“İsar” kelime olarak Arapça “başkaları için özveride bulunma” anlamında bir terim olarak karşımıza çıkar. İsar terim olarak ise Kur’an-ı Kerim’de “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” anlamındadır.
Hikmet Ertürk
İsar kavramı bağlamında “Ensar’ın örnek kişiliğinden söz edilen Haşr sûresi 9. ayette, “İhtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” buyrulmuştur. İslam âlimleri bu ayetten, cömertlik erdeminin özel bir türü olarak “başkasını kendisine tercih etme” anlamındaki îsâr teriminin vurguladığını ifade etmişlerdir. Hz. Peygamberin, “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İmân, 7) hadisi de îsâr terimine vurgu yapmaktadır. Ayetteki “şuhhu nefsih/nefsin bencilliğinden korunma” ifadesi de dikkat çekicidir. Birçok müfessir bu tamlamayı “cimriliğin ileri derecesi” veya “cimri olmanın yanı sıra başkalarının elindeki imkânları da kıskanma” olarak açıklamıştır. Bu itibarla ayetin bu kısmı “kim cimrilik duygusundan korunursa” şeklinde de anlaşılabilir bu yüzden elde edilen maddi imkânlarımızı ihtiyaç sahipleriyle paylaşmalıyız. Hiç şüphesiz darda olan mümin kardeşine kucak açmak ve destek olmak biz mümininlerin özeliğindendir.”()
Çünkü “eli dar olanın gönlü de dar olur.” Gönlü dar olanla yol yürünmez. Nefsin bencilliğinden korunmak, kardeşlerimizi kendimize tercih edecek bir imana sahip olmak istiyorsak cimri olmaktan da kurtulmak zorundayız. Çünkü Allah cimrileri sevmez. Allah’ın sevmediği birini müminler de sevmez. Onu kardeşleri olarak görmezler.
Hz. Peygamberin arkadaşları böyle değillerdi. Yani cimri değillerdi, yani kendi nefislerini tercih etmediler. Kazançlarını İslam yolunda harcadılar. Hep bir arada yol yürüdükleri dava arkadaşlarını kendilerinden önde tuttular.
Bizim şuan yapmamız gereken tüm bu ameller yıllar öncesinde Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Hz. Peygamberin arkadaşlarınca yaşandı/yaşatıldı. Yapmamız söylenen tüm bu şeyler; “Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanları karşılayan Medine’deki Ensar’ın temel karakteri ve özellikleriyle ortaya koyan gerçekçi ve apaydınlık bir tabloydu. Bu nitelikleriyle eşsizleşen ve göklere yükselen bu topluluk eğer bizzat yaşamamış olsaydı, insanlar O’nu derin hayal gücünün ürettiği uçup giden hayaller, kanatlanmış ütopyalar ve idealler dünyasındaki güzel örnekler sanırlardı. Yani hicret yurdunu, Peygamber şehrini.
Bu şehre Muhacirlerden önce Ensar yerleşmiş bulunuyordu. Aynı zamanda orada imanı da yerleştirmişlerdi. Sanki iman onların evi ve yurdu olmuştu. Bu gerçekten derin anlamlar taşıyan bir ifadedir ve Ensar’ın iman konumunu tasvir edebilecek en güzel ifadedir. Çünkü iman onların yurdu, onların konuğu ve kalplerinin içinde yaşadığı vatan haline gelmişti. Ruhları orada rahata kavuşuyordu. Hep onun üzerine atılıyorlar ve onunla huzura kavuşuyorlardı. Tıpkı bir insanın kendisini güven içinde evine atıp orada rahat ve huzura kavuşması gibi.
“Kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar.”
İnsanlık tarihi bugüne kadar Ensar’ın Muhacirleri karşıladığı gibi sosyal bir olaya şahit olmamıştır. Bu kadar zengin bir gönülle, bu kadar bol ve cömertçe yardımlarla ve bu kadar gönülden paylaşmalarla hiçbir topluluk bir topluluğu karşılamamıştır. Hiçbir topluluk bir başka topluluğu bu kadar bağrına basmamış ve onun tüm yükünü üstlenmemiştir. Tarihin kayıtlarında görüyoruz ki; her hicret eden adam mutlaka kura ile bir Ensar’ın evine yerleşmiştir. Zira bir göçmeni barındırmak isteyenlerin sayısı göç edenlerin sayısından her zaman fazla olmuştur!
“Onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar.”
Yani Muhacirlerin kavuştukları makamlar, bazı durumlarda elde ettikleri imkânlar burada sözü edilen ganimet gibi sırf onlara ayrılan mallar konusunda içlerinde hiçbir kaygı ve endişe taşımazlar. Onlara ilişkin hiçbir endişeleri yoktur. Ayet-i kerime “onlara karşı hiçbir kıskançlık ve dargınlık hissetmezler” demiyor. “Hiçbir şey hissetmezler.” diyor. Bu da onların gönüllerinin tertemiz olduğunu kalplerinin arı duru olduğunu ifade ediyor. Yani onların içlerinde kötülük namına hiçbir ize rastlayamazsınız demek istiyor.
“Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi göç eden yoksul kardeşlerini kendilerine tercih ederler.”
Kişinin ihtiyacına rağmen başkasını kendisine tercih etmesi üstün bir erdemliliktir. Ensar bu konuda insanlığın eşine rastlamadığı bir dereceye ulaşmıştır. Onlar her defasında ve her durumda insanların geçmişte ve günümüzde alışageldikleri sınırları harika bir şekilde aşmışlardır.
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
İşte insanı bütün iyiliklerden alıkoyan bu cimriliktir. İnsanın içindeki bu bencilliktir. Zira iyilik herhangi bir şekilde fedakârlıktır, cömertliktir. Malda özveri duygularda ve heyecanlarda özveri, çabada özveri ve gerektiğinde hayatını ortaya koymakla gerçekleşecek özveridir. Sürekli almayı düşünen, hiçbir zaman vermeyi düşünmeyen cimri bir insanın iyilik yapması mümkün değildir. İşte içindeki bencilliğini yenen bir insan, kendisini iyilikten alıkoyan her engeli aşmış demektir. Artık o cömertçe, bol bol vererek iyiliğe özgürce ulaşabilir. İşte gerçek anlamı ile kurtuluş da budur.”()
Allah Resulü (s) diyor ki: “Her kim Müslümanların derdini kendine dert edinmezse onlardan değildir” buyurmuştur. (11 Aclûnî, Keşfü’l-hafâ’, II, 227)
Aslında kardeşlerimizi kendi öz nefsimize tercih etme noktasındaki böylesi davranışlar hiçbir şekilde bir kayıp değildir. Eğer bizler kardeşlerimizin sıkıntılarını, dertlerini sahiplenir ensar gibi olursak, onların dert ve sıkıntısını önceler isek bu davranışlarımız mutlaka Yüce Allah tarafından ödüllendirilecektir. O yüzden Allah’ın sözlerine yürekten ve hiçbir şüphe duymadan iman etmeyi öğrenmeliyiz. Ayrıca bu tarz Salih amellerimizin bizleri huzurlu kılacağını da unutmamalıyız.
Yüce Allah diyor ki; “Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden) Halim’dir (cezayı vermekte acele etmeyendir).” (Teğabün- 17)
Allah’a güzel bir borç vermek, yapacağımız iyiliklerin karşılığını beklememek demektir. Ve kardeşlerimize karşı yaptığımız iyilikleri de eğer tıpkı bunu Allah’a borç veriyormuş gibi yapar isek bu amelimizi ve yahut da kazancımızı Yüce Allah kat kat artıracağını söylüyor. Bu ayette geçen sözlere gerçekten de iman etmek gerekiyor. Bizler mutlaka özverili, inatçı ve fedakâr bir ahlakı kendi benliklerimize yerleştirmeliyiz. Zaten içimize yerleştirilmiş bir bencillik, cimrilik duygusu var. Bu negatif özelliklerimizi üzerimizden atmak için çok çaba sarf etmek zorundayız. Bunun için de kardeşlerimizin istekleri noktasından geçersiz mazeretler üretmekten sakınmalıyız. Dile getirilen tüm istekleri önce kendi ihtiyaçlarımızı düşünüp sonrasında arta kalan kısmında kardeşlerimize olumlu yanıt verme alışkanlığımızdan vaz geçmeliyiz. Çünkü bizlerin kurtuluşu kardeşlerimizi kendi öz nefislerimize tercih etmemizle alakalıdır. Verdiğimiz cevapların sağlamasını yapmalı, çok basit mazeretler öne sürmekten kaçınmalıyız.
Üstelik böylesi rahat bir ortamda bu kadar hafif davranışlar sergileyen kardeşlerimizin daha sıkıntılı imtihanları olacaktır ve buralarda ki sınavlarını geçmeleri çok zor olacaktır.
Bakın vahye ilk muhatap olan müminler yaşantılarının bir safhasında nasıl bir imtihana tâbi tutulmuşlar ve neler yapmışlar. Ve nasıl bir imana sahipler.
“Onlar, öyle bir îmana sahiptiler ki, karşılarına çıkan engel ne olursa olsun onları hedeflerinden alıkoyamazdı. Harp sahalarında mücadele verirken, bazen karşılarına kardeşleri, bazen da öz baba ve amcaları çıktı ama insanı felç edecek bu kabil tablolar karşısında sahâbe tereddüt etmeden kendisine verilen emri yerine getirdi ve gösterilen hedefe yürüdü.
Bedir’de Hz. Ali atını ileri sürdüğü vakit kardeşi Akil’i karşısında gördü. Hz. Ebu Bekir oğlu Abdurrahman’ı, Hz. Ömer de dayısı Âs b. Hişâm’ı karşısında gördü. En müthişi de Ebu Ubeyde idi. O ise babası Cerrah ile karşılaştı. O, babasından kaçtıkça babası da hışımla onu takip ediyordu. Nihayet babasıyla çarpışmak zorunda kalınca da: ‘Al Allah aşkına!’ deyip onu yere indirmesini bildi.” (İbn Hacer, 2:252-253)
Bu satırları okuyan kardeşlerimiz kendi bulundukları yerlerdeki kardeşleri noktasındaki tercihlerine bir göz atmalılar. Görüyoruz ki bizler böylesi imtihanlara henüz hazır değiliz. Çünkü birbirlerimizi, akrabalarımız olsun çevremizdeki farklı kimseler olsun, onlardan farklı bir yere koyamıyoruz. O yüzden de başkalarına sunduğumuz aynı tarz mazeretleri kardeşlerimize de sunabiliyoruz. Kardeşlerimiz bizler için, İslam’a sırt çevirmiş anne babalarımız ya da kan bağı olan kardeşlerimizden önde gelmiyor. Halbuki vahyin ilk muhatabı olanlar Peygamberlerinden (s) Allah’ın şu emirlerini dinliyorlardı:
”De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz oymak ya da boy, kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız konutlar size Allah’tan ve O’nun Elçisi’nden ve O’nun yolunda kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa, bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; Ve (bilin ki) Allah, günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez.” (Tevbe-24)
O dönem işte böylesi çetin imtihanlardan geçilmiş. İnşallah şuan için bu halimiz ile bizler böylesi sınavlara tâbi tutulmayız. Fakat bugünler gelmezden önce bizlerin doğru kardeşlik bilincini kalplerimize yerleştirmemiz gerekmektedir. Sürekli okuyup durduğumuz bu ve benzeri bilgileri artık hayatımızda yaşanır kılmaya çalışmalıyız. Yani bu duyguları nefsimize yerleştirmeliyiz. İnşallah bu bizlerin fedakâr, inatçı ve özverili bir imana sahip olmamızı sağlayacaktır. Uyarıcılarımıza karşı yüklediğimiz anlamı da netleştirmeliyiz. Allah adına sizlere söylenen sözler sizin tercihinize bırakılmış sözler değildir. Bu yüzden bu tarz sözler emir tarzıdır ve mutlaka yapmamız gerekli olan sözlerdir. Çünkü müminler sözü dinler güzeline uyarlar.
Şuan da İsar kavramı üzerinde en fazla tercihte bulunacağımız kardeşlerimiz Gazze’li Müslümanlardır. Bizim canlarımız onların canlarından kıymetli değildir. Öteki dünyada şartlar bambaşka olacak. Bir zaman daha fazla yaşayıp gittiğimizde kimlerin rızıklar içinde olduğunu kendi gözlerimizle göreceğiz. Sözlerine sadık kalarak bu dava için şehid olan ve şehid olma sırasını bekleyen Yemen’li Müslüman kardeşlerimizin de ne kadar yüce bir makamda olduklarını göreceğiz. Hepsine selam olsun. Bizlere de bu kardeşlerimizin imanını Yüce Allah nasip etsin. O yüzden gerçek bir imana erişebilmek için çaba sarf etmek zorundayız. Zulme ses çıkarmaktan korkmayalım. Cesur insanları yol arkadaşı edinelim. Bu Salihlerle birlikte olalım. Yoksa yanlış yerlerde bulunup doğru amel ettiğimizi zannetmeyelim. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Selam ve dua ile…
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *