Kadın Sorunu!

Kadın Sorunu!

Aslında bir araya getirilen bu iki kelime bana çok uyumsuz ve anlamsız geliyor. Ama birileri kadını ve sorunu bir arada düşünmek gibi bir hataya, ya düşüyorlar ya da bu iki kavramı bilerek beraberce kullanmanın olayları nerelere vardıracağının farkındalar.

Mukaddes Özkan

Kadın ve sorun. Tek başına hiçbir özne veya nesne sorun olabilir mi! Sorunun olabilmesi için var olan bir şeyin karşısında ona sorun yaratacak bir başka sebebin veya varlığın olması gerekli değil mi? Başka türlüsü işi doğaya, yani sünnetullaha aykırı hale getirmez mi? Müslüman kadın, Allah’a inancının gereği gibi teslim olmayı kabullendiyse sorularının cevabını da yine teslim olduğu kaynakta arayıp tam da orada bulabilir. 

Zaten kadın sorunu diye ortaya atılan kavram en başta da söylediğim gibi tek başına kadına ait değil. Buna kadın erkek ve aile içi sorunlar diye bir başlık atmak en doğrusu olacak. Bizim hayatımıza yön verirken başvurmamız gereken tek kaynak Kur’an olmalı değil mi. Altın madeninin sağlamasının yapıldığı yer nasıl mihenk taşıysa, bizim inançlarımızın sağlamasını yapacağımız yer de Kur’an olmalı, yani bizim mihenk taşımız da çok uzakta değil. Halbuki biz en yakınımızdakini bırakıp, inancımıza tamamen aykırı yollar öneren uzak diyarların rüzgarlarına kapılıyoruz. 

Kadın hakları diye batının arayış içine girdiği ve çareler aradığı feminizm, ne batıya hayr etti ne doğuya. Aileler sudan sebeplerle dağılır oldu. Gençler birbirlerini sevdiklerini zannedip evleniyorlar. Ama birbirlerini anlamak yerine senin dediğin değil, benim dediğim olacak… tartışmasının içinde buluveriyorlar kendilerini. Bir orta yol yok mu arkadaşlar! Tam da burada kadın hakkı ortaya çıkartılıyor, kendini haklı görmeye çalışan kadınlar tarafından. Karşı tarafta bir de erkek var. Onun hakları ne olacak? Çünkü erkekler farkında olmadan çoğu zaman haklıyken haksız duruma düşürüyorlar kendilerini. Aklı devreden çıkarıp, işi şiddete başvurmaya kadar götürdükleri için. Sözlü veya fiziksel şiddete kadın da erkek de kendilerini kaptırdıkları anda, haklıyken haksız duruma düşeceklerini bilmeliler. İyi bir Müslüman tatlı dilli olmayı, sabırlı olmayı kendine ilke edinmeli. Yoksa kırdığı kalplerle, canını yaktığı kişilerle hesap günü hesap vermekten kaçamaz. Karşı tarafın canını yakma hakkını insanlar kendi kendilerine tanıyorlar ne yazık ki. Dinimizin buna izin verdiğini iddia edenler bile var bu konuda. Kendimize bir soralım; hayvanlara bile eziyet etmeyi yasaklayan bir peygamberin ümmeti bu hakkı kendisinde nereden buluyor, bu hakkı erkek veya kadına kim vermiş?

Bu hak arama kısır döngüsü bizi müslümanlar olarak hiç de doğru bir noktaya vardırmayacak. Vardırmadı da, bunu etrafımıza baktığımız zaman görmemek mümkün değil. Dağılmış aileler, ortada kalmış çocuklar. Bahane de hazır, kavgalı bir ortamda büyüyeceklerine bazen annede bazen babada olmaları onlar için daha hayırlı olacak. İyi de her çocuk böyle şanslı olmuyor ne yazık ki. Yurtsuz yuvasız kalanlar, yuvalara verilip ana babayı göremeyenler, polis nezaretinde anne babanın arasında çekiştirilenler. Bunlar hep o kendi hakları peşinden koşan ebeveynlerin suçu. Siz ana babalar boşanarak haklarınıza kavuştuğunuzu sanıyorsunuz. Peki o aile güveninden yoksun edilmiş çocukların hiç mi hakları yok. Onların haklarını kim arayacak! Batıda vardır belki bir bakın isterseniz. Orada sevgiden yoksun büyüyen acımasız çocuklarla, gençlerle karşılaşacaksınız. Hiç çekinmeden canlılara yaptıkları işkenceleri sosyal medyada paylaşanlara rastlayacaksınız. Artık üzülerek görüyoruz ki bu olaylara tek tük de olsa bizde de rastlanıyor.

Evlilik çocuk oyuncağı değil. Deneme tahtası hiç değil. Gül bahçesi sanılıyor, ama onun da dikenleri olduğunu hesaplamak lazım. Gelinlik giyip düğün dernek yaşamak hevesiyle de evlenilmez. Evlilik sorumluluğu olan bir kurumdur. 

Hele ki çocuk sahibi olmanın getirdiği yükümlülük. Sadece kendi mutluluğumuz için çocuk sahibi olmak, daha sonra da biz anlaşamıyoruz deyip egomuza yenik düşmek gibi bir lüksümüz olmamalı. Bu yüzden ortalık ana olmayı bilmeyen analarla, baba olmayı bilmeyen babalarla dolmaya başladı.

Çünkü, toplum olarak yaratandan uzaklaşmaya başladık. Yaratanın yarattıklarını en iyi tanıyan ve onlar için en doğru yaşam biçimini ortaya koyan olduğunu göz ardı edip onun bunun uydurduklarıyla amel eder olduk.

Rum suresi 21’de Allah bu konuda şöyle söylüyor:

Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.

Bu ayete baktığımızda görüyoruz ki Allah, kadını erkeği ayırmadan, birini diğerine üstün konuma koymadan toplum içine yerleştiriyor. Bu konuda toplumu da bu tarif ettiği aile örneği üzerinde düşünmeye ibretler almaya davet ediyor. Eşler arasında olması gereken sevgi ve merhamet duygularının da ailenin temelini oluşturduğunu anlıyoruz. Bu konu üzerinde düşünmenin bize çok şey kazandıracağını göreceğiz. Sevgi ile merhametin olduğu yerde haklar da zaten kendiliğinden yerlerini bulur. 

Allah, kadın ile erkeği birbirinden farklı konumlarda, yani fıtratları gereği sorumluluklarla yükümlü kılmış. Kadın ticaret yapamaz, kadın doktor veya herhangi bir meslek sahibi olamaz diye bir yasak yok ilahi kanunlarda. Yaradılış kanununa baktığımızda fiziksel açıdan, baba anne olamıyor, anne de baba olamıyor. Ama gerektiğinde baba çocuklarına analık, ana da gerektiğinde çocuklarına babalık yapabiliyorlar. Allah takvada yarışmaya da kadın erkek ayrımı getirmiyor. Kadına tesettür emri varsa erkeğe de var. Haya konusunda iki cinsin de sorumlulukları var. 

Artık bu konular günümüzde o kadar sulandırıldı ki, eşlerden biri bir hata yaptığında diğeri onu uyaracağı yerde sen bu hatayı nasıl yaparsın, ben de aynısını yapayım da gör nasıl oluyormuş! Veya eşlerden birisi dışarı çıkmak istiyor, diğeri karşı çıkıyor. Dışarı çıkmak isteyen, sen ister gel ister gelme ben gidiyorum. Geç saatlere kadar da dönmüyor. Bunun adı da hak aramak oluyor. Aklı selim ile bakıldığında bu hak aramak değil, aile kurumuna ihanet anlamına gelmez mi? Buna benzer daha ne saçma sapan yarışlara şahit oluyoruz içimiz acıyarak.

İslam, kadını hiçe sayan bir topluma inmiş. Allah İslam ile, erkeğin egemen olduğu o ortamda, kadını erkek ile hak hukuk anlamında eşit hale getirmiş. Bu eşitlik bugün körü körüne savunulan eşitlik değil. Bunu önce çok iyi anlayalım. Bana kimse karışamaz, ben özgür bir bireyim. Hayır! Müslüman, özgürüm diye sorunları bir kenara itemez. Müslüman, şayet kabullendiği bu dini benimsemişse o zaman Allah’a teslim olmuş demektir. Artık kendi aklının, heva ve hevesinin peşinden gitmekten vazgeçerse huzura erer. Ben yaparım bana kimse karışamaz anlayışı aile içindeki sevgiyi merhameti zedeliyor. Hatta yok ediyor. Halbuki eşlerden biri bir hata yaptığında diğeri onu sevgi ve merhametiyle uyarırsa işler daha kolaylaşmaz mı? Allah’ın apaçık tavsiyesi de bu değil mi?

Aileye sahip çıkalım. Toplumların temellerinin sağlam olması için o toplumu oluşturan ailelerin sağlam temellere oturtulması lazım. Bu konuda ebeveynlere çok iş düşüyor. Gençleri sorumluluk alacak, sevgi ve merhameti içselleştirecek biçimde yetiştirmenin yollarını bulmakla yükümlüyüz. Bu yolun en doğrusu da islamdan geçer. Biz ebeveynlerin de islamı en doğru biçimde yaşayarak ancak gençlere örnek olabilmemiz mümkün olur. 

Biz dinimizi doğru yaşamazsak, doğru örnek olmayı beceremezsek sorgulayanların eleştirilerine de cevap bulamayız. Onlar da bizim yanlışlarımızı İslam’a fatura ederek suçlamalara devam ederler.

Aileye sahip çıkalım. Toplumların temellerinin sağlam olması için o toplumu oluşturan ailelerin sağlam temellere oturması lazım.

Sözlerimi Necip Fazıl’ın şu sözleriyle bitirmek istedim:

Ve unutmayın ki kadın diri diri gömülürken onu oradan çıkarıp ayaklarının altına cenneti seren dinin adıdır İslam. 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *