Sosyal Medya, Tecessüs Damarını Çatlatmak İçindir

Sosyal Medya, Tecessüs Damarını Çatlatmak İçindir

“Acı ama gerçek: İnsan cahiliye açılmasında (teberrüc) sınır tanımamaktadır. Takva elbisesinin koruyuculuğu ve verdiği sımsıcak huzur, yerini insanın bütünüyle bedenini namussuzların şehveti önünde bir teşhir ürününe dönüştürmesine bırakmış vaziyettedir.”

Mehmed Durmuş

Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde tecessüs, “bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizlice araştırma yapmak” olarak tanımlanmaktadır. Kitabımız Kur’an tecessüse dair söylenecekleri bir vav harfi, bir lâ edatı ve ‘tecessesû’ fiiline sığdırmış, bunu da zandan sakındıran ve gıybetten men eden iki nehiy arasına yerleştirmiştir. “Ve lâ tecessesû”: “Tecessüs yapmayın!” Zannın çoğundan kaçının, başkalarının gizliliklerini araştırmayın, gıybet yapmayın. (Hucurat, 12). Demek ki bir iman toplumunda, gıybet ve tecessüsü bitirmek için birer kelimelik uyarı yeterliymiş.

İslam toplumu diye, başkalarının özel alanlarına göz-kulak kesilmenin kesin olarak ayıp sayıldığı topluma denir. Terbiye edicisi Allah olmayan, hatta ‘terbiye’ terimini tümüyle kullanımdan kaldırmış toplumlarda ise tecessüs bir yaşam tarzıdır. İslam toplumunda fertlerin yapacakları (anlık, günlük, haftalık) çok önemli salih ameller vardır. Bu ameller müminlere, başkalarının özel hayatlarına meraktan dalgıçlar yollamalarına izin ve fırsat vermez. Her şeyden önce müminlerin her an Allah’ı anmak gibi bir ödevleri vardır ve bu ödev onları boş ve çirkin işlerle ilgilenmekten alıkoyar. Gayri müslim bir toplumda ise insanların özel hayatlarıyla alakadar olmak sıradan bir iştir.

Allah kötülüklerin hem engellenmesini hem de faş edilmeyip, örtülmesini emreder. Cahiliye toplumu ise tam aksine, marufun önlenmesi ve örtülmesini esas alır. İslam toplumu nezaket toplumudur, kalplerin temizliği gibi gözlerin, kulakların, el ve ayakların temizliği de esastır. Allah mümin erkekleri kadınlara gözlerini dikmekten sakındırır, bakışlarını indirmelerini emreder. Ardından emri mümin kadınlara yöneltir. Çünkü kalp ve niyet temizliği kadın için de geçerlidir. Demek ki gözler, ağyarın beden dünyasına tecessüs casusları göndermek için başvurulacak giriş kapıları gibidir. Kişi kendi ahlak kapılarını sıkı kapatmalı, başkalarının kapılarını da tıklamamalıdır. Nefsinin behimî arzularına yenik düşüp, tecessüs günahına dalmaktan korunmanın ilk adımı, gözlere hâkim olmakla atılmaktadır.

Tecessüsle köken birliğine sahip olan casusluk, başkalarının sırlarına yönelik bilgiler edinme işi olup, İslamî yönetimin gerekli gördüğü alanlarda, Allah’ın koyduğu sınırları aşmamak koşuluyla bir kamu hizmeti olarak icra edilecektir fakat bu kamu hizmeti hiçbir zaman Hucurat suresinin 12. ayetini ihlal eden bir mahiyette olamaz.

***

Allah’ın tecessüsü yasaklayan bir kelimelik nehyinin muhataplarının müminler olduğu unutulmamalıdır. Günümüze gelince, Allah’ın bir tek değil, tüm buyruklarının, bütün hudûdullahın tarumar edildiği, Allah’ın bir müzisyen kadar bile sözünün geçmediği bir toplumda tecessüse dair ne söylenebilir ki? Tecessüsün bir yaşam biçimine dönüştüğü bir toplumsal dönüşümden bahsediyoruz. Aslında birazdan açıklamaya çalışacağımız üzere, günümüzde, tanımına uygun bir tecessüsten bahsetmek de pek mümkün değildir. Bu bahiste şu incelik asla göz ardı edilmemelidir: Kur’an’ın “tecessüs yapmayın!” buyruğunun muhatabı müminlerdir. Günümüzde ise emrin kendisinde makes bulduğu muhataplar yok denecek kadar azalmıştır. Zira günümüzde beşeriyet büyük bir tecessüs devrimi yapmış bulunmaktadır. Bu devrimi biraz daha açmamız gerekmektedir.

Tecessüs kelimesi, korunaklı haldeki mahremiyete yönelik özel bir ‘ilgiyi’ ele vermektedir. Mütecessis, kilitli kapılar ardındaki mahremiyeti ihlal etmeye yönelik bilinçli adımlar atan kişidir. Günümüzde işte bu tanım tersine dönmüştür. Artık bir mütecessise ihtiyaç kalmamıştır çünkü insanlar mütecessisi zahmetten kurtarmakta, büyük bir özveri(!) ile bizzat kendi elleriyle kendilerini tecessüse elverişli hale getirmektedirler. Özgürlükçü felsefenin bireyleştirdiği kadın ve erkek cinsler mahremiyet adına neleri var neleri yoksa, tam bir açık hava müzesi görünümünde, kamunun hizmetine(!) sunmuş bulunmaktadırlar. Dilerseniz buna müze yerine, bir mezat ya da teşhir salonuna da diyebilirsiniz. Bu pazarda ar, namus, haya, edep, ayıp, sır, mahremiyet adına her ne varsa bulmak mümkündür; her şey satılıktır. Satışa konu edilmeyen hemen hiçbir şey bırakılmamıştır. Allah’ın “birbirinizin gizli-saklı sırlarını araştırmayın!” buyruğu bu pazarda adeta, “gizli-saklı hiçbir şeyiniz kalmasın” anlayışına evrilmiş gibidir. Ceketin astarı dışına çevrilmiştir.

Meselenin acıtıcı yanı şu ki, bu işte artık din farkı kalmamıştır. Hatta ismi ismimize, cismi cismimize benzeyen kadın ve erkekler diğer din ve inanç mensuplarına fark atmaktadırlar. Düşünebiliyor musunuz, sosyal medya ‘meydan okuyan yirmili yaşlar’ diye bir numara keşfediyor ve insanımız sosyal medyanın bu numarasını emir telakki ederek yirmili yaşlar görselleri paylaşma yarışına girişiyor. ‘Yirmili yaşlar’ etkinliğinin, sosyal medyada olan-bitenlerin en masumu olduğunu söyleyeceklere hiçbir itirazımız yoktur. Zaten biz de ‘en masum’ icatlardan bir örnekle meramımızı anlatmak istedik. Artık kendilerinden ‘muhafazakâr’ olarak bahsedilmesinin yerli yerince olduğuna kanaat getirdiğimiz ‘Müslüman’ kesimlerin mahremiyetlerini başkalarıyla paylaşmaya olan bu arzulu hallerini gördükçe, Müslümanlar olarak mücadele cephemizi gözden geçirmemiz gerektiğine olan kanaatimiz pekişmektedir. 

Hanımının adını başkalarının duymasından hoşlanmayan Müslüman geçmişimizin izan ve ferasetini gün yüzüne çıkartabilmek için artık arkeolojik kazılara ihtiyaç olacaktır. Sosyal medya denilen iletişim-eğlence ortamlarının muhafazakâr kimselere kendi evlerinden daha güvenlikli geldiği açıktır. Kadına ve erkeğe, kadınlığa ve erkekliğe dair her şey, -eğer kaldıysa- aileye dair ne varsa sosyal medya denilen ortalığın malı olmuştur. Eşler birbirleriyle paylaşmadıkları şeyleri sosyal medya arkadaşlarıyla paylaşmaktadırlar. Bir anne adayının hamilelik sürecine dair ayrıntıları belki kocası bilmiyorsa da, sosyal medya arkadaşları biliyordur. İsrail’in Kudüs ve Gazze saldırılarında, Filistinlilerin safını tutan insanların sosyal medyada, oranın sahipleri olan Siyonistleri sırdaş edinmelerinin izahını yapacak tezlere ihtiyaç vardır.

Çocukluk ve gençlik yıllarımızda mahremiyete savaş açmış bulvar gazeteleri vardı. Sinemaya gitmemiz babalarımızın kaşlarını çatma sebebiydi. Sosyal diye tabir edilen medya ise tüm bu sorunları kökünden ‘çözdü’. Artık yeryüzündeki kişi sayısı kadar bulvar gazetesi, aynı sayıda sinema, aynı sayıda mahremiyet düşmanı eğlence vb. var. Babalarla oğullar sosyal medya mihrabının ardında, aynı safta kenetlenmiş bulunmaktadırlar.

İnsan kendisine ve ailesine ait nitelik, özellik ve değerlerini neden başkalarının tecessüs merakına arz eder? Güney Koreli felsefeci Byung Chul Han diyor ki, dijital panoptikonun inşasına aktif olarak katılıyoruz. Hatta soyunarak, Quantified Self [nicelikleştirilmiş benlik] hareketinin milyonlarca taraftarı gibi bedenimizi kablolara bağlayıp onunla ilgili verileri gönüllü olarak ağa yollayarak panoptikonu desteklemiş oluyoruz. Yeni egemenlik bize suskunluk dayatmadığı gibi bizi sürekli paylaşmaya, katılmaya, görüşlerimizi, ihtiyaçlarımızı, arzularımızı ve eğilimlerimizi iletişimin dolaşımına sokmaya, hatta hayatımızı anlatmaya teşvik etmektedir. Chul Han’ın şu satırları konuyu daha anlaşılır kılıyor: “Bugün hiçbir cebir, hiçbir emir ve yönerge olmadan gönüllü olarak kendimizi ifşa ediyoruz. Kendimiz hakkındaki her türlü veri ve bilgiyi gönüllü olarak ağa koyuyor ve hakkımızda kimin, ne zaman, hangi vesileyle, hangi bilgiyi edineceğini bilmiyoruz.” “Gönüllü olarak özel koruma alanlarından vazgeçiyor ve kendimizi içimize nüfuz eden ve üstümüze ışık tutan dijital ağlara maruz bırakıyoruz.”

Kendi toplumumuzu düşündüğümüzde Chul Han’ın tespitleri eksik bile. Hoş ‘kendi toplumumuz’ kalmadı ya, küresel mumyalar cemiyetinin ‘bizim toplumumuz’ dediğimiz kompartımanında panoptikonu -son sistem- inşa eden, yöneten ve gönüllü olarak panoptikonda gözetlenmeye talip olanlar bizleriz. 

***

Yunan mitoloji kahramanı Sysphos’un tepenin zirvesine çıkarmaya çalıştığı, tam zirveye varmak üzereyken her seferinde yuvarlanıp aşağıya düşen büyük taş misali, bizi hakikate sevk edenlere inat, hakikatten düşüp aşağılara yuvarlanan varlıklar olmayı tercih ediyoruz. Bizi hidayete yeden Allah, hakikati bulmamız adına ne buyurmuşsa, onun aksini yapmaya programlamışız kendimizi. Allah tecessüs etmeyin buyurmuş, biz ise tecessüsü bir yaşam biçimine dönüştürmüşüz. Tecessüs merakı, insan yavrusu bir cenin olarak henüz anne karnındayken gelip bizi bulmakta, big brother’ın, 1984 romanından fırlamış, dijital panoptikonun lanet olası cihazlarının ışınsal çöpleri vasıtasıyla her yerimiz kurcalanmaktadır. Big brotherı anladık da, anne-babamız biz ceninden ne istiyordu, onu anlamadık. Anladığımız tek şey var: Mahremiyet deyince liste başına giren hamilelikle yüklü annemiz ve yanında eşi (babamız) olacak o zat, görüntüleme cihazlarıyla annemizin rahmini, rahmin içindeki beni, hasılı bütün mahremiyetini neden dünya-aleme açmıştır?..

Acı ama gerçek: İnsan cahiliye açılmasında (teberrüc) sınır tanımamaktadır. Takva elbisesinin koruyuculuğu ve verdiği sımsıcak huzur, yerini insanın bütünüyle bedenini namussuzların şehveti önünde bir teşhir ürününe dönüştürmesine bırakmış vaziyettedir. Çözülme, dağılma, bozgun bir bütün demek ki. Çürümeyi şayet hayatın bir alanında görüyorsak, bu, görüşümüzün sığ olduğu anlamına gelir. Çürümenin her yerde olduğunu fark etmeliyiz. Fakat meyus olmaya da gerek yoktur. Umutsuzluk tamamen kafirlere hastır. Hayatta her zaman iyiliğin imkanları kötülüğünkinden daha çok ve daha güçlüdür. Allah var, imkân da var. Yeter ki biz neyi aradığımızı bilelim.

(Nida Dergisi, Eylül-Ekim 2021, Sayı 204)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *