3 Mart 1924

3 Mart 1924

Hilafetin kaldırıldığı tarih. Kısa kısa geçelim: Osmanlı’da hilafet, hanedan üyelerinden sultan olanın temsil ettiği siyasi bir unvandı.

Hüseyin Alan

1 Kasım 1922’de, hanedana bağlı saltanat rejimi ortadan kaldırılmıştı.

Hilafetin saltanata bağlı olması, saltanat lağvedildiğinde onun fiilen ortadan kalktığına, ilanının 1924’e sarktığına işaret eder.

Dayanaksız kalan halifelik, ‘meclisin şahs-ı manevisinde saklı’ olduğu söylemiyle yeni bir dayanağa bağlandı. Yani meclis, halifeliği de temsil eden kurum olmuştu..

Hangi meclis?

23 Nisan 1920’te açılıp, 1921’de 24 maddelik ‘teşkilat-esasi’ kabul edildiğinde, devletin şeklinin ‘cumhuriyet’ olduğu yazılıydı.

Orada meclis hükümet sistemi vardı: bakanlar meclisten seçilir, meclise hesap verirdi. Kuvvetler birliği ilkesi olduğu için cumhurbaşkanlığı makamı yoktu..

29 Ekim 1923’te yenisi ilan edilen cumhuriyet meclisi mi? 1924 yeni anayasası, kuvvetler ayrılığı ilkesi, cumhur başkanlığı sistemi getirilmişti. 1937’de laiklik anayasayal hale dönüştürülmüştü..

1960 darbesiyle ortadan kaldırılıp muhtevası yenilenen, 1980 darbesiyle yeniden düzenlenen meclis mi?

Yoksa, 2017’de referandumla kabul edilen anayasa gereği, 2018’de yürürlüğe giren cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle fonksiyonu iptal edilip adı kalan meclis mi?..

Şu sıralar dindar çevrelerde sempati, öteki taraflarda antipati ile dolaşıma sürülen ‘dini devlet’ sözü ne ifade ediyor?

Dini devlet modelinden murad, Raşit Halifelerin uyguladığı halifelik modeliyse, bu ülkenin tarihinde ve kültüründe böylesi yoktur. Onun peşinde olunduğu da söylenemez.

Siyaset kültürü ve tarihinde var olan yahut bilinen model, bir soya dayalı Emevi hanedanlığı tipi, saltanat temelli halifelik sistemi olabilir mi?

Burda da sorun var: Abbasi soyunun saltanat temelli sürdürdüğü halifelik modeli, 950’den sonra başka bir modele evrildi: toplumsal hayatla devlet teşkilatı, kaynakları farklı ikili hukuk sistemleriyle yürütülen modele dönüştü.

Bu sistem, Tanzimat’la başlayan sürecin cumhuriyetle noktaladığı devrede, devlet hukuku lehine olmak kaydıyla tekleşti..

Bu ülkede öteden beri aleyhinde olmak şartıyla propaganda edilen ve değersizleştirilen ‘asr-ı saadet’, ilkin cumhuriyet modelinin, sonra demokratik modelin iyi olduğunun gerekçesi olageldi. Tarihsel ve toplumsal hafızada orijinali olmadığı içinde tuttu..

Osmanlı’da devlet, tarihsel şartlar dolayısıyla da, Abbasilerden alınan İslam anlayışıyla da, bir hanedanlıktı. Sunuf-u devlet, hanedana bağlıydı. Varlığı onunla kaimdi.

Toplumsal zümreler arasında çıkan muhalefet, sunuf-u devlete karışıp devlet imkanlarından yararlanmak maksatlıydı. İç isyanlar da bu sebebe dayanırdı..

Hanedanlık 1922’de kaldırılınca, devletin kimin olduğu meselesi çözüme kavuşmalıydı: Milletindir dendi. Milleti temsilinde, meclisin.

Bu defa milletin kim olduğu meselesi çözüme kavuşmalıydı: çalkantılı ve sıkıntılı bir süreç, ‘tarih ve dil kurumunun’ çalışmaları ve nihai cevabıyla resmen bitirildi..

Devletin temsili meclisteydi, meclis üyeliği nasıl belirlenecekti? Halkın seçtikleri faslına takılmazsak, eskinin sunuf-u devletinden silahlı olanlar öncelik aldı.

Dünyada da olduğu gibi ulusal devletlerin kuruluşu, ulusal bağımsızlık savaşları dolayısıyla ordunun devlet olmadı doğal karşılanıyordu. Burada da böyle olacaktı.

1924 Lozan anlaşmasıyla siyasi, İzmir İktisat kongresiyle iktisadi olarak batı sistemine entegrasyon tescillenmişti. Kurucu ilkeleri kabul eden partiler, tekli veya çoklu olarak devreye girecekti ve girdi de..

Osmanlı’da siyaseti yalnızca devlet belirlerdi, bu hususta yeni durumda değişen bir şey olmadı: icazet alan partilerden seçim kazananlar yönetir, çizilmiş hudutları aşan partiler tasfiye edilir.

Bu ülkede tek tip parti modeli siyasette çok belirleyici oldu: O model CHP’ydi. Diğerleri bunun soyundan gelecekti. Bunların en temel özellikleri söylemde halkçı, gerçekte devletçi olmalarıdır.

Buna sebep, devletin eskiden de olduğu gibi halkın dışında ve üstünde, ayrıca örgütlenmesidir.

O sebepledir ki halkın önüne ne zaman sandık konduysa, devletçi olanlar muhalefete yollandı, halkçı gözükenler iktidara getirildi.

Ne var ki iktidara gelenler bir süre sonra devletçi oldular. Dolayısıyla siyaset, iktidardakilerin devletçi, muhalefettekilerin halkçılığıyla sürdürülen bir faaliyet oldu bu ülkede.

Yıpranıp itibardan düşen iktidar partileri, devletleşen muhalefetle yer değiştirmeyi sürdürdü geldi..

Bu ülkede başka bir devlet modeli ve programı olan siyaset taraftarlarına icazet verilmez. Devlet yapısı bu genişliğe kavuşmadı.

O sebeple, bu uğurda düşünce serdedenler devlet millet düşmanı olarak etiketlenip dışlanır.

Dolayısıyla siyaset denen yarış kendiliğinden, devlet imkanlarından yararlanmak isteyen zümrelerin yarışından başka bir şey olmuyor.

Bu siyasi kültürdür ki, ülkede ‘düşünce özgürlüğü, ortak akıl, insan hakları, demokrasi’ gibi söylem ve etkinlikler, devletin çizdiği resmî gayr-i resmî hudutlar dahilinde olmak kaydıyla sörf yapılabilir geniş bir alana dönüşüyor. Elbet bal tutanın parmağını yalaması imkanı oluşuyor..

Özetlenen çerçevede din devleti taraftarı heveslilerine sormalı, hangi devlet tipi? Ortada konuşulup tartışılan bir şey yok, bir modelden dahi bahsedilmiyor.

O halde mesele, sunuf-u devlet olarak zümre iktidarı meselesi olmasın?

Muhalifler de bir garip: hayırdır, ne var da cızlıyorsunuz?

Dini ortaya sürerek devlet imkanlarından zümresel mahrumiyet sürenizin uzamasını mı örtüyorsunuz? Bu numara hala eskimedi mi?

‘Biz bize benzeriz’ denmiş, ortaya sürülenle gerçek arasındaki fark daha iyi anlatılamazdı.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *