‘Ortadoğu yeniden ABD’nin öncelikleri arasında’

‘Ortadoğu yeniden ABD’nin öncelikleri arasında’

ABD ve geleneksel müttefiklerinin öncülüğünde Japon Denizi, Doğu Çin Denizi, Güney Çin Denizi ve Tayvan çevresindeki güç gösterilerine ve Çin ile Rusya’nın askeri yeteneklerini ve savaşa hazır olduklarını göstermek için ortak tatbikatlar yapmalarına rağmen Ortadoğu yeniden ABD’nin öncelikleri arasına girdi.

Halid Hammad / Al Majalla (Şarku’l Avsat)

Ortadoğu bölgesindeki doğal kaynaklar ve su yolları gibi jeopolitik unsurlar, müdahaleleri için örnek ortamı oluşturmak amacıyla ulusal ve etnik çoğullukları ve zıtlıkları kullanan büyük güçlerin stratejilerinin merkezinde yer alırken son yirmi yılda Ortadoğu’nun ötekileştirildiğini ve ABD’nin ilgisinin yükselen bir ekonomik güç olarak Çin karşısında Doğu Asya’ya kaydığını ve Washnigton’ın Pekin ve Moskova’nın dünya başkentlerine ulaşmasını engellemediğini gösteren deneyimler yaşandı.

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’in 2017 yılında Rusya’ya yaptığı ziyaretin ardından, Suudi Arabistan ve Rusya arasında 2019 yılının ekim ayında Riyad’da gerçekleşen zirvede, iki ülke arasında iş birliği anlaşması ve birçok alanda mutabakat zaptı imzalandı. Daha öncesinde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi ülkelerle OPEC üyesi olmayan ülkeler arasında petrol piyasasında daha fazla istikrarın sağlanması amacıyla iş birliğini geliştirmek, görüş alışverişinde bulunmak ve piyasadaki dalgalanmalarla başa çıkmak için kurumsal bir çerçeve ve kalıcı ve resmi bir platform oluşturan OPEC+ anlaşması imzalanmış, Rusya OPEC+ üyeleri arasında yer almıştı.  Suudi Arabistan ve Çin arasında 2022’nin aralık ayında yapılan zirvede ise iki ülke arasında kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının imzalandı.

İran’ın müttefikleri ve ABD’nin muhalifleri ile yapılmış olmaları, iki zirvenin ortak noktasıydı ve iki ülkenin uzun süre Washington’ın münhasır koruması altında kalan birçok önemli dosyaya Suudi Arabistan’ın kapısından ortak olarak girdikleri anlamına geliyordu.

Rusya’nın OPEC+ platformu aracılığıyla enerji piyasalarını istikrara kavuşturmada Suudi Arabistan’a ortak olmasının yanı sıra Çin de Suudi Arabistan’ın bol petrol kaynakları ve Çin’in geniş pazarı göz önüne alındığında, sürdürülebilir kaynak güvenliği açısından dünyanın en büyük enerji ithalatçısı haline geldi. Daha açık ifade edersek Suudi Arabistan, Çin ekonomisinin istikrarı ile başta Hürmüz Boğazı olmak üzere su yollarının güvenliğini birbiriyle ilişkilendirmeyi başarmıştır.

Suudi Arabistan-Çin zirvesindeki bir diğer diplomatik başarı ise Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Suudi Arabistan’ın iç işlerine müdahale edilmesine karşı olduklarını ve sivilleri, sivil tesisleri ve Suudi Arabistan’ın çıkarlarını hedef alan her türlü saldırıyı reddettiklerini söylemesiydi. Bu sözler, İran’ın müttefiki olan bir ülkenin, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin güvenliğine yönelik taahhütlerde bulunması açısından büyük önem taşıyordu.

ABD’yi Ortadoğu konusunda hassaslaştıran noktaların enerji dosyasının yanı sıra Yemen krizi, İran nükleer programının barışçıl hale getirilmesi, Filistin meselesi, Suriye krizi ve Ukrayna’da devam eden savaş gibi konularda ortak tutumlar sergilenmeye başlaması olabilir. Bunun yanında ABD’nin Çin, İran ve Suudi Arabistan ile ilişkileri çalkantılı bir dönemden geçerken Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in arabuluculuğunda 10 Mart 2023 tarihinde yeni bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, Pekin’i bölgesel uzlaşılarda sadece Körfez ülkeleri düzeyinde değil, bir bütün olarak tüm İslam dünyası düzeyinde bir ortak haline getirdi.

Washington’ın Hürmüz Boğazı aracılığıyla Ortadoğu’ya dönüşü

Hürmüz Boğazı, küresel petrol ticareti için en önemli su yolu olması nedeniyle, dünyanın en büyük petrol üreten ülkelerinin olduğu Ortadoğu bölgesinde yer almasından dolayı ekonomik ve siyasi önem kazanıyor. Basra Körfezi’nin dış dünyaya açılan kapısı olan Hürmüz Boğazı, Hint Okyanusu, Batı Asya ve Antik Yakın Doğu bölgesine giriş ve çıkışların kontrol noktasıdır.

Petrol türevlerinin beşte biri (günlük petrol akışı 21 milyon varil) ve dünyadaki sıvılaştırılmış doğal gazın dörtte biri Hürmüz Boğazı üzerinden taşınıyor. ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin (EIA) internet sitesine göre ABD’nin aylık toplam petrol ithalatının yüzde 10’u da buradan geçiyor. Aynı şekilde, 2018 yılında başta Çin, Hindistan, Japonya, Güney Kore ve Singapur olmak üzere Asya pazarlarına taşınan ham petrol ve doğalgaz kondensatının yüzde 76’sı da Hürmüz Boğazı’ndan geçti. EIA’nın verilerine göre ABD aynı yıl ham petrol ithalatının yaklaşık yüzde 18’ini oluşturan günlük yaklaşık 1,4 milyon varil petrolü Hürmüz Boğazı’ndan taşıdı.

Tüm bunlar göz önüne alındığı İran ile Çin arasında 2021 martında imzalanan 25 yıllık bir ticari ve stratejik iş birliği anlaşmasının boyutları anlaşılabiliyor. Anlaşmayla ilgili olarak New York Times (NYT) gazetesi tarafından o dönem yayınlananlar dışında fazla bir detay da bulunmuyor. Çin, İran’ın kendisine indirimli fiyatlardan düzenli tedarikte bulunması karşılığında, 25 yıl boyunca İran ekonomisine 400 milyar dolar yatırım yapmayı kabul etti.

ABD şimdi denizdeki gerginliklere müdahale etme ve uluslararası seyrüsefer özgürlüğünü güvence altına alma gerekçesiyle Tahran’ın kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması için Batılı ülkelere karşı bir baskı kartı olarak kullandığı Hürmüz Boğazı üzerinden bölgeye geri dönüyor. ABD’nin İran’ın Hürmüz Boğazı’ndaki ticari gemilere yönelik tehditlerini caydırma planı çerçevesinde 3 binden fazla ABD’li denizci Kızıldeniz üzerinden Körfez bölgesine ulaştı.

ABD’nin Bahreyn’de konuşlu 5. Filosu’nun Sözcüsü Timothy Hawkins, amfibi hücum gemisi USS Bataan (LHD-5) ve çıkarma gemisi USS Carter Hall’un (LSD-50) Akdeniz’i geçerek Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz’e girdiğini ve gemilerin bölgede istikrarı bozan eylemleri caydırmak amacıyla ABD’nin bölgesel deniz güvenliğine yönelik ‘güçlü ve sarsılmaz’ taahhüdünü teyit amacıyla bölgeye geldiğini açıkladı. Hawkins, İran’ın ticari gemileri taciz etmesinin ve el koymasının neden olduğu bölgesel gerilimlerin hafifletilmesinin amaçlandığını da sözlerine ekledi.

Washington attığı bu adımı, İran’ın son iki yıldır bölgede yaklaşık 20 gemiyi ya alıkoyduğunu ya da ele geçirmeye çalıştığını ve 5 Temmuz’da Umman açıklarında uluslararası sularda iki petrol tankerine el koyma girişimlerinin engellendiğini söyleyerek savundu.

“ABD şimdi denizdeki gerginliklere müdahale etme ve uluslararası seyrüsefer özgürlüğünü güvence altına alma gerekçesiyle Tahran’ın kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması için Batılı ülkelere karşı bir baskı kartı olarak kullandığı Hürmüz Boğazı üzerinden bölgeye geri dönüyor

İran, geçtiğimiz nisan ayında karasularında bir hafta içinde iki tankere el koyarken 2022 kasımında İsrailli bir şirkete ait bir tankere insansız hava aracıyla (İHA) saldırmakla suçlandı.

ABD’li yetkililer ticari gemileri İran karasularından geçmemeleri konusunda uyarırken ABD ordusu, Hürmüz Boğazı’ndan geçen ticari gemilere askeri personel konuşlandırmayı planlıyor.

Washington’ın Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme süreci aracılığıyla bölgeye geri dönme girişimi

Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin geçtiğimiz hafta yaptığı bir habere göre Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, danışmanlarına ‘İsrail ile ilişkileri tamamen normalleştirme ve Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı hükümetle bir anlaşmaya varma konularında istekli olmadığını’ ifade etti.

Basında yer alan bu sızıntılar, ABD yönetiminin Suudi Arabistan’ın başta Çin ve Rusya olmak üzere birçok ülkeyle ekonomik, güvenlik ve savunma ortaklıkları kurma yolunda attığı tüm diplomatik adımların önünü kesmek istediğinin yansımasıdır. ABD, Suudi Arabistan’ın Huawei gibi Çinli teknoloji şirketleriyle yaptığı anlaşmaları sınırlamasını ve petrol satışlarını Çin’in yerel para birimi yuan üzerinden fiyatlandırmamasını isterken Pekin’in Suudi Arabistan topraklarında askeri üsler kurma planlarına karşı çıkıyor.

ABD, Suudi Arabistan’ın başkenti Doğu Kudüs olan 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören ve Suudi Arabistan’ın konumu ve kendisini kutsal mekanların koruyucusu olarak görmesi nedeniyle İsrail ile Filistinlilerin dışarıda kalacağı bir anlaşma yapılmasının imkansız olduğu vurgulanan iki devletli çözüm ve Birleşmiş Milletler (BM) kararlarının tam olarak uygulanması karşılığında İsrail ile ilişkilerin kurulması başta olmak üzere 2002 yılında Beyrut’ta yapılan Arap Birliği (AL) Zirvesi’nde alınan kararlara ne kadar bağlı olduğunu biliyor.

“Suudi Arabistan, Çin ekonomisinin istikrarı ile başta Hürmüz Boğazı olmak üzere su yollarının güvenliğini birbiriyle ilişkilendirmeyi başardı.

İsrail’in bölgedeki rolünün geleceği üzerindeki sonuçlarına rağmen ABD’nin seçeceği en olası seçenek, İbrahim Anlaşmaları’nı yeniden canlandırarak Suudi Arabistan’ı kendisine çekme olasılığı gibi görünüyor. Fakat bölgesel gelişmeler, özellikle de İran’ın bölgedeki nüfuzunun artması ve Tahran’la yapılan nükleer anlaşma müzakerelerinin tökezlemesi, Suudi Arabistan’ı   olası bir saldırı durumunda ABD’yi Suudi Arabistan’ı ve tüm Körfez bölgesini savunmak zorunda bırakan ortak bir güvenlik anlaşması arayışına girmenin yanı sıra sivil amaçlı bir nükleer program başlatmaya, İran’ın balistik füzelerine karşı kullanmak amacıyla Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunma (THAAD) sistemi gibi daha fazla silah satın almaya zorlayabilir.

ABD’nin Arap (Basra) Körfezi’nden Suriye-Irak sınırlarına ve Doğu Akdeniz’e kadar bölgede yaşanan kaosa ilişkin nasıl bir tercih yapacağının belirsiz olması da durumu etkiliyor. İran ile ABD arasında İran’da tutuklu beş ABD vatandaşının İran’ın Güney Kore’de dondurulan 6 milyar dolarlık mal varlığının serbest bırakılması karşılında takas edilmesi anlaşması, pazarlık masasında Tahran’ın ağırlığının olduğunu teyit ederken DEAŞ’ın beklenmedik bir şekilde yeniden ortaya çıkışı ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki eylemlerini artırması, terör örgütlerinin olası senaryolardan muaf tutulamayacağını gösteriyor.

Tüm bunlarla birlikte ABD’nin öncelikleri öngörülemez olduğundan ve özellikle Afrika Kıtası’nda uluslararası çıkarlar ve bölgesel zenginlikler konusunda yoğun bir çatışmanın ön hazırlıklarının başlamasının yanı sıra Ukrayna’da devam eden savaşın geleceğiyle ilgili net bir görüşün olmamasından ötürü Ortadoğu bölgesi tüm olasılıklara açık olmaya devam ediyor.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *