İmamet ve Hilafet Risalesi

İmamet ve Hilafet Risalesi

İmamet ve Hilafet Risalesi, İttihat ve Terakki’nin Abdülhamid iktidarına karşı ulemaya yaslanarak yüksek sesle kamuoyuna seslendiği bir risale olması bakımından kayda değer tarihi bir vesikadır. Risalede amacın, imamet ve hilafet devrinin sona erdiği ve artık parlamenter sistem cumhuriyetin kurulması gerektiğine dair bir yönlendirmenin olduğu açıkça gözlemlenmektedir.

Yakup Döğer

İttihat ve Terakki, örgütlü bir yapı olarak muhalefete başlamasıyla birlikte, kamuoyunda meşruiyetini sağlamak amacıyla çeşitli risaleler neşretmeye başlamıştır. Düşünce ve fikir yapılarını duyurmak için kendine yakın ve kendisine ait dönemin basınından azami derecede istifade etmiştir. Bu çabalarını Abdülhamid iktidarı zamanında olduğu gibi, Abdülhamid iktidarından sonra da sürdürmüştür.

İttihat ve Terakki’nin risalelerinden ikisi, “İmame ve Hilafet Risalesi” diğeri de “Hayye ale’l-felah Risalesi”dir. İmamet ve Hilafet Risalesi, Abdülhamid iktidarda iken İttihat Terakki’nin yayın organı olan ve Mısır’da yayın yapan Kanun-i Esasi gazetesinin 11, 12, 13, 14, 16, 18, 19, 21 ve 22. sayılarında neşredilmiş, daha sonra da risale olarak basılmıştır. Risalede, ağırlıklı olarak imamet ve hilafete dair görüşler, İslam tarihinden ve hadislerden örnekler verilerek izah edilmekte, meşrutiyet, cumhuriyet, meclis ve meşveret kavramlarından da bahsedilmektedir “Hayye ale’l-felah Risalesi ise, Abdülhamid iktidarından sonra basılmıştır.(1)

Risalelerin genel olarak amacının, kamuoyunda meşruiyet sağlamak ve aleyhlerinde yapılan olumsuz propagandaların önüne geçmektir. Zira İttihat ve Terakki, iktidar aleyhine girişimlerde bulunurken, iktidar da İttihatçıların Batı uşağı olduğunu, memleketi gavurlaştırmak istediklerine dair propaganda yapmaktaydı. Abdülhamid ile ipleri gerilen ve muhalefetten öte husumete dönen karşılıklı tavırlar, İttihatçıları İngiliz’in basit bir oyuncağı durumuna düşmekten kurtaramamıştır.

İmamların Kureyşliliği

İmamet ve Hilafet Risalesi, İngiliz aklının İttihatçılar üzerindeki bariz etkisini göstermesi bakımından kayda değer tarihi bir belge niteliği taşımaktadır. Bilindiği gibi Müslümanlık tarihi sürecinde “İmamların Kureyşliliği” meselesi yoğun bir biçimde Selçukluların Anadolu’ya gelmesiyle başlamış ve İmam Gazali meseleyi çözmüştür. Bu meselenin tartışıldığı diğer bir dönem de, İngilizlerin Hindistan’ı işgali sırasında, Müslümanlar üzerinde Osmanlı’nın hâkimiyetini kırmak üzere ortaya atıldığı dönemdir. İşte İmamet ve Hilafet Risalesi muhteva olarak, bu minvalde İngiliz aklına hizmet eden bir risale olarak gözlemlenmektedir.

Kanun-i Esasi gazetesinde yayınlanan risale, fasıllara ayrılmış, her fasıl ayrı ayrı izah edilmiştir.(2) Risalede imamet iki türlü tarif olunmuştur. Birinci tarif, “İmamet din ve dünya umurunda riyaset-i ammedir.” İkinci tarif ise, “Kendisine tabi olan bütün ümmeti korumak ve himaye etmek hususunda Resulü Ekrem’e vekalet etmektir.” İmamet tanımından sonra ikinci mesele olarak imametin gerekliliği üzerine izahlarda bulunulur.

İmamın tayini

Ehl-i Sünnet görüşünde bir imam tayin etmek Müslümanların üzerine şer’an vaciptir. Mutezilede ise şer’an değil, aklen vaciptir. Mutezilede bazı imamlar, imametin hem şer’an hem de aklen vacip olduğu üzerine görüş bildirmiştir. Risalede çeşitli mezheplerin imamet seçimi hakkında görüşlerine de yer verilmiştir. Risalede daha sonra, imametin Resulü Ekremden sonra nasıl gerçekleştiğine geçilir.

Ümmetin Hz. Ebu Bekir üzerinde ittifak ettiğine ve birlikte Ebu Bekir’in hilafetini kabul ettikleri anlatılır. Bildiğimiz tarihi süreç, risalede izah edilir. Hassaten üzerine vurgu yapılan husus, Ebu Bekir’in imam seçilmesi üzerinde Ashabın ittifak ettiğidir. Buna özellikle vurgu yapılması, ileride yapılacak savunmalara zemin hazırlamaktır.

Risalede devamla, imametin şartlarına geçilir. Cumhuru muvahhidin imamete ehil olacak kimsenin sayılacak sıfatlara sahip olmasının şart oluğunda ittifak etmiştir.(3)

İmametin sıfatları

Belirtilen ilk sıfat, Dini işleri ikame için asıl ve für’u meselelerde müçtehid olmaktır. İmamet için öne sürülen şartların ilki, imamet makamına gelecek şahsın müçtehid olmasıdır. Bunun sebebi de, imametin maksadındaki önemdir.

İkinci sıfat ise, memleket işlerini, harp ve barışı tedbirli bir şekilde sağlama, İslam Ordusunu tertip ve tanzim ile sınır boylarını güvenlik altına almaya muktedir olmak. Bunun için de seçilecek imamın basiret sahibi olarak, tercihlerinde isabetli olması gerekmektedir. 

Üçüncü sıfat ise, savaş zamanında mevzilerde sebatla durarak İslam’ı korumak ve milleti düşmanların tecavüzünden himayeye kadir olabilmek için sağlam bir dirayete sahip olmak. Risalede bu sıfat zikredildiğinde, Huneyn Günü örnek verilir. Dördüncü sıfat olarak tebaaya zulmetmek, adil olmak gerekmektedir. Beşinci sıfat olarak erkeğin kadından daha faziletli ve üstün olduğuna binaen erkek olmaktır.

İmametin şartları

Risalede bu sıfatların, imam seçilecek kişide bulunması gerektiğine dair mezhepler arasında görüş birliği olduğu ifade edilir. Risalede İmametin şartlarına gelinir. İmametin şartlarında İngiliz aklının çalıştığı gözlerden kaçmamaktadır. Zira ilk şart olarak imam olacak zatın, mutlaka Kureyş’ten olması gerektiği belirtilir.(4) Bu şart bütün Ehl-i Sünnet’te olduğu gibi, bazı Mutezile mensupları tarafından da şart koşulmuştur.

Risalede bu iddia, Resulullah’a dayandırılan bir rivayete yer verilerek meşruiyet sağlanmaya çalışılır. Böyle bir Hadis, hadis külliyatında da yer almaktadır.(5) Abdülhamid eleştirisi yapan dönemin uleması, Abdülhamid’in bu hadisi hadis kitaplarından çıkarttığını ileri sürmektedir.(6) Resulullah, “İmamlar Kureyştendir, başka kabileden olmaz” buyurmuştur. 

Risalede bu konuyla ilgili olarak, Resulullah’ın vefatının ardından Ben-i Saide’de toplanan Ensar ve Muhacir arasındaki diyaloga yer verilir. Ensar Muhacirlere hitaben: “Bir emir sizden, bir emir bizden olsun” demişler, bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, “İmamlar Kureyştendir” hadisini zikrederek, imametin Kureyş’e mahsus olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine sahabenin tamamı bu hadisi kabul etmiş ve imametin Kureyş’te olmasını kabul etmiştir. 

Risalede imametin şartlarından biri olarak, Şia’nın ileri sürdüğü bir şart da zikredilir. Şia’nın iddiası ise, imamet için sadece Kureyşli olmak yeterli değildir. Aynı zamanda Kureyş’in Ben-i Haşim koluna, Resulullah’ın sülalesine mensup olmak gerekmektedir. Risalede dikkat çeken en önemli yönün, genelde Osmanoğullarının özelde ise Abdülhamid’in halife olamayacağını, üzerine basarak izaha gayret olduğu gözlerden kaçmamaktadır.

Risaleyi kaleme alanların kendileri Ehl-i Sünnet oldukları halde, Ehl-i Sünnet dışında kabul ettikleri bütün mezheplerin imamet için ileri sürdükleri şartları, imametin şartları olarak zikrederler. İmametin üçüncü şartı olarak, İmamiyenin görüşünü delil olarak kabul ederler. İmamiyenin şartı ise, imam olacak kişinin asılda ve füruda, bütün dini meselelerde bilfiil alim olmasıdır. Risaleyi kaleme alanlar o kadar ileri gider ki, Gulat-ı Şia’nın görüşünü dahi, imametin şartları arasında zikrederler.

Gulat-ı Şia’ya göre imametin şartlarından birisi, imam olacak kişi mucize sahibi olmalıdır. Zira o zatın temizliği ve iffeti ancak göstereceği mucize ile bilinir. Dikkat edilirse risale sahipleri bu şartın dahi imam olacak kişide bulunması gerektiğini ileri sürmektedir ki, Ehl-i Sünnet’in kabul edemeyeceği şarttır. Zira mucizeler ancak Allah’ın seçip gönderdiği Nebilere hastır. İmametin şartlarında bu kadar ileri gidilmesinin tek sebebi vardır, o da Abdülhamid’e olan düşmanlıktır.

Diğer bir şart olarak, imam olacak kişide masumiyet aranmalıdır. Bu şartları ise İmamiye ve İsmailiye ileri sürmüştür.

Risale bir uyarıyla devam eder. Bu uyarı seçilen imamın gerektiğinde “Hal” edilmesidir. Nasıl ki bir imam seçmek ve ona tabii olmak ümmete vacib ise, gerektiğinde seçilen imamı makamından indirmek de ümmete vacibtir. Hatta imamın hal edilmesi sonucunda fitne ve fesat çıkacak olsa bile. Zira ehil olmayan bir imamın makamında bulunmasıyla ortaya çıkacak fitne, hal edilmesi sonucunda ortaya çıkacak fitneden daha büyük ve tehlikeli olur.

El-Mevâkıf’ın Risale üzerinde etkisi

Risalede, İmam olacak kişide aranacak şartların Şerh-i Mevakıf’dan tercüme edildiği belirtilmektedir. El Mevakıf, Adudüddin el-Îcî’nin kelâma dair eseridir.(7) Mevâkıf’ın konu ile ilgili bölümlü muhtasaran tercüme edilir.

Risale, baştan bu yana yaptığı izahların özetiyle devam eder. İzah edildiği üzere İmamet, Din-i Mübini ikame, milleti muhafaza ve himaye hususunda Resulullah’a hilafet ve vekaletten ibarettir. İmam olacak kişi, Ehl-i Sünnet indinde Kur’an’ı Kerim ve hadislerden ahkâm belirlemeye ve sonuca varmaya kudretli olmalıdır. Harp ve sulh zamanlarında tedbirli ve basiretli olmalı, İslam hudutlarını müdafaa ve muhafazaya kudreti olmalıdır. İmam olmanın en önemli şartı ise, Kureyşli gibi fazıl bir sıfata sahip olmadır. Bunlar imam olacak kişide aranan şartlardır.

İmametin şartlarında ittifak vardır

Risalede, imam olacak kişi hakkında ileri sürülen şartların sıhhatini tahkim etmek için daha fazla delile ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Risale sahibine göre, bu şartlar yalnızca El Mevakıf’ta değil, bilcümle din imamlarının imamet için zaruri kabul ettiği şartlardır. Zira imametin tarifinden anlaşılacağı gibi, imamet Resulullah’a halife olmaktan ibarettir. Resulullah ise zikredilen şartlara hakkıyla sahip olduğundan dolayı O’na halife olacak kişi de bu şartlara sahip olmalıdır. Dikkat edilirse risalede, zikredilen şartlara sahip olması imkânsız bir imam adayından bahsedilmektedir. 

Risalede yeniden Mevakıf’a dönülür ve eserde halife seçilen Hz. Ebu Bekir’in bir süre sonra ashaba dönüp yapmış olduğu hitaba yer verilir. Hz. Ebu Bekir, kendisinden başka birinin bu görevi yapmasını istemektedir. Zira kendisi bu görevi layığıyla yapamayacağını söylemektedir. Bu hitap, verilen görev karşısında acziyet ifadesi olarak yorumlanır. Fakat buna rağmen ashab kendisinin görevde kalmasını istemiş ve o da görevini vefatına kadar layığıyla yapmıştır.

Risale devamında, Raşid Halifeler döneminin tarihsel süreci uzun izahlarla anlatılır.(8) Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin nasıl imam seçildiklerine, seçilirken hangi usullerle imamete geldikleri tafsilatıyla ele alınır. Hilafet, din ve millete sadece Allah rızasını kazanmak için hizmet etmek olduğundan, imamete, şartlara tamamen sahip olanlar seçilirdi. Bu şartlara haiz olmayan kimseler ise hilafet makamına getirilmezdi.(9) 

Saltanata geçiş

Risale, zamanla imametin şartlarını yerine getirmeyenlerin, hilafet makamına geldiğini ve babadan oğluna geçen saltanata döndüğünü tarihi hadiselerle ele alır. Zamanla da ahali, hilafeti babadan evlada intikal eden bir saltanat olduğunu zannetmiştir. Risalede bu izahlar arasına tekrar Kureyşliliğin sıkıştırılması dikkatleri çekmektedir. Hilafet zamanla babadan evlada geçse de bir tek şarta her zaman riayet edilmiştir. O da imamet makamına gelen kişinin Kureyş’ten olmasıdır.

Öyle anlaşılıyor ki, imametin Kureyşliliği meselesi, Risale muharriri için büyük önem taşımaktadır. Risalede hassaten yapılan vurgunun, Kureyşlilik olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. İmamete gelecek şahısların, imametin şartlarından hiçbirisini taşımasa dahi, Kureyşli olması yeterli görülmektedir. Raşid Halifelerden sonra saltanata geçilmesine rağmen, hilafet makamında bulunanların Kureyşli olması, risale muharriri tarafından normal bir durummuş gibi yansıtılmaya çalışılmaktadır.

Kureyşliliğin son bulması, hilafetin gaspı

Risalede, imamet için şart olan Kureyşliliğin, Sultan Selim tarafından gasp edildiği zikredilir. Bundan sonra da insanlar tümden dalalete dalmıştır. Oysa Sultan Selim’den önce devlet kuran Selçuklu ve Mısır sultanları yüzlerce sene hüküm sürmelerine rağmen, hiçbirisi halifelik iddiasında bulunmamıştır. Her sultan kendi zamanındaki Abbasilerden bir halifeye itaat ve hürmeti kendisine vazife olarak bilmişti. Risalede yüzlerce yıl süren bu usulün Sultan Selim tarafından ihlal edildiği ifade edilir. Sultan Selim sahip olduğu saltanata kanaat etmemiş, hilafeti gasp ederek cihangir olacağını zannetmiştir. Bunun üzerine Mısır hükümdarıyla savaşarak, yüz binlerce Müslüman’ın kanını dökmüştür. 

Ülü’l-emr kimdir?

Risalede ikinci bölüme geçilir. Bu bölüm ülü’l-emre itaat ve meşveret usulünün beyanı olup iki fasıldır. Birinci fasılda ülü’l-emre itaat üzerinde durulur. Faslın temeli, Nisa Suresi 59. ayet üzerine oturtulmaktadır. Ayette, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de…” denilmektedir. Risalede ayetin zikrinden sonra ülü’l-emr’in tanımı yapılır. Ülü’l-emr’den murad, avamın anladığı gibi sultanlar ve emir sahipleri değil, ehl-i hâl ve akd olan ulemâ ve ehl-i icmâ‘dır. 

Risale muharriri ülü’l-emr’i böyle tanımlar ve Fahreddin Râzî’nin ayete getirdiği tefsir delil olarak gösterilir. Razi’ye göre ülü’l-emr’den murâd, ehl-i hâl ve akd olan yani, Kur’an’ı Kerimin ayetlerinden ve Hadisi Şeriflerden ahkâm çıkarmaya muktedir bulunan bütün ulema ve müçtehidlerdir.(10) Daha sonra Razi’nin tefsirinden ilgili bölüm hülasaten tercüme edilir. Fahreddin Razi’nin ayetin tefsirinde öne sürdüğü iddiaya, çeşitli rivayetlerle açıklık getirmeye çalıştığı görülmektedir. Risalenin uzunca bir bölümü, Razi’den yapılan tercümeyle devam eder. Bütün bu izahlardan sonra ülü’l-emr’den muradın, ehl-i hal ve akd olan müctehidler olduğu söylenir.(11) Risalede bu izah yapıldıktan sonra Razi’nin sözüne son verilir.

Razi’den yapılan tercümeler sonucunda, risale muharriri de kendi iddiasının, meliklerin ve sultanların ülü’l-emr olamayacağına dair olduğunu ifade eder. Bu iddiasına delil olarak da Neml Suresi 34. ayeti getirir. Bu ayette Allah-u Teala melikleri ve kralları kötülemektedir. Bir de Hadise yer verilir. Peygambere ithaf edilen bir hadiste, “Benden sonra hilafet otuz üç sene olup andan sonra gelenler ısırıcı sultanlardır” denilmektedir.

Usul-ü meşveret

Risalenin ikinci faslında meşveret usulü tartışılır. Modernleşme döneminde en fazla ele alınıp yorumlanan ve büyük oranda istismar edilen bir ayet, meşveret kavramını izahta da temel alınır. Bu ayet Ali İmran suresi 159. ayettir. Ayette, “onlarla müşavere et” denilmektedir. Ayetteki “Hum” fiilinin nasıl yorumlandığı, uzunca bir tartışmanın konusu olur.(12) Allah-u Teala peygamberine dahi etrafındakilerle müşavere etmesini emretmiş ise, meşveret usulünün ehemmiyetinin ne kadar büyük olduğu anlaşılmalıdır. Risale muharriri meşveretin önemini izah için tekrar Fahreddin Razi’ye döner. Razi’den uzunca tercümeler yapar. Fahreddin Razi meşveretle ilgili birçok başlıkta izahlara risalede yer verilir.

Ehl-i İslam’a sesleniş

İmamet ve Hilafet Risalesinde bu izahlardan sonra sonuç bölümüne geçilir.(13) Sonuç bölümünde bütün Ehl-i İslam’a seslenilmektedir.

Risalede, dini kitapların en muteberlerinden imamet ve hilafet, ülü’l-emr’e itaat, usulü meşveret hakkında iktibaslar yapılarak, bahsi geçen konulardan ne anlaşılmak gerektiği izah edilmiş, mesele açıklanmıştır. Artık Müslümanların aklını başına alması, ittihad ve ittifak etmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Müslümanlar imametin şartlarını taşıyan bir zatı aramalıdır. Böyle bir zat bulunursa hemen halife olarak seçilmelidir.

Cumhuriyetin teşkili

Peki ya bulunmaz ise? Bu sorunun ardından risale muharriri ilginç bir yere gelir ve Hz. Ömer’den örnek verir. Eğer böyle bir zat bulunmaz ise Hz. Ömer’in yaptığı gibi bir şurayı millet yani cumhuriyet teşkil edilmelidir. Hz. Ömer’in bir cumhuriyet teşkil ettiği ileri sürülür. Böyle bir zat yok ise, daha önce açıklandığı gibi, imam seçmek de vacib değildir. İmametin hiçbir şartına sahip olmayan bir takım zorbalara halife ve ülü’l-emr gibi mukaddes sıfatları vermekten vazgeçilmelidir.

Hadisi inkâr Kur’an ayetini inkârdır

Risalede tekrar “İmamlar Kureyştendir” hadisine yer verilir. Risale muharriri için tutunacak tek dal neredeyse bu hadistir. İddia edildiğine göre bu hadisin sıhhati o kadar kuvvetlidir ki, bu hadisi inkâr etmekle, Kur’an’dan bir ayeti inkârdan etmek arasında fark yoktur. İşte bu sebepten ne Mısır’daki devletler ne de Selçuklu, bu hadise hürmetten dolayı hiçbirisi hilafet iddiasına cesaret edememiş, kendileri sultan oldukları halde Abbasilerden bir halifeye bağlı kalmıştır.

Kureyşli değilse halife olamaz

Risalede, imamette Kureyşlilik esas olarak ele alınmıştır. İmamete gelecek kişi sayılan bütün şartlara sahip olsa dahi eğer Kureyşli değil ise imamete geçmesi meşru değildir. Eğer Kureyşli olmayan biri imamete seçilirse adı zikredilen hadisi inkâr etmiş olacaktır. Risalede, bu keskin iddiaya açıklık getirilmesi gerektiği düşünülür ve mesele biraz açılarak izah edilir. İmamete gelecek kişinin yalnızca Kureyşli olması, bu kişinin nasıl olursa olsun halife tayinine uygun olacağı anlamına gelmediği ifade edilir. Fakat baskın iddianın imamette mutlaka Kureyşlilik olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Zira daha önce ifade edildiği gibi halife seçilecek kişi bütün şartlara haiz olsa da eğer Kureyşli değilse, halife seçmek Müslümanlar üzerinden sakıt olmaktadır. 

İttihatçılar genelde Osmanoğulları’na özelde ise Abdülhamid’e karşı İngiliz aklıyla hareket etmekte, ne yazık ki dönemin İslamcı cenahının gözlerini Abdülhamid düşmanlığı kör ettiği için bu kurguyu görememektedir. Abdülhamid mutlaka gitmelidir, devrilmelidir. Kim devirirse devirsin, nasıl yaparsa yapsın yeter ki Abdülhamid gitsin fikri, Müslümanları içinden çıkılmaz sapmalara sürüklemiştir.

Risalede, İmam Ebu Hanife’nin iktidarla olan ilişkisi de örnek verilir. İmam, Abbasi halifesi Mansur’a itaat etmemiş, verdiği kadılık görevini kabul etmemiştir. İmamın neden itaat etmediği de izah edilir. Mansur Kureyş’tendi lakin imametin şartlarını taşımamakta, zulmetmekte idi. Bu sebepten İmam, Mansur’a itaat etmeyi reddetti. 

Millet aklını başına almalı

Risalede tekrar millete hitap edilerek isyana teşvik edilir. Millet aklını başına almalı, başında bulunan zalim ve mütegallibeye itaat etmemeli, uzak durmalıdır. Milletin başında bulunan zalime itaat ederek boyun eğmek ne İslam’a ne de insanlığa uygun değildir. Dünya ve ahret saadetine kavuşmak isteyenler, Şeriat-ı Ahmediye’ye tabii olmalıdır. Bunun için iki yol vardır. Ya imamete–hilafete haiz bütün şartları taşıyan birini bulup ona tabii olmak ya da cumhuriyeti kurmak.

Risaledeki amacın biraz daha netleştiği görülmektedir. İmametin bütün şartlarına sahip bir kişi bulunsa dahi, Kureyşlilik şartı sağlanamayacağı için tek yolun cumhuriyet olduğu daha önceden düşünülmüş gibi görünmektedir. Zira bütün göstergeler buraya işaret etmektedir. Avrupai bir parlamenter sistemle cumhuriyet rejimi tek yol olarak gösterilmektedir.

Avrupa her alanda Osmanlı Devletine baskı uyguladığı gibi, iktisadi alanda da baskısını sürdürmektedir. Avrupa, gücünü kaybeden devletin içişlerine müdahale için her fırsatı kollamaktadır. Avrupa’nın telkinlerine kulak kabartan ve her alanda kendi memleket ve devletine karşı durmayı, daha da ilerisi her olumsuzluğu Avrupa’ya ispiyonlayan İttihatçılar iktisadi aksaklıkları da sürekli Avrupa’ya jurnaller. 

Yapılan bütçe görüşmeleri İttihatçılar için yeni bir jurnal imkânı doğurmuştur. Risalede yeni bütçe dahi konu edinilir.(14) Devlette bütçe her yıl büyük açıklar vermekte, Avrupa ise bütçenin neden böyle açık verdiğine dair sürekli hesap sorup baskı yapmaktadır. Hazırlanan yeni bütçenin ise, çeşitli tedbirler alındığından dolayı artık açık vermeyeceği belirtilmektedir. Risalede, bu iddianın yanlış olduğu, Avrupa’yı kandırmak ve gözünü boyamak için böyle denildiği ifade edilir. 

İlginçtir ki bu risale İngilizlerin binlerce Müslüman kanı dökerek, zulmederek işgal ettiği Mısır’da, İttihat Terakki mensubu ulema tarafından yazılmıştır. Ve yine ilginçtir ki, kendilerini feraset ve basiret sahibi olarak gören risale yazarları, böyle dehşet bir tuzağı görememektedir.

Sonuç

İmamet ve Hilafet Risalesi, İttihat ve Terakki’nin Abdülhamid iktidarına karşı ulemaya yaslanarak yüksek sesle kamuoyuna seslendiği bir risale olması bakımından kayda değer tarihi bir vesikadır. Risalede amacın, imamet ve hilafet devrinin sona erdiği ve artık parlamenter sistem cumhuriyetin kurulması gerektiğine dair bir yönlendirmenin olduğu açıkça gözlemlenmektedir.

Risalenin muhtevasından, risaleyi yazanların İttihat Terakki taraftarı ulema olduğu anlaşılmaktadır. Zira ileri sürülen tarihi ve ilmi deliller, ifadeler, bu kişilerin dini müktesebata vakıf olduğunu göstermektedir. Abdülhamid’in zulmüne isyan edenlerin, başka bir zalim olan İttihat ve Terakki’ye taraf oldukları görülmektedir. Oysa ilmiye–ulema sınıfı kendi geleneği içinde mevcut iktidardan bağımsız bir muhalefet odağı oluşturabilirdi.

Muhalefetin bu denli kin ve nefretle yüklü olmasında elbette Abdülhamid iktidarının da payı görmezden gelinemez. İktidarda iken hiçbir muhalifine göz açtırmayan Abdülhamid’in yapıp ettikleri iktidardan düştükten sonra yazılıp çizilenlerle gün yüzüne çıkmıştır.

Abdülhamid devri tam bir münker devri olup, karanlık ve dehşet içinde kalan ahali ne yapacağını bilemez olmuştu.(15) Sandıklar dolusu İslami kitaplar Çemberlitaş hamamında yakılmıştı.(16) Abdülhamid iktidarda iken İslam’a açtığı zararlara bakarak İslamiyet’in artık yok olmaya yüz tuttuğu kanaati hasıl olmuştu.(17) Yazılıp çizilenlere bakıldığında yaşanan bütün olumsuzlukların sorumlusu Abdülhamid’dir.(18) Bütün ulema ve medrese talebeleri İstanbul dışına atılmak üzere gemilere doldurulmuş,(19) gizli bir plan ile ilim diyarı olan İstanbul’dan ilim ehlinin boşaltılmasına karar verilmişti.(20) Camilerde adalet ve ihsanı, emanetin ehline verilmesini tavsiye eden vaazlar yasaklanmıştı.(21) Abdülhamid, bütün devlet ricalini saf dışı bırakarak kendi saltanatını sağlamlaştırmıştı.(22) Baskıya dayanamayıp çaresiz kalan ilim erbabı kendi kitaplarını elleriyle yakmaya mecbur kalmıştı.(23) Zalim hükümdar Makam-ı Hilâfet-i İslâmiyye’yi gasp etmiş,(24) milyonlarca devlet gelirini zimmetine geçirmiş, çaresiz memurları sefalete sıkıntılara mahkûm etmişti.(25) Abdülhamid, “İmamlar Kureyştendir’ hadisi şerifinin içinde bulunduğu kitapları fırınlara atılarak yakmıştı.(26)

Görüldüğü gibi muhalefetin aklıselimden uzaklaşması, iktidarın uygulamalarıyla da doğru orantılı gibi durmaktadır.

Dipnotlar

1- Hayye ale’l-felah, Selânik, Rumeli Matbaası, 1326

2- Hilafet ve İmamet Risalesinden, Kanun-i Esasi, Kahire, cilt II, sayı 11, tarih 16 Mart 1314 – 28 Mart 1898

3- İmamet ve Hilafet Risalesi’nden (Mabad), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 12, Kahire, 23 Mart 1314 – 4 Nisan 1898

4- İmamet ve Hilafet Risalesinden (Mabad),  Kanun-i Esasi cilt II, sayı 13, Kahire, 30 Mart 1314 – 11 Nisan 1898

5- Hilafetin Kureyşliliği hakkında tatmin edici malumat sahibi olmak için, Mehmed Said Hatiboğlu, “İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik, Hilafetin Kureyşliliği” adlı çalışmaya bakılabilir

6- Ali Nazmi, Makale-i Mahsusa, Beyanülhak, cilt 1, sayı 17, sayfa 379, tarih 12 Kanunisani 1324 – 24 Ocak 1909

7- Mustafa Sinanoğlu, el-Mevâkıf, DİA, cilt 29, sayfa 422

8- İmamet ve Hilafet Risalesinden (Mabad), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 14, Kahire, 7 Nisan 1314 – 19 Nisan 1898

9- İmamet ve Hilafet Risalesi’nden (Mabad), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 16, Kahire, tarih 25 Mayıs 1314 – 6 Haziran 1898

10- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, cilt 8, sayfa 108, Akçağ Yayınları

11- İmamet ve Hilafet Risalesi’nden (Mabad), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 18, Kahire, 10 Haziran 1314 – 22 Haziran 1898

12- Cemil Oktay, “Hum” Zamirinin Serencamı, sayfa 39, Bağlam Yayınları 1991

13- İmamet ve Hilafet Risalesi’nden (Mabad), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 21, Kahire, 14 Temmuz 1314 – 26 Temmuz 1898

14- İmamet ve Hilafet Risalesi’nden (Mabad ve Hitam), Kanun-i Esasi, cilt II, sayı 22, Kahire, tarih 2 Ağustos 1314 – 14 Ağustos 1898

15- Mustafa Sabri, Beyânül Hakk’ın Mesleği, Beyânül Hak, cilt I, sayı 1, sayfa 2-4, tarih 5 Ekim 1908

16- Hayret, Ya Alîm Ya Halîm, Beyânül Hak, sayı 1, sayfa 6, tarih 5 Ekim 1908

17- Hafız Mehmed, Makale-i Mahsusa, Beyânül Hak, sayı 3, sayfa 11-12, tarih 19 Ekim 1908

18- Elmalılı Küçük Hamdi, Ulum-i İslâmiye Beyânül Hak, sayı 9, sayfa 178, tarih 30 Kasım 1908

19- Asker Evlatlarımıza Hitabımız, Beyânül Hak, sayı 29, sayfa 668, tarih 19 Nisan 1909

20- Ali Nazmi, Makale-i Mahsusa, Beyânül Hak, cilt 1, sayı 17, sayfa 379, tarih 24 Ocak 1909

21- Mehmed Fahreddin, Tevhîd ve İttihâd, Sebilürreşad, cilt 8, sayı 189, sayfa 123, tarih 18 Nisan 1912

22- Hasan Kazım, Zaman-ı Abdülhamid, Ceride-i Sufiyye, cilt 1, sayı 6, sayfa 2, tarih 1 Mayıs 1909

23- Abdülhamid’in Hal’i, Sırat-ı Müstakim, cilt 2, sayı 43, sayfa 260, tarih 01 Temmuz 1909

24- Troyskili Ahmed Tâceddin, Alem-i İslam Ahvali Umumiyye-i İslamiyye ve İstikbal-i İslam, Sırat-ı Müstakim, cilt 3, sayı 77, sayfa 399, tarih 24 Şubat 1910

25- Abdülhamid’in Hal’i ve Hindistan Matbuatı, Sırat-ı Müstakim, cilt 2, sayı 42, sayfa 246, tarih 24 Haziran 1909

26- Ali Nazmi, Makale-i Mahsusa, Beyânül Hak, cilt 1, sayı 17, sayfa 379, tarih 24 Ocak 1909

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *