Oruç da bizi tutacak mı?

Oruç da bizi tutacak mı?

Orucu bozan şeylere, o da kıyısından kenarından olmak üzere gösterilen sözüm ona ehemmiyet niçin, ‘itikadı/imanı bozan şeyler’ konusunda gösterilmez?! ‘’Bunda bizim ihmal ve ihlallerimiz ne boyuttadır? Bunun sebepleri nelerdir? Yıllara sari yanılgı ve yanlışlar nelerdir? Nerelerde hata ettik?…’’ vb. suallerin cevaplarını arama vakti geldi de geçiyor.

Mustafa Bozacıoğlu

Erdik yine şehr-i ramazana. Ne mutlu bizlere, kavuşabilenlere… Bir fırsatla daha karşı karşıyayız, yeni bir imkanla… Onun bize getirdiklerine talip olup o ürünleri, nimetleri devşirebilenlere ne mutlu… ‘Ol mahiler gibi derya içre olup farkında olmayan’, susuzluk çekenler için acıyıp hayıflanmaktan başka yapacak bir şey yok! 

‘Yapacak bir şey yok’ derken elbette, öncesinde onlarla kurulacak irtibatlar, resulün örnekliğinden alınacak güzel örnekliğin aktarılması, sergilenmesi, gösterilecek adab-ı muaşeret içinde, doğru temsiliyetin gerçekleştirilmesi ihmal ve ihlal edilemeyecek hususlardır. Yani mesele tek boyutlu ve sadece kendimizle ilgili bir durum değildir.

Tüm ibadetler özelinde olduğu gibi oruç meselesinde de öncelik ve önem yine her zamanki vechile ilmihallere getirilecektir. Orada da kalsa iyi, ilmihalin de, sakız meselesinde olduğu gibi ayrıntıları, teferruatı gündemi kaplayacak. Benzer sorular, hazır paket cevaplar ısıtılıp ısıtılıp servis edilecek, zihinler meşgul edilecektir. Doğru sorular sorulmadığı için cevaplar da sadra şifa olmayacak, sorunların çözümüne değil, kafa karışıklığına yol açacaktır.

‘İlmihal’ aslında bir fıkıh terimi olarak, ‘lehte ve aleyhte olanların bilinmesi’ özel anlamından yola çıkarak genel bir ‘tefakkuh’ olgusuna dönüşmeyince hep bir şeyler eksik kalacak, murad hasıl olmayacaktır. Elbette bu noktada ‘muradın ne olduğu’ konusu da önemli. Belki de murad bu; alan razı, veren razı, dostlar alış verişte görsünler misali, şiş de kebap da yanmadan, sakal bıyık ikilemine düşmeden vaziyeti idare etmek!…

Bizde hangi ibadet külli amacı çerçevesinde, aslına uygun olarak gerçekleştirilebiliyor ki, ondan oruç yalıtılabilsin! Toplumun ahvaline, ne idüğüne bakılınca ortada bir değil, birçok sorunun hem var hem de temelden eksik olduğu ayan beyan görülebilecek bir husustur. Bu konudaki anketler de hali pür/zül melalimizi ortaya koymaktadır. Hele mesele ‘şeriat’ olgusuna gelince istatistikler taban yapıyor! Buna dair ortaya bir sürü mazeret, sebep sıralanabilir, bunlardan bir kısmı haklı da olarak. Ama gel gör ki bu din, İslam bütüncül bir bakışı salık verir öncelikle. İman olgusu, icmali bir teslimiyeti ve bunlarla ilgili tafsili temsiliyeti gerektirmektedir.

Bunların arasının ayrılmasını zinhar onaylamaz. Konumuz ihmal ve ihlaller değil öncelikle. Önceliğimiz bütüncül bir bakış, toptan bir onay ve bunların istendiği şekliyle tezahürüdür. Süreçteki ihmal ve ihlaller elbette masaya yatırılıp ‘cerh ve ta’dil’ edilmelidir. Sebep ve sonuçlar üzerinde kafa yorulmalıdır. ‘Olan ne, olmayan ne, neden olmuyor’ suallerinin üzerine gidilmelidir. Sonrasında ‘ne yapılmalı, nelerden kaçınmalı’ suallerinin de doğru cevapları aranmalıdır. Burada elbette amaç, ‘hakim-savcı’ rolünden ziyade, bireysel yanılgılardan öte, toplumsal temayüller, kanıksanmış durumlar, yol/alışkanlık/adet olmuş görüşler/fikirler üzerinde analizler yapıp çözüme katkı sunmaktır. 

Oruç bugün sair ibadetlerimiz gibi külli amaçlarından sıyrılmış olarak alışkanlıklara dönmüş durumdadır ne yazık ki… Ötesinde gelenek ve göreneğe… Böyle olunca da o, artık sosyal dokuda etkisi hissedilmeyen bireysel bir âdet olarak sıradanlaşmış bir durumdadır. Perhize dönüşmüş demeye dilim varmadı!

İbadetler arası irtibat koparılınca, bu ibadetler âdete, alışkanlığa dönünce, tüm ibadetler genel ‘ubudiyet’ yükümlülüğünden yalıtılınca, bu ibadetlerdeki aşkın ve içkin muradlar, amaçlar unutulunca, bu ibadetlerin Şarii zülcelalin razı edilmesi konusundaki işlevleri unutulunca (iman amel ayrımı), dinin tüm buyruk ve yasaklarının bir bütünlük içinde algılanıp/alınıp aynıyla yaşanma iradesi ertelenince bu ibadetlerin toplumsal dönüşümde, hak yol üzre sebat içindeki yürüyüşte bizlere kılavuzluk, azıklık, yarenlik etmedikleri acı tecrübelerle sabit bir vakıadır. O halde oruç da bizi tut(a)mıyor pek tabii ki!

Tüm ibadetlerdeki farklı bileşenler, içerik ve gereklilikler; niyetinden uygulamasına, tek olarak evsafından diğer ibadetlerle uyum ve ilişkisine, neden’inden niçin’ine, ne zaman ve ne kadarından nasılına, olmazsa olmazlarından olursa olmazlarına kadar çok yönlü ve boyutlu bir ubudiyet yükümlülüğümüz vardır bizim. Oruç da bunlardan biridir.

Oruç, bu sebeplere bakarak belki de en önemlisidir desek yanılmış olur muyuz bilemiyorum. Zira bu önem ve önceliği içeren veya farklı ibadetleri vurgulayan farklı rivayetler ve naslardan deliller bulunabilir. Lakin benim yapacağım analojiye göre; oruç, bizlere bahşedilen Kur’an nimetinin bir şükran-ı nimet vesilesidir. Nimetlerin en büyüklerinden –ki O olmasaydı ne yolumuzu bulabilirdik, ne yönümüzü… Karanlıklar/zulümat, cahiliye içinde sapkın kalırdık– hayat pınarımız, yol/istikamet kılavuzumuz, tüm hastalıklarımızın (idrak yolları enfeksiyonu, zihin felci, keyif verici ve uyuşturucu ‘masal, ninni, mit/efsane, kişi kültü, lider taassubu, uydurma literatürü vb.’ bağımlılıkları) reçetesi, ilaç prospektüsü olarak şifa, karanlıklarımızı aydınlatan ziya olan son vahiyle müşerref kılınarak başıboş bırakılmamış, göksel bir kopmaz kurtuluş ipi, can simidi, kırılmaz kulp olarak yegane sığınağımız karşısında bizden istenen, o isteğin dahi bizimlehimize olduğu oruç ibadeti ile yükümlü tutulmuşuz diye düşünüyorum. Sakınmamızın, kurtuluşumuzun/felahımızın vesilesi olarak.

Elbette bu öncelik ve önem, şartlar ve kişisel özellikler dikkate alınarak sunulan verilerdir. Yoksa sistematik bir sıralamayla, bu, birincisi ve en önemlisi; şu, sonuncu ve en değersizi gibi bir tasnif Müslüman aklın algısına/idrakine çok uzaktır. Hatta bu çıkarım boş/gereksiz olduğu gibi imkansızdır da… 

Oruçla beraber Kur’an ile irtibat yoğunlaşır, daha bir ehemmiyet ve ihtimam kazanır. Evet, Oruç şükrüne mesnet kılınan Kur’an’ın kıraati, tertil ve tilaveti daha bir yoğunluk ve kifayet içinde gerçekleştirilmelidir. O farziyeden bugüne sadece form olarak kalan, anlamdan ve idrakten yalıtılmış, âdete dönmüş hatim olgusu dileriz ki asli mecraına, onun kavranmasına ve hayatımıza yön verecek bir muştu olduğu gerçeğinin özümsenmesine, hayat pınarı vasfına dönüşmesine bir yol bulunabilir inşallah bu ramazan vesilesiyle.

Oruçla beraber namaz ve genellikle ihmal edilen nafile ibadetler nitelik ve nicelik kazanır. 

Oruçla beraber, zaman ve mekan algısı güncellenir ve planlanır. 

Oruçla beraber kişinin iç muhasebe ve yolculuğu öne çıkar, anlam kazanır. 

Oruçla beraber bir kalkan/zırh giyilerek masivadan, boş işlerden daha bir sakınılır, uzaklaşılır. 

Oruçla beraber yıllık muhasebe ve murakebeye gidilir. 

Oruçla beraber hem kişiler arası irtibatlar kuvvetlendirilirken, diğer taraftan ‘itikafla’ yalnız kalmanın, vakti yalnız Allah’a tahsis etmenin bilincine erilir.

Oruçla beraber zekat, infak, tasadduk şuuru zirve yapar. Fıtrata dönüş/sabit kalış için ödemelerde bulunulur.

Oruçla beraber bazı helallerin dahi Rabbin rızası için ve emri dolayısıyla askıya alınabileceği, O’nun rab ve ilah olarak tasdikinin yinelenmesi gerçekleştirilir.

Oruçla beraber yukarıdaki külli ve aşkın boyutların yanında, içkin olarak sıhhat bulma adına, yeme içmenin sınırlandırılması yoluna gidilir.

Oruçla beraber karşılıklı ikram ve davetleşme adabı, lüzumu da tahakkuk ettirilmiş olur.

Oruçla beraber ‘ittika/takva’ bilinci tazelenir, yinelenir, yenilenir, perçinlenir.

Oruçla beraber nimetlere şükür ameliyesi, minneti ifa edilir.

Oruçla beraber, takatimiz dahilinde ve takatimiz dışında yükümlülüklerimizin değişse, farklılaşsa da, çeşitli boyutlarda ikame ve idame ettirilmesi gerektiği öğretilir, öğrenilir.

Oruçla beraber her ne yapılıp ediliyorsa –mesela, imsak ve iftar özelinde– yalnız ve ancak yüce yaratıcımızın emrine amade olunduğu, Ondan gelen tekliflerin –emir ve yasakların– kalpte bir tedirginlik hissetmeden, ‘ama, fakat’ demeden, baş göz üstüne bilinmesi fikri aşılanır.

Oruçla beraber, Kur’an ile orucun arasının ayrılması ne kelime, sımsıkı şekilde birleştirilmesi gereği anlaşılmış; tefakkuh, tezekkür, tedebbür, taakkul edilmiş olunur.

Oruçla beraber ‘şeytanların bağlanması’ vurgusu, bizlere yardım ve destek meyanında, bu ay özelindeki tahsisin, şartlar tahakkuk ettiğinde, icabı mucibince davranıldığında, hak ediş gerçekleştiğinde tüm zaman ve mekanlara da sirayet edeceği, ettirileceği muştulanmış olur.

Oruçla beraber, evet onu tutma bilincimiz, ‘ona kavuşanlar tutsun’ buyruğunca sorumluluğumuz yerine getirilecek ve fakat bu farzın bizlere öncelikle hatırlattığı ‘kendimizi tutmak/ittika’ olduğu unutulmamalı, zikredilmelidir ki o da bizi tutsun. Malumunuz tam arifesinde iken nice insanımız bu ‘kavuşma’ vurgusuna eremedi, yükümlülükleri de kalmadı, imkanları da… Ve belki ‘bir dönüş olsa da bugünümüze daha bir sıkı hazırlansak, geçer akçe salih ameller biriktirsek’ temennaları da sadece bizlere ders, ibret olarak kaldı.

Oruçla beraber bayramların coşkusuna, getireceği dostluk kardeşlik atmosferine erişilir. Onun bir festival olmadığı, olmayacağı düşüncesi ikame edilir.

Ez cümle hikmetli bir söz olarak, ömrü ramazan olanın (bu takdir edersiniz ki bir dünyadan el etek çekme, sofizm, uzlet gibi temayülleri içermez zinhar) ahirinin/ahiretinin bayram olacağı kavranmış olur -umarız-.

Bu böyleyse ne ala! Yoksa geriye kalan koskoca bir açlık olacaktır! Samimi söyleyelim, elde perhizden de bir şey kalmayacaktır. Zira o perhiz dahi psikolojik bir hazırlıklı bulunuş, zihni ve kalbi hazır tutmakla mümkündür malumunuz.

Oruç meselesi tv lafazanlıklarından, havada uçuşan hevai, sorumsuz suallerden, elimizde tuzluk tufeyli taifenin peşinde koşuşturmalardan, bunlara prim verecek başıboşluklardan, başıbozukluklardan, ilmihal ucuzculuğundan(!) –ki onun da hakkı verilemiyor– acilen kurtarılmalıdır. ‘Pekiyi bu en azından yakın zamanda mümkün müdür?’ derseniz, o da teslimiyet ve temsiliyetini iddia ve izhar edenlerin çabalarına bağlıdır. Kendi gündemlerimizi tesbit edip o gündemlere yoğunlaşmakla, dayanışma ve yardımlaşmayı biteviye sürdürmekle, bir ve beraber olmanın vasat ve imkanlarını aramak ve zorlamakla mümkündür.

Oruç, evet bir fıkıh konusudur, ama öncelikle ‘tefakkuh’ konusudur. Tefakkuh (dinin künhüne vakıf olmak, farkı fark edip fark ettirmek) fikri, ideali kavranmadan, salt orucu bozan şeylere indirgenmiş –en meşhuru ile sakız meselesi– bir fıkıh ve ilmihal, konuyu eksik kılmak, yanlış anlamak olacaktır. Hani meşhur ramazan sorusu olarak ağızlara sakız kılınan soru boyutu gibi bugün dinin sakız gibi çiğnenmeyen(!) hangi unsuru, emri kalmıştır dostlar, itiraf edelim, kabul edelim. Orucu bozan şeylere, o da kıyısından kenarından olmak üzere gösterilen sözüm ona ehemmiyet niçin, ‘itikadı/imanı bozan şeyler’ konusunda gösterilmez?! ‘’Bunda bizim ihmal ve ihlallerimiz ne boyuttadır? Bunun sebepleri nelerdir? Yıllara sari yanılgı ve yanlışlar nelerdir? Nerelerde hata ettik? Dönüş için gerek şartlar nelerdir, düştüğümüz yer neresidir ve buradan kalkış nicedir, nasıldır?…’’ vb. suallerin cevaplarını arama vakti geldi de geçiyor. İsterseniz buna, ‘iğneyi kendimize batırmak’ diyelim. İnşallah bu ramazan ve oruç ameliyesi buna fırsat sunar, vesile olur… Bu ramazanı bir imkana çevirip değerlendirebiliriz. Rabbimizden niyazımız budur. Elbette bu, bizlerin O’na bu niyetle ve samimiyetle, teveccühümüze, yönelmemize bağlıdır, üstelik ferden de değil, topyekûn ve tüm vüs’atimiz ve imkanlarımızla…

‘Nerede o eski ramazanlar?’ serzenişlerini yine duyacak bu kulaklar ve belki de bu diller terennüm de edecek. Elhak, bir gerçeklik boyutu da yok değil bu ifadenin! Ama adama ‘Ne verdin, ne istiyorsun?’ diye de sorarlar diye kaygılanmak gerek! ‘Nasıl bir ramazan bekliyordun, bunun için hazır mısın, getirdiğine götürdüğüne, fedakarlığa ve o liyakate gönül rıza gösterecek, itminan bulacak mı?’ vb. sualleri de peşi sıra sıralayabiliriz ve cevaplarımızı kontrol edip işte bu noktada ferda fert hazırlamalıyız.

Bu duygularla ramazan-ı şeriflerinizi tebrik eder, her türlü hayrımıza vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim. O daim izzet ve ikram getirmektedir, onlardan müstefid olabilmeyi, onun sağaltıcı ikliminde şifayab olabilmemizi temenni ederim. Ümmetin dirilişine, bizlerin uyanışına, hidayetimiz ve ittikamız için bir teminat olmasını dilerim. Oruçla hakiki, külli ve daimi sıhhat bulalım inşaalah…

(İktibas, sayı 532)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *