Bizler, Kitab-ı Kerimin “Yine o mü’minler ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler” (Mü’minun, 23/8) öğretisine ittiba ederek Rabbimizin bize olan tüm emanetleri gibi, O’nun güzel kulları olan, yeryüzünün süsü hayvanlara karşı da emanet bilinciyle şefkat ve merhametle davranır, onların fıtri haklarını gözetmek zorunda olduğumuzu biliriz.
Şükrü Hüseyinoğlu
Rabbimiz Kitab-ı Keriminde, insana doğu yolu gösterdiğini, lakin insanın dilerse şükredici, dilerse de nankör olmakta imtihan gereği muhayyer olduğunu hatırlatır.(1)
İnsanın, Âlemlerin Rabbine şükretme yolunu (O’nun emir ve nehiylerine itaat, O’nun bildirdiği hayat nizamına ittiba) tercih etmek yerine, nankörlüğe yönelerek tuğyan etmesinin temel sebebini de, onun kendisini ihtiyaçsız, kendi kendine yeterli (müstağni) görmesi olarak zikreder.(2)
İşin doğrusu ise, Kitab-ı Kerim’de şu iki temel hakikatle hatırlatılır, insana haddi vaz edilir:
“…Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216)
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, övgüye lâyık olandır.” (Fâtır, 35/15)
İşte insan, bilenin (el-Alîm olanın) Âlemlerin Rabbi olduğunu, kendisinin ise ancak O’nun kendisini akıl sahibi kıldığı ölçüde ve O’nun bildirdiği kadarıyla bilebileceğini, her an nefese muhtaç eksikliklerle mâlul bir kul olduğunu unutup, Rabbi’ne karşı tuğyana kalkışmıştır.
İnsanın tuğyanının temelinde, kendi yolunu kendisinin bulabileceği, kendisini yoktan var eden ve yaşatan Yüce Allah’ın yol göstericiliğine (hâşâ) ihtiyacı olmadığı zehabına kapılmak vardır. Bu durumda insan, hayatı kendi sınırlı aklı üzere anlamlandırmaya, kendisine o aklıyla yol çizmeye kalkışmakta, âleme de bu hal üzere nizamat verme dâvâsına kalkışmaktadır.
Kadim ve modern tüm câhiliyelerin temelinde bu tuğyan vardır. 19. asırda nihai biçimini alarak, “Tanrı’nın ölümünü” ilan eden ve insanı bizatihi kendi tanrısı (rab ve ilahı), insan aklını da “hakikatin yegâne kaynağı” olarak konumlandırıp, mâbedin karşısına “bilim kilisesi”ni yerleştiren modern tuğyan, aslında kadim câhiliyelerin daha sofistik, sistematize edilmiş ve kurumsallaşmış bir biçiminden başka bir şey değildir.
Nitekim, Firavun Mısır’da şöyle demiyor muydu: “Ben sizin en yüce rabbiniz (yol göstericiniz, egemen otoriteniz)im.” (Nâziat, 79/24)
Günümüzün modern/post-modern tuğyanı ve bu tuğyanın yeryüzündeki distrübütörleri durumundaki câhiliye düzenleri, Firavun’un sözünü hal diliyle, yönelimi, paradigması ve pratiğiyle ifade ediyorlar.
İnsan kendi kendisinin rab ve ilahı olmaya kalkışınca, yukarıda da belirttiğimiz gibi Âlemlerin Rabbi’nin yol göstericiliğine tâbi olmak yerine kendi yolunu kendisi çizmeye kalkıştı. Her şeyi sınırlı aklınca anlamlandırmaya ve konumlandırmaya teşebbüs etti.
“Doğaya egemen olmaktan” söz etti, “İnsan insanın kurdudur” dedi, “Doğal seleksiyon, güçlüler güçsüzleri yok eder” dedi… Varlık hiyerarşisini o sınırlı aklınca belirleme ve konumlandırmaya yöneldi. Tabii ki bunun neticesi, varlık hiyerarşisini alt-üst etmek ve başı ayak, ayağı baş konumuna çıkarmak olacaktı.
İşte birkaç asırlık modern tuğyanın özeti budur. İnsan, Rabbi’ne teslim ve O’nun kendisi için bildirdiği yola tâbi olmayınca, kendi hevası ve hevasına tâbi sınırlı aklıyla yol bulmaya çalışmış, bu çabasında Rabbiyle, tabiatla, diğer varlıklarla ve nihayet kendisiyle kavga etmeye koyulmuş, Darus Selam (Barış Yurdu) olması gereken yeryüzünü Darul Fesad’a tebdil etmiştir.
Varlık Hiyerarşisinin Alt-Üst Edilmesinin Neticesi
Rabbimiz, Kitab-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır:
“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Sizden O’na ulaşacak olan ancak takvanızdır. İşte böylece onları sizin emrinize verdi, onları size boyun eğdirdi ki, sizi hidâyete erdirmesine karşılık Allah’ı tekbir edesiniz. Muhsinleri müjdele.” (Hac, 22/37)
Bu ayet-i kerime bize Kurban ibâdetinin anlam ve şümulünü ifade ettiği gibi, varlık hiyerarşisiyle ilgili de önemli bir hususa vurgu yapmaktadır. O da; hayvanların, insanlara musahhar kılındığı, insanların hizmetine verildiğidir. Modern ve post-modern tuğyan, Rabbimizin belirleyip bildirdiği bu varlık hiyerarşisini tekzip etmekte ve tahrif edip değiştirmeye çalışmaktadır.
“Her şey insan için ve insan da Allah için, Allah’a kulluk içindir” şeklinde özetleyebileceğimiz bu hiyerarşiyi yok sayıp, önce insanı Allah’tan bağımsızlaştırıp kendi kendisinin rabbi ve ilahı haline getirme tuğyanını icra eden modern müstekbirlik, ardından da insanı, Allah tarafından onun hizmetine verilmiş olan hayvan ve eşyanın esiri, hizmetçisi haline getirmeye çalışmaktadır.
Türkiye’de geçtiğimiz yıl (2021) kabul edilen “Hayvanları Koruma Kanunu”nda yer alan kimi ifadeler de, Rabbimizin belirleyip bildirdiği varlık hiyerarşisini alt-üst eden bu tuğyanı çağrıştırmaktadır.
Tıpkı daha önce “İstanbul Sözleşmesi”yle nasıl ki kadın-erkek konusunda Rabbimizin bildirdiği ölçüler ve “velayet” ve merhamet esaslı ilişkiler(3) yerine, modern tuğyanın “rekabeti” esas kabul eden çatışmacı öğretisini esas alan, “kadının beyanı esastır” yaklaşımında ifadesini bulduğu üzere, kadının erkekle birbirlerini tamamlayan (ezvac) bir fert olmaktan çıkarılıp tam anlamıyla modern bir put haline getirilmesi örneğinde olduğu gibi, söz konusu kanunda da hayvanlar için benzer bir yaklaşım ortaya konulmaktadır.
Bugün sokaklarda sıkça karşılaştığımız, “köpeklerinin hizmetindeki insanlar”, batıdaki “varlık hiyerarşisini alt-üst eden ve insanı, adeta putlaştırılan hayvanlara hizmetçi konumuna düşüren” iki asırlık dönüşümün artık tüm dünyada olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da yerleşik kültür olmaya doğru gittiğinin işaretlerini vermektedir. Türkiye’de ilki 2011 yılında İstanbul Tuzla’da kurulan ve giderek diğer şehirlere de yaygınlaştırılan “hayvan mezarlıkları” ve o mezarlıklarda tıpkı insan mezarı gibi inşa edilip taşlarına “Canım Kızım”, “Sevgili Oğlumuz” şeklinde ifadeler eşliğinde isimleri kazınılarak ziyaret edilen evcil hayvan mezarları, söz konusu ettiğimiz varlık hiyerarşisinin alt-üst edilmesi ameliyesinin ne boyutlara ulaştığının müşahhas örneklerindendir.
Oysa, Rabbimizin yaratmış olduğu güzel varlıklar olan ve bizler için Rabbani bir emanet konumunda bulunan hayvanlara şefkat konusunda hiçbir dünya görüşü İslam’la ve hiç kimse Müslümanlarla yarışamaz. Müslüman, karıncayı ezmekten dahi imtina eden insandır. Nitekim Rasulullah (a.s.) ve ilk neslin hayatında hayvanlara şefkat ve merhamete dair bugünün insanına ders olacak birçok hadise yaşanmıştır.
“Âmir’den nakledildiğine göre, Rasulullah bir gün ashabıyla birlikte otururken elinde üzeri sarılı bir şey bulunan bir adam gelir ve O’na şöyle der: ‘Ey Allah’ın Rasulü, seni görünce buraya geldim. Gelirken bir ağaç kümesinin yanına uğradım. Orada bir kuşun yavrularının seslerini işittim de hemen onları alıp elbisemin arasına sardım. Derken anneleri gelip başımın üzerinde dönmeye başladı. Neticede ben yavrularının üzerini açtım, anne kuş gelip onların üzerine kondu. Ben tekrar üzerlerini örttüm. Şimdi onlar işte burada benimle beraberdir.’
Bunun üzerine Rasulullah (a.s.), ‘Onları hemen bırak’ diye emretti. Adam da bıraktı. Fakat anneleri yavrularını terk etmedi. Bunun üzerine Rasulullah, ashabına ‘Şu annenin yavrularına şefkatine hayret ediyorsunuz değil mi?’ diye sordu. Onlar, ‘Evet, ya Rasulallah’ deyince, Rasulullah, ‘Beni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allah’ın kullarına karşı rahmeti, şu anne kuşun yavrularına karşı taşıdığı şefkatten daha fazladır. Onları götür, aldığın yere koy, anneleri de beraber olsun’ buyurdu. Adam da onları tekrar geri götürdü.” (Ebu Davud, Cenâiz, 1)
“Bir defasında Âişe (r.a.) annemiz hırçın bir deveye binmişti. Hayvanı sakinleştirmek için onu sert bir şekilde ileri geri götürmeye başladı. Bunun üzerine Rasulullah (a.s.) ona ‘Hayvana yumuşak davran. Çünkü yumuşaklık nerede bulunursa orayı güzelleştirir. Yumuşaklığın bulunmadığı her davranış çirkindir’ buyurdu.” (Müslim, Birr, 78, 79)
Mekke’nin fethi yolunda Rasulullah’ın, yavrularını emzirmekte olan bir köpeğin başına nöbetçi dikerek rahatsız edilmesine engel olmaya çalışması,(4) hakeza Enes b. Malik’in kardeşi Ebu Umeyr’in serçe benzeri kırmızı gagalı kuşu ölünce, Rasulullah’ın onun acısına ortaklık edip onu teselli etmesi(5) gibi örnekler, İslam’ın hayvan sevgisi ve onlara şefkat konusundaki öğretisinin yaşanmış izdüşümlerine örnektir.
“Hayvan Hakları” Kavramı Ne İfade Ediyor?
İşte “hayvan hakları” denilince akla gelmesi, insanlığın dimağına işlenmesi gereken yaklaşım, İslam’ın şefkat ve merhamet öğretisidir. Lakin, bugün “hayvan hakları” denilen modern temelli yaklaşım biçimi, hayvanlara şefkatin ötesinde varlık hiyerarşisini tahrif etmeye, insanı hayvanların hizmetinde nesne bir varlığa dönüştürmeye dönük bir tuğyanı ifade etmektedir.
Hayvanlar, kendilerine sınır konulamaz, dokunulmaz “kutsal varlıklar” haline getirilince de, insanın hizmetinde olması gereken hayvanlar, önü alınmaz bir şekilde insanlar için tehlike haline gelmektedir. Kısacası, yaşanan bu tür sorunların temelinde, Rabbimizin belirlediği ve vahiyle bize bildirdiği varlık hiyerarşisine ittiba etmek yerine, o hiyerarşiyi alt üst etme tuğyanı yatmaktadır.
Nasıl ki İslam’ın “insan hakları” öğretisi ile modern tuğyanın “insan hakları” öğretisi akidevi temelde farklılaşıyor ise, aynı şekilde İslam’ın “hayvan hakları” öğretisi de batının bu konudaki öğretisinden temelden farklılaşmaktadır.
Dikkat edilirse söz konusu terkiplerde geçen tüm kelimeler Arapça kökenli, Kur’an’ın kullandığı kelimeler. Lakin, bu kelimelere İslam’ın yüklediği anlam ile, İslam’ın yüklediği anlam arasında yüzde yüz fark vardır. İslam’ın “insanı”, Âlemlerin Rabbi’nin kulu olduğunu ve tüm eşya ve nesnenin O’na kulluk ve yeryüzünün halifeliği misyonu çerçevesinde kendi hizmetine verilmiş olduğunu bilen bir varlık iken, modern tuğyanın “insanı” ise Âlemlerin Rabbi’ne teslim olmak yerine O’na tuğyan ederek (hâşâ) kendi ilah ve rablik iddiasını ortaya atan, Hududullah’a tâbi olmak yerine, “özel alan”, “kamusal alan” diyerek Allah’a sınır çizmeye kalkışan bir tağidir.
Dolayısıyla İslam’ın “insan hakkı” yaklaşımıyla modern tuğyanın yaklaşımı, bu iki temelden farklı tanımlar üzerine şekillenmektedir. Modern tuğyanın insanı “kendi kendisinin ilahı”(6) olduğu için, onun “hakları” da “ilahlık haklarına” tekabül etmekte, kendisine sınır çizilemez, hevasına ölçü konulamaz başına buyruk bir varlık anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir.
Aynı durum “hayvan hakları” konusunda da söz konusudur. Modern tuğyanın “hayvanı”, İslam’ın bildirdiği varlık hiyerarşisindeki gibi insanın emrine musahhar kılınmış bir varlık değil, başta da belirttiğimiz gibi kendisine sınır konulamaz, dokunulamaz bir “puttur.” Dolayısıyla da “hayvan hakları” anlayışı bu tanım ve yaklaşım çerçevesinde şekillenmektedir.
Bu gidişatın sonucunun, Kurban ibâdetimizin “hayvan hakları” adına engellenmeye çalışılması olduğunu söylersek abartılı bir öngörüde bulunmamış oluruz maalesef. Ki batıda başlamış olan bu sürecin öncü sarsıntılarına, son yıllardaki Kurban Bayramlarında bazı kesimlerin bu yönde oluşturdukları habis gündemlere bu coğrafyada da tanıklık etmeye başlamış bulunuyoruz.
Hayvanlar Mülk mü, Emanet mi?
Bugünün insanının hayvanlara karşı tavrında iki uç yaklaşım var. Hayvanlara acımasızca muamele edenler, kötü davrananlar bir tarafta, hayvanları sınır konulamaz, dokunulamaz put edinip onlara adeta tapınanlar bir tarafta.
Bu yaklaşımlardan ilki, hayvanları Âlemlerin Rabbi’nin bize emanetleri görmek yerine onları üzerlerinde dilenildiği gibi tasarrufta bulunulabilecek mülk olarak görmenin, ikincisi ise hayvanların bizim hizmetimize verilmiş Rabbani emanetler olduğu gerçeğini kavramamış olmanın neticesidir.
İslam ve dolayısıyla biz Müslümanlar, hayvanları üzerlerinde dilediğimiz gibi tasarrufta bulanabileceğimiz mülk olarak değil, Rabbimizin emanetleri olarak görür ve onlara şefkat ve merhametle muamele ederiz. Onlara zulmedenlere karşı Allah için hiddetlenir, tavrımızı koyarız. Bir karıncaya dahi zarar vermeme hassasiyeti, bir Müslüman tavrı, şiarı olarak yerleşik hale gelmiştir.
Bugün “av turizmi” denilen habis bir uygulama var dünya çapında bilindiği gibi. Bir ihtiyaca binaen olmadan, sırf zevk için Rabbimizin güzel kulları geyikler, ceylanlar, dağ keçileri avlanmaktadır. İşte modern tuğyan, bir taraftan evcil hayvanları putlaştırıp onlara tapınmayı doğururken, diğer taraftan ise doğadaki hayvanlara vicdansızca zulmetmeyi, onları av zevki uğruna katletmeyi uygun görmektedir.
Bizler, Kitab-ı Kerimin “Yine o mü’minler ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler” (Mü’minun, 23/8) öğretisine ittiba ederek Rabbimizin bize olan tüm emanetleri gibi, O’nun güzel kulları olan, yeryüzünün süsü hayvanlara karşı da emanet bilinciyle şefkat ve merhametle davranır, onların fıtri haklarını gözetmek zorunda olduğumuzu biliriz.
(1) Bkz: İnsan, 76/3
(2) Bkz: Alak, 96/6-7
(3) Bkz: Tevbe, 9/71
(4) Vakıdî, Megâzî, II, 225
(5) Buhari, Edeb 112; İbn Mace, Edeb 24
(6) Bkz: Furkan, 25/43; Câsiye, 45/23
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *