Şentop, Başkanlık sistemini savundu, ‘hepimizin bir hedefte birleşmesi lazım’ dedi

Şentop, Başkanlık sistemini savundu, ‘hepimizin bir hedefte birleşmesi lazım’ dedi

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Farklı görüşlerimiz, aramızda ihtilaflar, tartışmalar olabilir. Ama hepimizin bir hedefte birleşmesi lazım.” ifadesini kullandı.

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Ankara Üniversitesi ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi tarafından TBMM’de düzenlenen “1921 Anayasası’nın Kabul Edilişinin 100. Yılı” sempozyumunun açılış konuşmasını yaptı.

‘Bu bir başkanlık sistemidir’

Türkiye’de 16 Nisan 2017’de referandum ile kabul edilen yeni hükümet sistemi bulunduğu belirten Şentop, bu bağlamda yürütülen tartışmalarda birçok temel kavramın, birbirine karıştırıldığını gördüklerini söyledi. Şentop, bunlarla ilgili hiçbir şey okumamış, hiçbir şey bilmeyen birçok kişinin bu konularda konuştuğunu belirterek şöyle devam etti:

“Kuvvetler ayrılığı yani yasama ve yürütme erklerinin birbirinden ayrıldığı bir sistem. Bu sistemde, kuvvetlerin sert, katı şekilde ayrılması sonucu başkanlık sistemi dediğimiz bir hükümet sistemi ortaya çıkıyor. Yumuşak ayrım dediğimiz sistemde ise parlamenter sistem ortaya çıkıyor. İkisi arasında bir karma model olarak da yarı başkanlık veya yarı parlamenter sistem diyebileceğimiz bir sistem var. Dolayısıyla bizim bugün 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul ettiğimiz sistem, bu çerçevede kuvvetler ayrılığı ve birliği bağlamında kuvvetler ayrılığını esas alan, hatta sert, katı kuvvetler ayrılığını esas alan bir sistem başkanlık sistemi. Öncelikle bu iki erkin, yasama ve yürütmenin birbirinden bağımsız olarak millet iradesine dayanması, iki ayrı seçimle seçilmesi meselesi. Halbuki parlamenter sistem, yumuşak kuvvetler ayrılığı sisteminde tek seçimle hem yasama hem yürütme seçiliyor. Daha doğrusu yasama seçilmiyor, yürütme onun içinden çıkıyor. Birçok kişi burada sistemin doğası gereği olmayan, tamamen siyasi konjonktür gereği olan hususlardan hareketle, bir nevi kuvvetler birliği sistemi varmış gibi değerlendirme ve yaklaşımlarda bulunuyorlar. Siyasi partilerin yapısı, siyasi partiler sistemi bağlamında tartışılabilecek ayrı bir konudur. O bakımdan bugün Türkiye’de anayasal olarak yürürlükte olan hükümet sistemi, bir başkanlık sistemidir.

‘Türkiye’de her malın alıcısı var’

Çok tuhaf, bu sözü bir yerde söyledim, bir gazetede yapılan değerlendirmede, ‘Meclis Başkanı hükümet sisteminin başkanlık sistemi olduğunu itiraf etti’ diyor. Bunu okuyunca çok utandım, nasıl itiraf etmişim diye. Aslında 16 Nisan 2017’den beri Türkiye’de hükümet sistemi, başkanlık sistemi. Bunu bilmeyen, ben itiraf ettiğim zaman öğrenen bir kişinin bu kadar büyük bir bilgi fukaralığıyla bir şeyler yazıyor olabilmesi hakikatten büyük bir cesaret ve cüret isteyen bir şey. Maalesef Türkiye’de her malın alıcısı var. Eski bir tabir, kelimelerin mazur görülmesini isterim; ‘topal atın kör alıcısı olur’ derler. Dolayısıyla her lafın, her sözün, her değerlendirmenin 83 milyonluk ülkede az veya çok alıcısı olacaktır. Bir tartışmayı yürüteceksek, olabilir herkesin değerlendirmesine, kanaatine, ulaştığı sonuca saygımız var fakat bunların doğru bilgilere dayanması lazım. Farklı fikirlere sahip olabiliriz ama bilgilerde eğer yanlışlık, çarpıtma varsa ona itiraz etmemiz lazım. Hep beraber doğru bilgiyi edinip, ondan sonra isteyen o bilgiden başka bir yorum, farklı bir yorum elbette çıkarabilir. Ama bilgide bir yanlışlık, çarpıtma veya bilgisizlik varsa o zaman ona hep beraber müdahale etmemiz gerekir.”

Teşkilat-ı Esasiye’nin kabul süreci

Şentop TBMM’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen 1921 Anayasası’nın Kabul Edilişinin 100. Yılı Sempozyumu’nun açılışında yaptığı konuşmada, Teşkilat-ı Esasiye’nin kabul ediliş sürecinde yaşanan gelişmeleri aktardı.

Osmanlı’nın, Mondros Ateşkes Antlaşması ile işgal edildiğini, ardından işgale karşı bölgesel direniş hareketinin başladığını anımsatan Şentop, Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak kurtuluş mücadelesini başlattığını, Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplandığını, 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli’nin kabul edildiğini anlattı.

İstanbul’un İngilizler tarafından işgali sırasında Meclis-i Mebusan’ın kapanmak zorunda kaldığını belirten Şentop, Meclis’in, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplandığını ve 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu kabul ettiğini hatırlattı.

‘İstiklal Marşı, anayasanın ideolojisidir’

Kurtuluş Savaşı sırasında İstiklal Marşı’nın da kabul edildiğini dile getiren Şentop, İstiklal Marşı’nın kabulünün TBMM tarafından istiklalin kazanıldığının tescil edildiği anlamına geldiğini ve daha sonra İstiklal Marşı’nın Anayasa’nın değişmez maddeleri arasında yer aldığını kaydetti.

TBMM’de 2021 yılının “İstiklal Marşı Yılı” olarak kabul edildiğini söyleyen Şentop, “İstiklal Marşı, Anayasa’nın ideolojisi olarak nitelendirilebilecek bir metindir. 2021’i İstiklal Marşı ve milli şair Mehmet Akif Ersoy’un üzerinde yoğunlaşacağımız bir yıl olarak değerlendireceğiz.” diye konuştu.

‘Mustafa Kemal, meşruiyet sağlamaya çalıştı’

Teşkilat-ı Esasiye’nin kabul edilmesinde üç temel hususun öne çıktığına dikkati çeken Şentop, “Bunlardan birincisi meşruiyetçiliktir. Mustafa Kemal, Samsun’a geçtiğinden itibaren Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas kongreleri ve Meclis’in açılışına kadar o günün İstiklal Savaşı şartları altında hukuki meşruiyeti oturtmaya azami gayret göstermiştir.” ifadesini kullandı.

Mustafa Şentop, 1921 Anayasası üzerinde tartışmaların sürdüğüne değinerek, “19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun hızlı ve katı bir şekilde merkezileştiği bir dönem. Ama 1921 Anayasası’nda taşra yönetimi bakımından çok ciddi bir ademimerkeziyetçi yaklaşım görüyoruz. Bunun konjonktürel olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.” değerlendirmesinde bulundu.

‘Teşkilat-ı Esasiye geçici metin olarak düşünüldü’

O dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün, Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki işgale karşı direniş hareketlerini birleştirmek için yola çıktığını anlatan Şentop şöyle devam etti: “Bunları 1921’de bir araya getirmek ve merkezileştirmek kolay değil, doğru da değildi. Çünkü herkes kendi bölgesinde direniş hareketini yürütüyordu. Bunların birleştirilmesi gerekiyordu, bu nedenle Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, ademimerkeziyetçi bir tutumla direniş hareketlerini yürüten yapıları kurumsallaştıracak bir çerçeve olmuştur. Bu yönüyle de değerlendirilmelidir. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu hazırlanırken bile bir geçici metin olarak düşünüldüğünü unutmamak gerekir.”

Milli Mücadelede ve TBMM çalışmalarında milli iradenin önemini vurgulayan Şentop, o şartlar altında yürütülen askeri ve siyasi faaliyetlerin bütünüyle milli iradeye dayandırıldığını savundu.

TBMM Başkanı Şentop, Milli Mücadele ve Teşkilat-ı Esasiye’nin kabul ediliş sürecinde “şartlara göre, şartların müsaade ettiği ve ihtiyaç kadar” bir anlayışın, çalışmalara zemin teşkil ettiğini söyledi.

‘Tamamen anayasal sistem içerisinde başkanlık sistemine geçiş yapıldı’

Hükümet sistemi değişikliklerinin, birçok ülkede olağanüstü dönemlerde yapıldığına işaret eden Şentop, Türkiye’nin tamamen anayasanın öngördüğü sistem içerisinde parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtiğini ifade etti.

Bu süreçte aktörlerin, anlayış ve alışkanlıkların hepsinin aynı olduğunu savunan Şentop, kimsenin bilgilerini tazeleme, yenileme ihtiyacı duymadığını, tartışmaları yürütürken önceki sistemin alışkınlıklarını, anlayışlarını ve kavramlara yükledikleri anlamları esas alarak yeni sistemi, mevcut sistemi yürüttüklerini söyledi.

‘Başkanlık sisteminde parlamenter sistemin unsurlarını aramak yanlış’

Bazılarının, “Parti üyesi olan cumhurbaşkanı olursa, böyle sistem olmaz” dediğini anlatan Şentop, manuel vitese alışkın olanların otomatik vitesli araçlara geçtiğinde ilk olarak debriyaj aradığını belirtti ve şöyle dedi: “Katı bir manuel vitesli araç anlayışına sahip olan birisiyse sürücü, ‘Debriyajı olmayan bir araç, araç olmaz. Bu araba yürümez, ben bunu kullanmam, buna araba demem.’ diyebilir. Bugün parlamenter sistem mülahazalarıyla, ona dair tanımlamalar ve kriterler içinde yeni sistemi, başkanlık sistemini anlamaya çalışanların temel sorunu bu. Debriyajı olmayan araba, araba olmaz diyor ama arabalar gayet iyi gidiyor, yürüyor. Farklı tasarlanmış, paradigması farklı, şanzımanı otomatik, araç gidiyor, yürüyor. Dolayısıyla başkanlık sisteminde parlamenter sistemin unsurlarını ve tanımlarını aramak yanlış.

Burada kafa karıştırıcı husus cumhurbaşkanı kelimesinin, önceki hükümet sisteminde de şimdikinde de aynen kullanılmış olması. Böyle olunca bu iki kelimenin aynı olduğunu zannediyorlar. Halbuki bunlar sadece adaş, isim benzerliği var. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı, o sistemin ölçüleriyle eşittir sadece cumhurbaşkanıydı. Ondan ayrı olarak başbakan, bakanlar kurulu vardı. Yeni sistemde adı yine cumhurbaşkanı ama bu cumhurbaşkanı önceki sisteme göre eşittir cumhurbaşkanı artı başbakan artı bakanlar kuruludur. Sadece bir isim benzerliği var. Bu sistem değerlendirmelerini yaparken bu tür ayrıntıları bilmeyen insanların, ‘Ben arabada debriyaj ararım, debriyaj olmayan arabaya araba demem’ diyebilir ama çok itibar edeceğimiz bir fikir değil.”

‘Parlamenter sistem esasen monarşilere dayanır’

Şentop, parlamenter sistemin, esasen monarşilere dayandığını, monarşilerde taç, krallık muhafaza edilerek parlamenter sistemin oluşturulduğunu ifade etti. Şentop, cumhuriyetlerde parlamenter sistem kurulurken, onun yerine ikame etmek üzere cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız ve sembolik, yetkisiz makam olarak ihdas edildiğini dile getirdi.

Başkanlık sistemlerinde bir monarşi geleneği bulunmadığına, başkanlık sistemlerinin hepsinin cumhuriyet olduğuna, bu şekilde sembolik makam olmadığına dikkati çeken Şentop şöyle dedi: “Aynen başbakanlıkta, parlamenter sistemde olduğu gibi, başkan veya cumhurbaşkanı diyebiliriz bizim sistemimizdeki isimlendirmesiyle, burada tarafsız bir makam değil, bir siyasi parti üyesi olabilen, siyasi tarafı olan ve bunun için de zaten kendisine yönetme yetkisi verilen kişidir. ‘Tarafsız’ ve siyasi parti üyesi olmayana yetki de verilmiyor, yönetme yetkisi yok. Yönetme yetkisi ancak bir taraf olan bir siyasi partisi olana veriliyor. Yönetebilmesi için cumhurbaşkanın bu anlamda bir siyasi parti üyesi, mensubu olabilmesi gerekiyor.

Taraflılık, tarafsızlık tartışması sadece bir yemindeki bir kelimeden hareketle anayasadaki onlarca maddede yapılan düzenlemeyi yok sayabilen bir yaklaşımın nasıl nitelendirilmesi gerektiğine karar veremiyor. Sadece bir kelime, yepyeni bir sistemi, bir paradigmayı aslında yok saymaya götürüyor bazı arkadaşları. Bu da az önce bahsettiğim bir bilgi fukaralığının başka bir tezahürü. Belediye başkanları, büyükşehir belediye başkanları siyasi partili. Şimdi siyasi parti mensubu olduğu için bu arkadaşlarımızın taraflı olduğunu söyleyecek miyiz? Burada hizmet götürmede, hizmet yapmada, hukuki işlemde bir tarafsızlık söz konusudur. Bu ise bütün herkes için milletvekilleri dahil herkes için geçerli bir durumdur.”

‘TBMM yeni sistemde güçlendirildi’

Şentop, TBMM’nin, bu yeni sistemde de anayasal düzenlemeler itibarıyla güçlendirildiğini savundu.

Önceki sistemin pradoksunun ve handikabının bulunduğunu dile getiren Şentop, Meclis’in seçildiğini, hükümetin Meclis içerisinden çıktığını, hükümetin çıkabilmesi için güvenoyu alması gerektiğini, güvenoyunun Meclis içerisindeki bir çoğunlukla verildiğini anımsattı.

Şentop, “Eğer parlamenter sistem olan bir ülkede bir hükümet varsa ve bu hükümet güvenoyu almışsa o zaman Meclis’te çoğunluk vardır bu hükümetin arkasında. Çoğunluk kabul ettiği takdirde teklif kanunlaşıyor. Hükümet, yasama süreçlerine arkasında çoğunluğu barındırdığı için tamamen hakim parlamenter sistemde. Çoğunluk hükümetin arkasında olduğu zaman yine sayısal kararlar, mesela gensoru da olduğu gibi kararlar alındığı için aynı şekilde denetimin de gerçekten yapılabilmesi parlamenter sistemde mümkün değil, bir paradoks içeriyor kendi içerisinde.” ifadesini kullandı.

‘Başkanlık sistemini suçlamak akıl karı değil’

Yeni sistemde ise yürütmenin, yani Cumhurbaşkanı ve parlamentonun ayrı ayrı seçilebilmesi suretiyle farklı yapılanmaların mümkün olduğunu belirten Şentop, şunları kaydetti:

“Yani cumhurbaşkanının siyasi partisinin Meclis’te çoğunluğu sağlayamaması mümkün, ayrı sandıklarda seçimler yapıldığı için. Böyle bir durumda gerek yasamaya yürütmenin hakim olamaması, gerekse denetleme süreçlerinin farklı bir çoğunluk mevcut olduğu için parlamentoda hakkıyla tam olarak gerçekleştirilebilmesi mümkün olacaktır. Teorik olarak mukayese ettiğimizde parlamenter sistemde gerek yasama ve gerek denetim süreçlerinin bütünüyle yürütmenin kontrolü ve yönlendirmesi altında olduğunu, yeni sistem başkanlık sisteminde ise buna imkan veren bir hukuki zeminin olduğunu söyleyebiliriz. Fakat tabii ki bu bir imkandır, son kararı verecek olan milletimizdir. Millet eğer cumhurbaşkanının partisine Meclis’te de çoğunluğu vermişse milletin bir kararıdır. Hatta o çoğunluk anayasayı değiştirecek bir çoğunlukta olabilir ve cumhurbaşkanı Meclis’teki o çoğunlukla beraber anayasada da değişiklikler yapabilir. Bu sistemin kendisinin zorunlu bir sonucu değil, bizatihi bir sonuç değil, bu milletin vermiş olduğu oyların dağılımıyla ilgili.

Meclis’te bazı arkadaşlar hükümet sisteminden kaynaklandığını söyledikleri arızaları ortaya koyuyorlar, ama onlar hükümet sistemiyle alakalı değil, tamamen milletvekili sayılarının az olmasıyla alakalı husus. Eğer sayınız azsa, hangi hükümet sistemi olursa olsun sizin tekliflerinizin geçme ihtimali düşüktür, çok düşüktür. Şimdi bir arkadaşımız soru önergesi sordu; cevap verdik. Meclis’te sayısı az olan partilerin milletvekillerinin vermiş olduğu kanun tekliflerinden kaç tanesi kanunlaşmıştır? Sıfır. Ve diyor ki, işte bu şunu gösteriyor: Meclis itibarsız… Biz 27. Dönemdeyiz. Parlamenter sistem olan 26. Dönem ve 24. Dönem’de muhalefetteki milletvekili arkadaşların verdiği kanunlardan kaç tanesi kanunlaşmış? Sıfır. Bu konu hem başkanlık sisteminde hem parlamenter sistemde sıfırsa o zaman kalkıp başkanlık sistemini suçlamak, yeni sistemi suçlamak akıl karı değil. Başka bir problem var, nedir? Sayı azlığı, yani sayısı az olanlara oyuna daha fazla bir kıymet ve etki gücü vermediğimize göre sonuçta onların tekliflerinin kanunlaşabilmesi burada gözükmüyor. Şüphesiz bir araya gelinmiştir, birlikte ortak teklifler verilmiştir. Bu dönemde de var, daha önceki dönemlerde de o olmuştur.”

Şentop, bunun, Meclis’teki milletin verdiği oyla, temsil sayısıyla alakalı bir konu olduğunu, hiç kimsenin de milletin verdiği yetkiden daha fazlasını kullanma gücüne, imkanına sahip bulunmadığını bildirdi.

Bunun, millet iradesine bir saygısızlık olduğunu savunan Şentop, “Ne kadar vermişse millet kaç metre verdiyse, kaç kilogram verdiyse o kadar kullanacaksınız ve buna razı olacaksınız. Bir sonraki seçimde daha çok alırsınız o zaman o kadar kullanırsınız. Bu bakımdan ciddi kafa karışıklıkları var.” ifadesini kullandı.

‘Türkiye’de imtiyazlı bir sınıf, bir azınlık var’

Şentop, TBMM dahil anayasadaki temel kurumları itibarsızlaştırmaya yönelik bazı adımlar olduğunu da gördüklerini aktardı. Türkiye’de temel bir problem bulunduğunu, bunun aşağı yukarı 20 yıldır, yavaş yavaş bir süreç içerisinde ortadan kalktığını belirten Şentop, Türkiye’de imtiyazlı, kendisini ayrıcalıklı gören bir sınıf, bir azınlık olduğunu söyledi. Şentop, “Bu azınlık Türkiye’de hükümetler değişse de hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin imtiyazını muhafaza ediyordu. Kim ülkeyi yönetirse yönetsin mutlaka o yöneticilere ulaşabilecek kanalları vardı. 2002’den sonra yavaş yavaş bu tablo Türkiye’de değişmeye başladı. Herkesin vatandaş olduğu bir duruma Türkiye geçti.” diye konuştu.

Nur Vergin’e rahmet diledi

Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden sosyolog Prof.Dr. Nur Vergin’e Allah’tan rahmet dileyen Şentop, Vergin’in de bir röportajında kendisinin bu ifadelerine benzer açıklamalarda bulunduğuna işaret etti.

Şentop, imtiyazlı konumlarından, bugün itibarıyla 83 milyon ile aynı statüde vatandaş olduklarını hissettikleri anda bundan büyük bir rahatsızlık, öfke duyan, öfkeleri 20 yıldır hala geçmeyen, gerek Cumhurbaşkanlığına, anayasal bir kuruma, TBMM’ye söven, hakaret eden, Türkiye’de bir güruh olduğunu kaydetti. Bir daha o imtiyazlı konumların, bunlara kazandırılmayacağını, milletin asla buna izin vermeyeceğini ifade eden Şentop, milletin de her seçimde tekrar tekrar bunu gösterdiğini belirtti. Şentop, etkilerinin kalmadığı kurumları itibarsızlaştırmak, bu kurumlara hakaret etmek için her türlü fırsatın değerlendirildiğini anlattı.

Barolarla ilgili düzenleme

Barolarla ilgili düzenlemenin TBMM’deki görüşmeleri sırasında baro başkanlarının bir yürüyüş planladığını, Meclis’in önüne kadar geldiğini anımsatan Şentop, daha önce salgın dolayısıyla Meclis’e giriş yasağı aldıklarını söyledi. Şentop, ancak baro başkanlarından bir grubun, Meclis’e girmek istediğini dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Biz o zaman arkadaşlarımızla da görüştük, temsilen birkaç kişinin gelebileceğini komisyondaki çalışma ortamını ifade ettik. Fakat ‘Bunu kabul etmiyoruz, birlikte geleceğiz.’ dediler. Niye? Nümayiş, Meclis içerisinde bir gösteri yapmak istiyorlar, ama bizim almış olduğumuz bir karar var. Baro başkanları, avukatlar için bu kararı, ‘imtiyazlı’ bir şekilde uygulamamız mümkün mü? Değil. Bu tablo karşısında bazı sözde gazeteciler, baro başkanlarına ‘iyi ki gitmemişsiniz zaten Meclis dediğimiz şey de nedir’ havasında yazılar yazmaya başladılar. Arkadaşlar, Meclis sizin istediğiniz gibi değilse, sizin o imtiyazlı pozisyonunuzu temsil eden şahısların sayısı Meclis’te azsa, azınlıktaysa Meclis bu milletin meclisi, TBMM, İstiklal Harbi’ni yürüten, milletin oylarıyla oluşan Meclis. Bu Meclis’i sizin itibarsızlaştırma, Meclis’e hakaret etme hakkınız yok buna kimse müsaade etmez. Sonra haklarında davalar açıldığı zaman bu sefer de bağırmaya başlıyorlar, sağa, sola çamur atmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin aslında artık gelmiş olduğu durum; imtiyazsız, 83 milyon vatandaştan oluşan, aynı 1920’de açılan Meclis’teki gibi her kesimden, her görüşten, farklı inanç gruplarından insanların ama tek bir hedef için bir araya geldiği bir Meclis. O Meclis’in ruhunu burada yakalamak için mücadele ediyoruz. Yeniden dünyanın şekillendiği bu 21. yüzyıl başlarında coğrafyaların yeniden çizileceği, hükümetlerin, sistemlerin, paradigmaların sorgulanacağı ve bunun hızlı bir şekilde gerçekleşeceği bir dönemin içerisindeyiz. Farklı görüşlerimiz olabilir, aramızda itilaflar, tartışmalar olabilir, ama hepimizin bir hedefte birleşmesi lazım. O da Türkiye’yi müstakil, yani istiklal-i tam içerisinde ve istikbale güçlü bir ülke olarak taşınacak bir kararlılık. Bunda hangi siyasi görüşten olursanız olun bir mutabakat içerisinde olmamız gerekiyor. ”

‘İhanet zihniyeti içerisinde olanlar var’

Balkan Harbi’nin kaybedilmesinden sonra Edirne’nin kurtarılması için bir mücadele yürütüldüğünü, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın bu çalışmaları sürdürdüğünü anlatan Şentop, o dönem siyasette ve asker içerisinde gruplaşmaların, şahsiyatla uğraşmanın çok arttığını, “Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin” diyecek kadar alçalan, ihanet anlayışı, zihniyeti içerisinde bulunan insanların olduğunu anımsattı.

Şentop, “Bugün, ‘Bu ülkeyi Tayyip Erdoğan yönetmesin de kim yönetirse yönetsin’ diyen veya ‘Türkiye ekonomik olarak veya başka bakımlardan zarara uğrasın, batsın da millet belki bize bir şeyler verebilir’ diye bekleyen bir ihanet zihniyeti içerisinde olan insanlar da var. Ama onlar hiçbir zaman kazanamamışlardır, kazanan her zaman Türkiye’nin istiklal-i tam’ını ve istikbalini düşünenler olmuştur. Milletimiz de bu anlayış içerisinde, bu kararlılık içerisinde hareket ediyor.” diye konuştu.

Atatürk’e rahmet diledi

TBMM Başkanı Şentop, 100 yıl önce Türkiye’nin bağımsızlığı için canını feda etmeyi göze alarak mücadele yürüten, başta TBMM’nin ilk Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bütün asker ve siyaset arkadaşlarını, Türkiye için gayret gösteren herkesi rahmetle andı.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *