“Fransa Müslümanlarla başedemiyor, bedelini liseli kızlara ödetiyor”

“Fransa Müslümanlarla başedemiyor, bedelini liseli kızlara ödetiyor”

Nihal Bengisu Karaca, Habertürk için yazdığı yazısında “Fransa Müslümanlarla başedemiyor, Müslümanları da kapsayacak bir vatandaşlık bilinci tasarlayamıyor ve kadın bedeni üzerinde geliştirdiği kontrolcü yaklaşımla kendi başarısızlığının bedelini liseli kızlara ödetiyor.” ifadesini kullandı.

Fransa’nın bir süredir önemli bir gündem maddesini oluşturan Laiklik ve Abaya tartışmasını Nihal Bengisu Karaca, Habertürk’teki yazısında değerlendirdi. Avrupa’nın en büyük müslüman nüfusa sahip ülkesinin Fransa olduğunu belirten Karaca, “Ama müslümanlarla ne yapacağını bilmeme konusunda esef verici bir başarısızlığı var. Devletin ifade özgürlüğünü koruma adına aklına gelen tek çözüm kışkırtma, değerleri tahkir ve ifade özgürlüğünü kafanıza basa basa öğreteceğiz üslubu kullanmak.” olduğunu vurguladı.

Karaca, “Uzun elbiseye diş bilemek” başlığını taşıyan yazısında şöyle diyor:

Fransa’nın Milli Eğitim Bakanı Gabriel Attal orta ve lise eğitimi veren devlet okullarında başörtüsünden sonra abayayı da yasaklayacaklarını, laikliğin bunu gerektirdiğini söylediğinde konunun daha fazla tartışılacağı, yasağa daha fazla itiraz geleceğini hatta yasağın Danıştay’dan döneceğini düşünenler olmuştur. Son iyimserlerin beklediği gibi olmadı. Genelgeye yapılan itiraz Danıştay’da reddedildi ve yasak kesinleşti.

Macron, abaya yasağı konusunu ne kadar ciddiye aldıklarını belirtmek için konunun hassas olduğu lise ve orta okullarda müdür ve öğretmenleri desteklemek amacıyla “ek özel personelin görevlendirileceğini” duyurdu.

Hükümet Sözcüsü Olivier Veran, 28 Ağustos’ta ülkedeki okullarda giyilmesinin yasaklanacağı abaya ve benzeri uzun elbiseler için “politik bir saldırı aracı” olduğu yorumunu yaptı.

Veran’ın ne kadar saçmaladığını anlamak için önce abayanın ne olduğunu bilmek gerekir.

Zira dini değerlere sahip çıkmaları ile ünlü Türkiye gazeteleri dahil kullanılan fotoğraflardan anlıyoruz ki, hergün İslam adına kadınlara had bildirenler bile abayanın nasıl bir şey olduğundan bi haber.

Abaya çarşaf değil, peçe hiç değil. Hicab diye giyilen burka benzeri giysilere de benzemez.

Abaya aslında kumaş demek.

Vücut detaylarını ‘aşağı yukarı’ saklayan iç göstermeyen, yani pek ince bir kumaştan olmayan her uzun elbise abaya olarak adlandırılabilir.

Sadece siyah değil, her renkte olabilir. İşlemeli, nakışlı, boncuklu , pull payetli…Otantik ya da minimalist çizgiler taşıyabilir, dini değil, kültürel bir giysidir sözkonusu olan.

Durum böyle olunca “Amaaan Avrupa’da yaşıyorsan çarşaf da giyme kardeşim” şeklindeki bezmişlik ifade eden tepkiler anlamsız kalıyor.

Çünkü, yasaklanan basbayağı uzun elbise.

Çünkü, hatırlatalım, devlet okullarında zaten başörtüsü yasak. Yani 15-16 yaşında olan ve derslere mecburen başı açık giren yeni yetme kızcağızların bol ve uzun elbiselerine müdahale edilmekte.

Okullar açıldıktan sonra 6 milyon öğrenciden sadece 300’ü abayalı olarak okula gitmiş. Yasağa direnen ve evlerine gönderilen genç kız sayısı ise 67.

Aydınlanma felsefesinin gözbebeği, medeniyetin beşiği Fransa 6 milyon öğrenci içindeki 300 öğrenci için bu türden sefil tartışmalara girme gereği duyuyor. Ve bu genç kızlara diyor ki, ‘Fransız olmak istiyorsanız kıvrımlarınızı görmemiz, hissetmemiz lazım”…

Görünen köy kılavuz istemez de, yine de söyleyelim, abaya Veran’ın dediği şekilde politik bir saldırı değil bilakis yasaklanması orta-lise çağındaki kızların bedenlerine yapılmış bir saldırı.

Devlet kültür mültür tanımam, bedenin üzerinde tasarruf hakkım var diyor.

Fransa Müslümanlarla başedemiyor, Müslümanları da kapsayacak bir vatandaşlık bilinci tasarlayamıyor ve kadın bedeni üzerinde geliştirdiği kontrolcü yaklaşımla kendi başarısızlığının bedelini liseli kızlara ödetiyor.

ÜZERİNDE TÜNEYECEK TEK BİR KARA PARÇASI KALMAYANA DEK…

2004’teki yasa ile devlet orta-lise dengi okullarında başörtüsünü yasakladılar.

2012’de bu kez sokakta yüzün kapanmasını sağlayan burka ya da peçeli giysiler yasaklandı.

2018’de yazları plajda kullanılan burkini (Türkiye’de haşema adıyla ünlenmiş kapalı mayolar) bazı belediyelerde yasaklandı.

Kışları kapalı yüzme havuzlarında yine burkiniler bazı belediyelerde yasaklandı.

Sonunda ilk-orta liselerde (devlet okullarında) abaya, yani uzun elbise, yasaklandı.

Hedef dini olsun olmasın İslam kültürüne dair görünür her izi silmek.

Elbette yasaklar siyasi. Macron’un ikinci dönemi ve tahtına göz dikenler arasında Gabriel Attal da var.

Hristiyan Ortodoks bir annenin ve Yahudi film yapımcısı bir babanın oğlu olan Gabriel Attal gay olduğunu açıklamış ve popülist sağda yer tutmaya çalışan biri. Bir yandan da soyismi nedeniyle antisemitist saldırılara uğramaktan şikayet eden, duyarı nereden kasacağını iyi bilen bir siyasetçi.

Tebrik bekleyerek uygulamaya koyulan yasak aynı zamanda Yahudileri kipalarından etti, sihler türbanından oluyor, geçenlerde Lyon’da Japon bir öğrenci kimono giydiği için müdürün odasında saatlerce bekletilip derse alınmadı ama olsun. Fransa abaya ile işlenecek suçlarda karşı güvende!

ZAYIF İTİRAZLAR

Peki tepkiler nasıldı?

Genelge Müslüman hakları için mücadele eden ADM Derneği tarafından temel özgürlüklere aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay’a taşıdı.

Paris’teki Maurice Utrillo Lisesi öğretmenleri yayınladıkları bildiri ile yarından itibaren greve gideceklerini açıkladı. Öğretmenler, abaya ve benzeri kıyafetler giyen öğrencileri “damgalamayı” reddettikleri için okula girişte kıyafet kontrolü yapmayacaklarını bildirdiler.

Siyasi partiler arasında sadece muhalefette yer alan Boyun Eğmeyen Fransa Partisi’nden Clementine Autain, “kıyafet polisliği” yapıldığı eleştirisini yaptı ve yasağın “anayasaya aykırı” olduğunu savundu.

Bunun dışında Sol’da yer alan siyasi oluşumlar dahi kararı ucundan kenarından destekleyen bir tutum aldılar.

YASAKLARIN ARKASINDAKİ TRAVMALAR

Elbette bu garabetin yaygın bir kabul görüyor oluşunun arkasında Fransa’nın çok çetin saldırılarla karşı karşıya kalması var.

2015’te Paris’in Bataclan bölgesinde organize ve örgün IŞİD saldırısında ölen 130 kişi, aynı zamanda Fransa’nın barış zamanı verdiği en çok can kaybı kaydıyla tarihe geçti.

Nice şehri 2016 yılında 86 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir kamyon saldırısına sahne oldu. Saldırgan Muhammed Buhlel adında Tunus kökenli bir IŞİD sempatizanıydı.

29 Ekim 2020’de, aynı şehirde bu kez Notre-Dame de Nice adlı Roma Katolik Bazilikası içinde üç kişi, Tunuslu bir göçmenin işlediği bir bıçaklı saldırı sonucunda öldürüldü. Ölenler arasında yaşlı bir kadın da vardı. Polis tarafından vurulan saldırgan gözaltına alındı.

Hakeza yine 2020’de Samuel Paty adlı öğretmen ifade özgürlüğü ile ilgili bir ders sırasında, Hz. Muhammed’e hakaret amacıyla çizilmiş karikatürleri öğrencilerine gösterdi. Çeçenistan kökenli biri tarafından başı kesilerek öldürüldü. Cinayet çok büyük tepki yarattı.

Söz konusu şiddet ve terör eylemlerinin korkutucu ve Müslüman kamuoyu lehine mümkün olabilecek her türlü sempatiyi yok ettiğine kuşku yok.

Ancak devletler ne empati ile ne sempati ile yönetilir.

Gelişmiş bir demokrasiyi yönetenler nasıl olur da 6 milyonluk Müslüman nüfusu, hatta vatandaşlık verdiği Müslüman Fransızları, sırf dinleri ve kültürleri ile ilgili görüngüler üzerinden terörizmle aynı torbaya atıp, kimliklerini damgalama hakkını kendisinde görebilir, bunun bir cevabı yok.

Nasıl bir rasyonalite, kızlar abaya giymezse Samuel Paty’ler ölmez akıl yürütmesini makul bulabilir?

Hayır elbette mesele uzun elbisenin bir güvenlik tehditi olması değil.

Fransa en büyük müslüman nüfusa sahip Avrupa ülkesi.

Ama müslümanlarla ne yapacağını bilmeme konusunda esef verici bir başarısızlığı var. Devletin ifade özgürlüğünü koruma adına aklına gelen tek çözüm kışkırtma, değerleri tahkir ve ifade özgürlüğünü kafanıza basa basa öğreteceğiz üslubu kullanmak.

Batılı değerleri savunmanın en iyi yolu müslüman değerleri aşağılamak ve bu aşağılamaya tolerans geliştirilmesini ummak olmamalıdır sanırım. Zira bu siyasetsizliktir ve nitekim sadece şiddet, terör ve birbirinden kopan komüniteler üretti.

Gelinen nokta bu siyasetsizlikte daha da ısrarcı olma adına işi ergenlik çağındaki kızların vücutlarının ne kadarının örtüleceğini ne kadarının açılacağını kontrol etmeye kadar vardırmak oldu.

Uzun elbiseyi yasaklayarak söyledikleri tek bir şey var, o da o ülkenin vatandaşı olan müslümanlara hiçbir zaman gerçek Fransız vatandaşı olmadıklarını duyurmak.

Ve bunun aşırı sağ oy avcılığı dışında ülkeye hiçbir somut faydası da yok.

Çünkü Fransa’da aynı zamanda özel okullar var, Katolik-Protestan özel okulları dışında 250 civarında müslüman özel okulu var. Bu okullar devletle kontrat yapmadan, Bakalorya denilen sistemin dışında kalarak, (öğrencilerin bu süreci dışardan tamamlamalarını sağlayarak) kendilerine has serbestleri uygulayabiliyorlar.

Yasak olsa olsa Müslüman özel okullarının sayılarını arttıracak ve sözde birlik beraberlik kavramları ile beraber ortak normlar altında vatandaşlık bilincini arttırmak idealini güttüğünü ileri süren Fransa’daki bölünmüş topluluklar arasına daha kalın duvarlar örecek.

Birbirine tahammül edemeyen toplulukların ise beraber yazabilecekleri tek hikaye ‘düşüş’ hikayesidir.

1995 yılında çekilen, çeşitliliğin kapsadığı dışlanmış göçmenleri ihata eden ilk Fransız banliyö fimi olan La Haine’de bir sahne vardı.

Vinze ve Hubert konuşuyorlar.

“Elli katlık bir binadan düşen adamın hikâyesini biliyor musun?

Her katta kendini rahatlatmak için kendine şunu demiş:

“Buraya kadar her şey yolunda”

Yedinci kata kadar indik ve her şey yolunda. Ve bu sadece Fransa’nın hikayesi değil.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *