilerek, İsrail’e yaşama hakkı tanınmaktadır. Bu da ilgili kişilerin Allah’tan değil, Siyonistlerden korktuklarını göstermektedir. Maide suresinin 54. ayetinde sıralanan, kınayıcının kınamasından korkmamak gibi vasıfları Gazze Müslümanları güzelce tefsir etmektedirler.

Allah yolunda cihad boş laflarla, münafıklık kokan hamasi nutuklarla değil, ancak canla ve malla yapılabilmektedir. (Tevbe, 41; Hucurât, 15; Saf, 11). İsrail’le ticaretini bile kesemeyen yönetimler, ‘cihadlarını’ adeta soykırıma uğrayan Müslümanlara karşı yürütmektedirler. Bunların durumu, “biz de inandık” diyen bedevîlere benzemektedir. Allah ise bedevîlerin iddialarını reddetmiş, onların iman etmediklerini, sureta teslim olduklarını bildirmiştir. Çünkü mümin diye adlandırılacak olanlar ancak Allah’a ve Rasûlüne iman edip, imanlarında hiçbir boşluk bulundurmayan, sonra da mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir. Sadıklar da bunlardır. (Hucurât, 14-15).

Cihad Allah’a İtaatin Zirve Noktasıdır

Allah insanlardan cihad edenleri, Allah’tan, Rasûlünden ve müminlerden başka kimseyi dost (velîce) edinmeyenleri bilip ortaya çıkarmak istemektedir. Böyle bir imtihandan hiç kimse muaf değildir. (Tevbe, 16). Keza Allah müminlerin içinden cihad edenlerle sabredenleri bilip ortaya çıkarmadan kimsenin cennete gitmeyi umması da olası değildir. (Âl-i İmran, 142). Dünya hayatında kulların Allah’a arz edecekleri en makbul amel Allah yolunda cihaddır diyebiliriz. Cihad İslam’ın en üstün emri, kulluğun zirve noktasıdır. Mesela hacılara su dağıtmak ve el-Mescidu’l-Haram’ı mamur hale getirmekle Allah’a ve ahiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad yapmak kıyaslandığında, birincilerin cihad seviyesine ulaşması mümkün görülmemektedir. (Tevbe, 19). Kur’an kıyası genişletmektedir: Babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz, eşlerimiz, hısım-akrabamız, kazandığımız mallar, kesada uğramasından korktuğumuz ticaretimiz, hoşlandığımız meskenler bize Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda yapacağımız cihaddan asla daha sevimli olamazlar. Allah’ın mubah kıldığı bütün bu ‘sevimli’ değerler Allah’a ve Rasûlüne iman etmenin ve Allah yolunda yapılacak cihadın önüne asla geçemezler. Aksi gidişatta olanlar fâsık sayılmışlardır. (Tevbe, 24).

Cenabı Hak müminlerin ticaretlerinin Allah’a ve Rasûlüne imandan ve Allah yolunda cihaddan daha kıymetli olamayacağına hükmederken, bunun yanında Kendisi müminlere, kendilerini azaptan kurtaracak gerçek ticareti teklif etmektedir. Bu ticaretin ana sözleşmesi Allah’a ve Rasûlüne iman, iki aslî emtiası ise müminlerin malları ve canlarıdır. Kendileri için en hayırlı olan bu ticaret neticesinde müminlerin günahları bağışlanacak, içinden ırmakların geçtiği cennetlere, tertemiz adn cennetlerine iskân edileceklerdir. Müminlere, sevecekleri başka mükafatlar da verilecektir: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih. (Saf, 10-13). Bu ticaretin Kitap’taki bir başka anlatımı şudur: Allah müminlerden, cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın almaktadır. Çünkü müminler Allah yolunda savaşırlar (mukatele), öldürürler ve ölürler. Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’daki vaadi böyledir. Müminler Rablerinin bu müjdesiyle sevinmelidirler. (Tevbe, 111).

Allah’ın Rasûlü ve onunla birlikte iman etmiş olan müminler gözlerini kırpmadan Allah yolunda cihada çıkarken (Tevbe, 88), (Allah’a ve) Rasûlüne muhalefet edenler seferden kaçınmışlar, oturmaktan ferahlık duymuşlar, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi kerih görmüşler, “bu sıcakta sefere çıkmayın” diyerek, çevrelerine karşı da bozgunculuk yapmışlardır. Onlara söylenebilecek tek söz vardır: “De ki, cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlasalardı.” (Tevbe, 81). Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerin, canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda cihad etmekten kaytarmak için izin istemeleri söz konusu olamaz. (Tevbe, 44). Böyle yapanların Allah’a ve ahiret gününe iman etmedikleri kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kendi canlarını herkesten kıymetli sanan, maddi durumları da yerinde olan münâfık mizaçlılar Allah yolunda cihadı emreden bir sure indirildiğinde sıvışıp gitmişler, Rasûlullah’tan izin istemişler ve hiçbir utanma belirtisi göstermeden, evlerinde oturmayı tercih etmişlerdir. Allah da bunların kalplerini mühürlemiştir. (Tevbe, 86-87).

Dünya bir imtihan yeri değil midir? Allah kullarını, cihad yapanlarla sabredenleri bilinceye ve haberlerini ortaya çıkarıncaya kadar deneyecek, belalardan geçirecektir. (Muhammed, 31). Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad yapanların aynı değerde oldukları söylenebilir mi? Her ne kadar Allah bütün müminlere güzellikler vaat etmişse de mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden müminler derece bakımından üstündürler. (Nisa, 95). İşte Allah’ın bu derecelendirmesi bağlamında, hicret etmeyip kâfir toplumun içinde zillete razı olanların, “ne işte idiniz?” sorusuna “biz mustaz’af idik” diye cevap vermeleri kabul edilmemekte, neden hicret etmedikleri sorusuna cevap vermeleri istenmektedir. (Nisa, 97).

Şurası kesindir ki hiçbir kulun ibadet ve salih amelleri Allah’a bir şey katmaz ve O’ndan bir şey de eksiltmez. Allah yolunda cihada katılan her mümin, bunu kendileri için yapmıştır. Müslümanların yapacakları her türlü mücahede kendi izzet ve şerefleri içindir. Zira Allah alemlerden (ve alemlerin cihad gibi işlerinden) müstağnidir. Fakat Allah, O’nun uğrunda cihad yapanları kendi yollarına hidayet edecektir. (Ankebut, 6, 69).

Cihad ve Hicret Ayrılmaz Bir Bütündür

Kur’an, Allah’ın rahmetini umanlar olmayı üç temel şarta bağlamıştır: İman, hicret ve Allah yolunda cihad. (Bakara, 218). Kur’an bu tavsifi ile, Muhacir ve Ensar’ı kodlamış gibidir. Muhacirler Mekke’de Allah’a ve Rasûlüne iman ettiler, imanlarında herhangi bir zafiyet yaşamadılar. Şartlar olgunlaştığında Mekke’den Yesrib’e hicret ettiler. Yesrib’in, İslam’ın tüm dünyaya yayılmasında merkezi bir İslam yurdu olması için kafirlerle ve münafıklarla hesaplaştılar. Canlarını ve mallarını, cenneti kazandıracak ticaretin pazarına çıkardılar. Muhacirlerin ve Ensar’ın bu çabaları sıradan bir hicret ve cihad işi değildi. Onlar, Rasûlullah’ın (sav) öncülüğünde İslam’ı dünyaya hâkim kılmanın mücadelesini verdiklerinin bilincindeydiler. Mevdudî bu ayetin açıklamasında diyor ki, “Mücahid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır.”(8)

Allah’ın bildirdiğine göre iman eden, sonra hicret eden, sonra da Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, onları Yesrib’te barındıran, kalplerini ve yurtlarını kendilerine açan müminlerle kendi aralarında bir velayet sistemi inşa ettiler. Bir başka deyişle Allah Muhacir ve Ensar’ı, tamamen İslam’a özgü olan velayet nizamına katmıştır. Bu nizamda müminlerden başka hiç kimseye yer yoktur. Kafirler ve münafıklar şöyle dursun, iman ettikleri halde hicret etmeyen müminler bile İslam’ın velayet nizamına dahil olamıyorlardı. İman ettiği halde hicret etmeyenler Rasûlullah (sav) ve müminlerin velayetinde değillerdi. Dolayısıyla onların sorumluluğundan Rasûlullah’a hiçbir şey terettüp etmemekteydi. (Enfal, 72).

Kafirlerin de kendi aralarında, kendilerine göre bir velayetleri vardır. (Enfal, 73). İslam’ın velayet nizamıyla kafirlerin velayet nizamı birbirinin tamamen zıt ve birbirinin hasmıdır.

İman edip, Allah yolunda hicret edenlerle, onları barındıran Yesribli kardeşleri gerçek müminlerdir. Ayetteki ‘hakkâ’ kelimesi, akidevî-siyasî durumları iman-hicret-barındırma-cihad terimleriyle özetlenen Muhacir ve Ensar müminleri adeta imanın ve İslam’ın ‘hak numunesi’ kılmıştır. Bir kısım Kur’an hükümlerinin henüz kelamî tartışmalarla gölgelendirilmediği o ilk İslam günlerinde demek ki mümin diye kime deneceğini merak edenlerin, Muhacirlere ve Ensar’a bakmaları yeterli oluyordu. (Enfal, 74). Sonradan iman eden müminlerin izleyecekleri yol da aynıydı, onlar da iman-hicret-cihad denklemindeki yerlerini alacaklardı. Ancak o zaman müminlerden olurlardı. (Enfal, 75). İman edip, hicret eden, sonra da Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki dereceleri en büyüktür. Rableri onlara katından bir rahmet, kendi rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennet bahçelerini müjdelemektedir. (Tevbe, 20-21). Yurdunda türlü belalara uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra da cihada katılan, cihadda sabredenler için Allah bağışlayıcı ve merhametlidir. (Nahl, 110).

Müminlerin hicret ve yurtlarından çıkarılma süreçleri, “Rabbinize iman edin” diye çağıran bir davetçiye uymalarıyla başlamıştır. (Âl-i İmran, 193). Davetçi Allah’ın Rasûlü Muhammed (sav)’dir. Allah, yurtlarından çıkarılan, hicret eden, Allah yolunda eziyetlere uğrayan, öldüren ve öldürülen müminlerin kötülüklerini örtecek ve onları, içinden nehirlerin geçtiği cennetlere yerleştirecektir. Bu, Allah katından onlara verilmiş bir sevaptır ve en güzel sevaplar Allah katındadır. (Âl-i İmran, 195).

Netice

Kur’an’ın cihad emrinin balçıkla sıvanamaz en canlı şahidi Rasûlullah (sav)’in her türlü takdirin ötesindeki siyretidir. Onun risaletinin Mekke dönemi tebliğ ve cihada büyük bir hazırlık devresidir. Pakistanlı bilim adamı Ziyauddin Serdar, cihad Kur’an’da ‘mücadele’ anlamında kullanılmış ama savaşla ilişkilendirilmemiştir demektedir. Serdar, Rasûlullah’ın siyreti üzerinde öyle bir hesap yapmakta ki, adeta onun (sav) cihadını sıfırlamakta, cihad ve savaş kirli bir şeymiş gibi, Rasûlullah’ı ondan arındırmaktadır. Z. Serdar diyor ki, Peygamberin hayatında üç tane savaş olduğunu görürüz: Bedir, Uhud, Hendek ki bu üçüncüsü bir savaş sayılamaz bile. Zira herhangi bir çarpışma yaşanmamıştır. Bir de Hayber’in fethi. Demek ki diyor müellif, Muhammed Peygamber 23 yıllık sürenin sadece iki ayında savaşmıştır.(9)

Doğrusu şaşkınlık veren, müsteşriklerin bile tevessül etmedikleri bir hesapla karşı karşıyayız. Halbuki Rasûlullah’ın (sav) Medîne dönemi neredeyse bütünüyle savaşla ve askeri hareketlilikle geçmiştir. Rasûlullah’ın bizzat katıldığı gazvelerin sayısı 27 olarak verilmektedir.(10) Seriyyelerin sayısı hakkında ise 35-66(11) ya da 47-57 gibi rakamlar telaffuz edilmektedir.(12) 27 gazveye 35 seriyye eklediğimizde 62, 66 seriyye eklediğimizde ise 93 sayısı çıkmaktadır. Bu sayılar Rasûlullah’ın her sene beş ila sekiz askerî harekât sevk ettiği anlaşılmaktadır ki bu da iki-iki buçuk ayda bir sefer düzenlediği anlamına gelmektedir.

Modern dünyanın cihadsız, savaşsız, Budizm tarzı bir İslam arzuladığı bilinmektedir fakat Pakistanlı bir bilim adamı nasıl bir İslam istemektedir? İslam hiç tartışmasız cihad dinidir. Cihadın ifrat ya da tefrite varan içeriklerde tanımlanması İslam’ın cihad dini olduğu gerçeğini değiştirmez. Yeryüzünde sulh ve sükunu sağlayacak, adaleti tesis edip zulmü durduracak, fitneyi ortadan kaldıracak sadece ve sadece İslam’ın kılıcıdır. İslam cihad dinidir ama kafirlerin yaygara yaptığı gibi, öldürme değil, diriltme dinidir. Ziyauddin Serdar’ın utandığı Rasûlullah’ın bütün savaşlarında şehid edilen Müslümanların sayısı (Bi’r-i Maûne ve Recî olaylarında öldürülenler hariç) 138, müşriklerden öldürülenlerin sayısı ise (Kurayzalılar hariç) 216’dır.(13) İslam kılıcının tamamen teslim alındığı 20. Asra gelindiğinde ise dünya savaşlarında ve ideolojik hareketlerde öldürülen insan sayısı olarak iki yüz milyon gibi bir rakam telaffuz edilmektedir. Gazze olayını değerlendirecek olursak, İslam’ın kılıcı, bütün Yahudileri kesmek için değil, öncelikle Gazzeli/Filistinli Müslümanların kahpece öldürülmesinin önüne geçmek içindir. İslam’ın kılıcının Yahudilerin din, can, mal, nesil ve akıl emniyetlerinin güvencesi olduğu dönemleri herkes bilir.

Dipnotlar

1. Cevherî, es-Sıhâh, ‘chd’ md.

2. İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut-1351, I/424.

3. Ahmet Özel, Cihad, DİA, VII/528.

4. M. Said Aydın, İslam Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihad, Kuramer yay. İst-2016, 35.

5. Bekir Topaloğlu, Günümüzde Cihad, DİA, VII/532.

6. 2/Bakara, 218; 4/Nisa, 95; 5/Maide, 35, 54; 8/Enfal, 72, 74; 9/Tevbe, 19, 20, 24, 41, 81; 22/Hac, 78; 29/Ankebut, 69; 49/Hucurat, 15; 60/Mümtehine, 1; 61/Saf, 11.

7. Mevdudî, Tefhim, I/479.

8. Mevdudî, Tefhim, I/171.

9. Ziyauddin Serdar, İslam Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde Cihad, 31.

10. Hüseyin Algül, Gazve, DİA, XIII/488; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ank-2007, 151.

11. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 151.

12. Serdar Özdemir, Seriyye, DİA, XXXVI/566.

13. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 150.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *