Toplumu Dizayn Etmede Dilin Araçsallığı

Toplumu Dizayn Etmede Dilin Araçsallığı

Modernite, toplumun her alanında kafa karıştırıcı bir üslupla tartışmalar açmakta ve bu tartışmalarda kendine yeni bir paye kazandırmaktadır. Mesele, kendisinin inşa edeceği dilin haklılığını ispatlamaktır.

Bünyamin Zeran

Tevrat’ın inanışına göre başlangıçta bütün insanların dili aynı idi. İnsanların hepsi tek olan Allah’a iman ettiği için birbirlerini anlayabilen kimselerdi. Ne zaman ki insanlar Allah’a iman konusunda küfre düştüler işte o vakit birbirlerinin dillerini anlamaz hale geldiler. Allah’ta küfre düşenleri cezalandırmak maksatlı olarak dillerini farklılaştırdı. İşte bu inanışa binaen Leibniz 1700’lü yıllarda insanlık için tekrardan yeni ortak bir dilin inşası gerekliliğini savunur. Bu sebepten ötürüde mantığa dayalı sayısal bir dili oluşturma gayreti içine girer. Zamanla Leibniz’in bu fikri modern dönem düşünürlerince geliştirilerek insanlık için ideal bir dil ve ideal bir yaşam biçimi inşa etme düşüncesine evrilir. Modernizmin inşa etmeye çalıştığı dil ise tanrıdan ateşi çalan insanın kendi ilahlığını ilan ettiği ve tanrıya savaş açtığı yepyeni bir dildir. Bu dilin yeni rahipleri filozoflar ve yeni mabedleri ise modern eğitim kurumlarıdır. Artık yepyeni bir toplumun inşası için kollar sıvanmış durumdadır.

Dil felsefesi alanındaki tartışmalardan biri dilin mi toplumu inşa ettiği yoksa toplumun mu dili inşa ettiği meselesidir. Benim bu alanda okumalarım toplumun zihin dünyasının dili inşa ettiği fikri üzerinedir. Her insan bir dilin içine doğar. O dili inşa eden o toplumun düşünüş ve yaşam biçimidir. En başa dönecek olursak Adem yaratılmadan önce onun fıtratı inşa edilmiştir. Adem’in fıtratını koruyacak, onu yaratılış amacı içinde tutacak bir dili Allah ona öğretmiştir. Bu dil, Adem’in eşya ile, insanlar ile, tabiat ve hayvanlar ile nasıl ve ne üzere bir ilişki kuracağını öğreten bir dil olmuştur. Tabir yerinde ise Allah’ın buyruğunca dünyayı kullanma kılavuzu öğretilmiştir ona. Her toplumun düşünme biçimi birbirinden farklıdır kuşkusuz. Farklı ülkelerin düşünme biçimini bir yana koyun aynı ülkelerdeki bölgelerin bile düşünme biçimi birbirinden farklıdır. Bu farklılık o coğrafyada yaşayan insanların iklim ve doğa şartları gereği karşılaştıkları sorunlara ve çözümlere binaen geliştirdikleri ilişki biçiminden doğan bir dildir. Dolayısıyla bir toplumun ihtiyacı o topluma bir dil kazandırır. Dil, zamanla farklı kültürlerle temas ettikçe gelişir ve dil de toplumu dönüştürmeye başlar. Bundan sonra dil ile toplum arasında interaktif bir ilişki başlar. Birbirlerini beslemeye başlarlar.

Modernizm, Adem’e öğretilen kelimeleri insanlığa unutturarak ona yepyeni Allah’sız bir dil öğretme gayretindedir. Bu yeni dilin mottoları: Çağdaşlık, demokrasi, laiklik, insan hakları, özgürlük, cinsiyetsiz toplum, feminizm, serbest pazar vs.’dir. Modernizm yeni bir zihniyettir ve bu zihniyet kendini ifade edecek bir dile muhtaç olduğu için tamamen seküler bir dil ile kendini varetmiştir. Bugün modernite/post-modernite kendi zihniyetini kendi icat ettiği seküler dil üzerinden yapmaktadır. Reform ve sonrasında oluşan sömürgecilikle bu dili dünya genelinde yaygınlaştırmışlardır. Yaptıkları sömürgecilikle zenginleşirken sömürdükleri toplumları ve açık pazar haline getirdikleri toplumları şiddet yoluyla baskılamışlar ve o toplumları kendi istedikleri yönde değişime zorlamışlardır. Sömürdükleri her toplumun hafızasını sıfırlayıp kendi arzu ettikleri toplum biçimini bu yepyeni dilleriyle kurmaya gayret etmişlerdir. Kuzey ve Güney Amerika’da, Asya’da, Batı Avrupa’da, Doğu Avrupa’da, Tüm Afrika toprakları ile Arap Coğrafyasında ve Türkiye’de bu sömürgeci zihniyetin inşa ettiği dil egemendir.

Tarihselcilik mevzusu da bu tartışmanın bir ürünü olarak çıkmıştır. Rölativizm (görecelilik) teorisi üzerinden başlayan bu tartışma (çift yarık deneyi) dini düşünce sahasına kadar getirilmiştir. Bu tartışmanın esası ayetlerin ilk indiği dönemdeki toplum yapısıyla şimdiki toplum yapısının aynı olmadığı ve dolayısıyla ayetlerin de aynı mahiyeti taşımayacağı düşüncesidir. Elbette bu tartışma ayrı bir çalışma konusudur. Modernite, toplumun her alanında kafa karıştırıcı bir üslupla tartışmalar açmakta ve bu tartışmalarda kendine yeni bir paye kazandırmaktadır. Mesele, kendisinin inşa edeceği dilin haklılığını ispatlamaktır. Dili, karmaşık bir hale getirip kendince inşa ettiği dili düzen kurucu olarak ortaya sürmektir. Oysa hiç bir dil karmaşık değildir. Diller esas olarak neyi aktarabildikleri açısından değil, neyi aktarmak zorunda oldukları açısından ayrışmaktadırlar. Toplumları inşa eden zihin yapısı (inanç yapısı) bazı temel kolonlar üzerine bina edilir. Bu temel kolonlar üzerinde anlaşma sağlandığında geri kalan konularda farklılıklar bir anlaşılmazlık doğurmazlar ya da doğurmamalıdırlar. Müslüman toplumların zihin yapısını inşa eden en önemli kolonlardan biri Allah’ın ilahlığını ve rablığını tek olarak kabul etmek, resullerine, kitaplarına, meleklerine ve gayba iman etmektir. Bu iman akidesini kabul edenler bunun dışındaki konularda farklı düşünebilirler. Bu farklılık bir çatışma unsuru olmaktan çıkıp rahmete dönüşüverir.

Toplumsal hafızanın kaybolmasıyla birlikte bizi yepyeni bir yaşam biçimi kuşatıverir. Buna örnek olması açısından içinde yaşadığımız toplumda çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin sosyal medya bağımlılığını inceleyebiliriz. Yeni neslin giderek bireyselleşmesi, dini düşüncenin toplumsal ve bireysel yaşam biçimini belirmesinin yerini tamamen haz ve coşkunluğun belirleyiciliğinin alması, evlilik dışı ilişkilerin normalleşmesi, bedensel olarak görünürlüğün artması, cinselliğin teşhirciliğe evrilmesi, akraba ilişkilerinin yok olmaya yüz tutması, merhametin ve dayanışmanın azalması, eşcinselliğin sıradanlaşması, kadın erkek ilişkilerinin yön değiştirmesi, aile bağlarının yok olması, sadece maddi zenginliğin merkeze alınarak insana değer biçilmesi vs. bütün bu yaşam formları bize nereden geldi dersiniz. Üstelik bu yaşam biçimi yalnızca bizim ülkemize has olmayan bir yaşam biçimidir. Bütün dünyanın ızdırabı olan bir yaşam biçimidir. Bu yaşam formu kimi toplumları hızla kuşatırken, kimi toplumları yavaş yavaş kuşatmaktadır ama kuşatmaktadır. Modernite kendi dilini ulaşabildiği tüm kanallardan ve mecralardan toplumlara ulaştırma çabasındadır. Çünkü onun bir davası vardır. Kendi ilahlığını ilan etmek ve kendi arzuladığı yaşam biçimini kendi dili üzerinden dayatmaktır.

Müslüman toplumların da kendi diline yani toplumsal hafızasına sahip çıkması gibi bir zorunluluğu vardır. Bu öncelikle bir inanç yani yaşam biçimine sahip çıkmakla mümkündür. Eğer ki bizler bu yaşam formuna sahip çıkabilirsek dilimiz kendiliğinden düzelecektir. Toplumsal hafıza dili besleyecek dil de zamanla toplumsal hafızaya katkı sunacaktır. Din, Allah’ın oluncaya kadar savaşmayı biraz da dil üzerinden düşünsek nasıl olur acaba! Kur’an’ı değersizleştirmek için ona yapılan saldırılar da dil üzerinden olmaktadır. Lafız/mana ayrımı, anlam/yorum ayrımı vs. birçok konu çeşitli ayetler üzerinden ele alınarak tartışılmaktadır. Oysa tartışılan ayetlerin yaşamda bir karşılığı bulunmayınca dil kısırlaşmaktadır. Önce ayetlerin yaşamdaki karşılığı inşa edilmeli ki ondan sonra dil üzerine eğilinebilinsin. Önce Adem yaratıldı sonrasında ise ona bir dil öğretildi. Kur’an üzerinden yapılan modern dil tartışmaları ise önce dili yaratıp sonra Adem’i yaratma çabasından ibarettir. Bu tartışma tam da modernizmin istediği bir tartışmadır. Zira Adem’den önce dili yaratmak fıtratı tersine çevirmekten başka bir sonuca ulaştırmayacaktır bizi. Önce Adem olmayı bilmek, kabul etmek, Adem olduğumuza iman etmek ve sonrasında da vahyin dili ile kendimize çizilen yolu takip etmek esastır. Belki o vakit kendimizi ve neslimizi Allah’ın razı olacağı biçimde yeniden inşa edebilmenin bir yolunu bulmuş oluruz.

(Venhar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *