Namazda safları sık ve düzgün tutturulmamız bugünlere bir hazırlık içindi aslında. Bugün safımız Müslümanlarla ve hem sık hem de düzgün değilse, namazdaki safımızın hiçbir değeri kalmamıştır. Namazda Müslümanların safında olup, savaşta kafirlerin safında olmak bizi imandan da eder, namazdan da.
Mehmed Durmuş
7 Ekim’de İzzeddin Kassam Tugayları cihadı başlattığı günden bu yana belirli çevreler mütemadiyen İran’ın vekil güçleri vasıtasıyla savaştığını, kendisinin bizzat savaşa girmediği ve girmeyeceği görüşünü yaydılar. Oysa iman ettiğimiz Rasûl (sav) “ya hayır söyle ya da sus!” buyurmuştu. Müminin şiarı ya hayır söylemek, bilmiyor ya da bildiği halde söyleyemiyorsa susmak olmalıydı.
Çok arzu ettikleri gün geldi çattı, İran bizzat savaşa dahil oldu. İran batılıların uzaktan besledikleri kuduz köpeği tarafından vuruldu, hem de ağır şekilde. İran da kuduz köpeği vurdu. İran bütün varlığıyla savaştaydı. İran savaşmaz diyenler tekzip edildi ama onlar yine yatışmış değillerdi, olamazlardı da çünkü “İran savaşmaz ki” demenin bir anlamı da İran’ın İsrail üzerinden ABD ve Avrupa ile büyük bir savaşa tutuşması ve sonunun gelmesi temennisiydi.
İran düşmanla savaştı. Canlar verdi, şehirleri yıkıldı, üç nükleer tesisi hedef alındı. İran’ın kendisi de canlar aldı, düşmanın şehirlerini yıktı, demir kubbesinin örümcek ağı olduğunu gösterdi. Fakat bizce asıl önemli olan bu değildi. Asıl önemli olan, İran’ın ABD’ni, Avrupa Birliği’ni ve İsrail’i düşman olarak karşısına almış olmasıydı. İran’ın füzeler fırlattığı, öldürdüğü ve öldürüldüğü düşman gerçekten Allah’ın düşman dediği ittifaklardı. İran’ın füzelerinden evvel, düşman ve dost seçimi isabet etmişti. ‘Danışıklı dövüş’ söylemiyle İran’a karşı duranlar ise tam aksine ABD’nin, AB’nin ve İsrail’in yanında saf tutmaktadırlar. Bu işte bir terslik yok mudur?
Amerikalıları, Avrupalıları, İsrail’i anladık, Trump’ın ‘Abraham Anlaşmaları’ tesbihine boncuk dizer gibi dizdiği Arap rejimlerini de anladık da kendi toplumumuz içinde İsrail’den de radikal bir kinle İran’a lanetler yağdıran insanları anlamadık. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl bir kin ve husumettir böyle! Bu insanlar düşünmüyorlar ki bugün İran’ın başına örülen çorap, dün Irak’ın başına, Afganistan’ın başına, Bosna’nın başına, yüz yıldır Filistin’in başına örülenin aynısıdır. Bir karış bile İslam toprağı yoktur ki orası kafirlerin mekrine maruz kalmamış olsun. Türk askerinin başına çuval geçirilmesi, düşmanın bizi İran’dan daha ehven görmediğini, sadece ‘şimdilik’ İran’a yapılan muameleden muaf tutulduğumuzu gösteren, göz açıcı bir eylemdi ama teslimiyetçilik bu önemli uyarıyı ört-bas etmeyi selamet zannetti. Fakat bilinmelidir ki teslimiyetçi hamaset, bu uyarıların beyne ve kalbe ‘olduğu gibi’ ulaşmasını engelleyen bir ‘savunma kalkanı’dır.
İran hakkında akla hayale gelmedik tezviratlar yapılırken, Türkiye’de ülkenin batı bloku yanında konumlandırılmasına en küçük bir itirazın yapılmaması, sözünü ettiğimiz ‘savunma kalkanı’ ile alakalıdır. Türkiye’de derin bir teshîr/büyüleme (hipnoz) durumu yaşanmaktadır. Bütün bir halkın akıllarına çuvallar geçirilmek istenmektedir. Muhafazakâr demokrat bir kadronun çeyrek asra yaklaşan iktidarının hasılası, Amerika ve NATO’ya olan merbutiyetimizin en uç noktaya çıkarılması olmuştur. Kendimizi mumya misali NATO’ya tepeden tırnağa sarıp sarmalatmış durumdayız. İran’a tafra yapıyoruz ama kuduz İsrail’in başbakanı İran’dan füzeler ateşlenir ateşlenmez kaç füzenin kendilerine doğru yollandığı bilgisini nereden aldığını merak etmiyor, sormuyor, soruşturmuyoruz.
Kendisini, tüm dünya mülkünün rakipsiz maliki sanan ABD İran’a her türlü hakareti yapıp, dinî liderine, “seni öldürmediysek bir bildiğimiz var elbette!” mealinde sözlerle, İran ABD’nin ayağı altında böcekmiş de basıp ezebilirmiş muamelesi yaparken, Türkiye’nin yönetimini en cicili sözlerle yüceltmesi, burada bir hinlik olduğunu düşünmeyi gerektirmez mi? Aynı dine mensup, kültürü ve kaderi ortak iki komşudan birine sevdanın yolları, diğerine kurşunlar… Acaba neden?
Buradaki nedeni bulmamız için İran’ın, Irak’ın, Afganistan’ın vb. yaşadığı zulümleri Türkiye’nin de harfi harfine yaşaması mı gerekmektedir? Namusumuz etrafında dolaşıp duran ırz düşmanlarından namusumuzu korumak için bir vukuatın olmasını mı beklemekteyiz? İsrail’i Filistin İslam topraklarında oksijen çadırında hayata tutundurmaya çalışan ABD ve NATO iken, bizdeki ABD/Trump dostluğu ve NATO’ya Akabe bîatı gibi bîat edilmesinin sebebi acaba nedir?
Türkiye’nin yönetimini anladık da bunca kanaat önderi, fikir adamı, akademisyenin kurulu düzene yapacağı hiçbir uyarının olmamasını yine anamadık. Lût (as)’ın özlemini çektiği “reşîd adamlar” (Hud, 78) nerede? Onları biz de özledik. ABD’nin Siyonist Başkanı İran’ın dinî lideri şahsında bütün kutsallarına hiçbir uluslararası hukuk ve diplomasi ölçüsü vb. tanımaksızın küfürler savurup hakaretler ederken, Türkiye’nin yöneticisini yerlere göklere sığdıramıyorsa, bundan kuşkulanmak her akıllı insanın görevi değil midir?
Sözün özü, yalnızlaştırılarak linç edilme sırası Hamas/Gazze ve İran’dadır ve bu husustaki Siyonist plan işlemektedir. İran ya bila kaydü şart teslim olacak ya da rejimi değiştirmeseler bile tam anlamıyla kul edinecekleri bir yönetici kadrosu peydahlamak istemektedirler. Süreç başlatılmış görünmektedir. Hamas’ın ve İran’ın entarili, sakallı ve kravatlı komşularından bu necis oyunu bozacak bir irade beklenmemektedir. İşleri kendi yüreklerine ve Allah’a kalmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır. Akıbet Allah’ın elindedir. Sonucu tayin eden de O’dur. Şu anda İslam topraklarında düşmanla kimler füzelerle, uçaklarla hesaplaşıyorsa, “onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır” hükmü onlar için geçerlidir. Allah’tan niyazımız, kafirlerin oyunlarını bozması ve tuzaklarını başlarına geçirmesidir.
Son olarak şunu belirtmek isteriz ki, biz bu satırları karalarken “bugün İran’a, yarın bize” mantığına yaslanmamaktayız. Çünkü hedef alınan ne Irak ne Afganistan ne Bosna halkı ne de İran’dır. Kâfir düşmanın bütün kini, nefreti ve düşmanlığı İslam’adır. İslam olan herkesin, İslam olan herkese düşmanın tavır almasından rahatsız olması Müslümanlığının gereğidir. Bir de ABD-NATO’nun bizi kuşatmasına razı olup muvafakat eden yöneticilerin, bu zulümlerinden dolayı tesirli şekilde uyarılmaları, ABD-NATO aşkı ile Filistin dostluğunun, dahası imanın bir kalpte taşınamayacağı hususunda ikaz edilmeleri gerekmektedir.













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *