İki ülke, Sudan’ın ekonomik krizini istismar ediyor

İki ülke, Sudan’ın ekonomik krizini istismar ediyor

Sudan’ın giderek kötüleşen ekonomik sorunlarını fırsat bilen ABD ve İsrail, çeşitli vaatlerle ve baskı araçlarıyla Sudan geçiş hükümetini ülkenin siyasi geleceğini ve toplumsal dengelerini tehlikeye atacak kararlar almaya zorluyor.

Prof. Dr. Enver Arpa / AA

2018 yılının son günlerinde ekonomik gerekçelerle başlayan ve 30 yıldır iktidarda bulunan Ömer el-Beşir yönetiminin 2019’da düşürülmesiyle sonuçlanan süreç, Sudan’ı ekonomik olarak düzlüğe çıkaramadığı gibi, ülkede siyasi ve ekonomik durumun daha da kötüleşmesiyle sonuçlandı.

Giderek kötüleşen ekonomi, Sudan halkını hayal kırıklığına ve umutsuzluğa sevk ediyor. Karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntıyla zor günler yaşamaya başlayan Sudan geçiş hükümeti mevcut krizi aşmak için farklı arayışlara yönelmiş durumda. Yatırım ve üretime dayanmayan, ekonomiyi daha çok dış yardımlarla toparlamayı düşünen Abdullah Hamduk başkanlığındaki hükümet, takip ettiği bu politikayla kendisini dış etkenlere şaşırtıcı derecede açık hale getirdi. Uzun yıllar süren iç çatışmalar, ambargo vb. dış etkenlerle çökme noktasına gelen Sudan ekonomisinin halk nezdinde oluşturduğu kızgınlığı arkasına alarak el-Beşir iktidarına son veren askeri ve sivil güçler, henüz ülkeyi içerisinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan kurtaracak bir program veya çözüm önerisi ortaya koyabilmiş değil.

Aslında uzun yıllardır güvenlik harcamalarına odaklanan ve ekonomik altyapısı çok zayıf kalan Sudan devletinin, ekonomiyi kısa sürede düzlüğe çıkarabilecek imkânlara sahip olmadığı biliniyor. Ülkenin toparlanması uzun vadeli köklü çözümleri ve fedakârlıkları gerektirmesine rağmen uzun yıllardır çetin ekonomik koşullara maruz kalmış olan Sudan halkının daha fazla fedakârlığa tahammülü bulunmuyor. Halk kötü ekonomik durumun faturasını el-Beşir’e çıkardı ve onu iktidardan düşürdü. Şimdi herkes yeni kurulan geçiş hükümetinden el-Beşir’in yap(a)madığını gerçekleştirmesini bekliyor. Sudan hükümeti ise kurucu unsurları arasındaki farklı bakış açıları, oluşturulan kabinenin siyasi tecrübe eksikliği ve muhalif grupların engelleyici tutumları gibi nedenlerle henüz arzulanan performansı ortaya koyabilmiş değil. Ülkenin ekonomik potansiyelinin kısa sürede düzlüğe çıkmak için yeterli olmadığını bilen Hamduk hükümeti, umudunu dış yardımlara bağlamış durumda. Bu amaçla çeşitli bağış toplantıları düzenlenmesine rağmen henüz kayda değer bir yardım girişi sağlanabilmiş değil.

Sudan ekonomisi zor günler geçiriyor. El-Beşir döneminde 60 cüneyh civarında olan bir Amerikan doları bugünlerde karaborsada 280 cüneyhe kadar çıkmış durumda. Tarihinin en yüksek enflasyon rakamlarını gören ülkede işsizlik de had safhada. Yaşanan sel felaketleri zaten zor şartlarda yaşam sürmekte olan halkı daha da kötü şartlara mahkûm etti. Hükümet yaşanmakta olan krizi aşma konusunda bir umut vadetmiyor. Neticede Sudan, “başarısız devlet” (failed state) olma yolunda hızla ilerliyor. Ülkenin içinde bulunduğu bu ekonomik durum -tabiri caizse- Sudan üzerine hesaplar yapan bazı bölgesel ve küresel aktörlerin iştahını kabartıyor.

Körfez koalisyonu Sudan üzerindeki etkisini artırma peşinde

Sudan’da yaşanan yönetim değişikliğinde önemli derecede rol oynadıkları iddia edilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği körfez koalisyonu, Sudan hükümetinin karşı karşıya bulunduğu bu ekonomik krizi kendileri için bir fırsata dönüştürme konusunda en hızlı davranan ülkeler oldular. El-Beşir’in düşürülmesinin ardından kurulan geçici yönetime hemen 3 milyar dolarlık bir yardım paketi açıklayan BAE ve Suudi Arabistan yönetimleri, bu yolla yeni kurulan yönetim üzerinde etkinlik sağlama yarışına girdiler. Zira bu ülkeler için Sudan’la iyi ilişkilerin kurulması hayati derecede öneme sahipti. Başta Yemen’deki koalisyon olmak üzere birçok konuda Sudan’ın desteğine ihtiyaç duyan bu ülkeler yeni yönetimin kendi etkilerinde kurulması için her türlü çabayı ortaya koydular.

Sudan hükümetinin kendilerine vereceği desteği önemli kılan hususlardan biri de bu koalisyonun Türkiye ve Katar gibi ülkelere karşı oluşturduğu cephenin daha da etkili kılınması arzusu. El-Beşir her ne kadar kendileriyle de iyi ilişkiler geliştirmiş olsa da takip ettiği denge politikasıyla karşı cepheye konulan Türkiye ve Katar gibi ülkelerle de iyi ilişkiler kurmuştu. BAE ve Suudi Arabistan, el-Beşir’in düşürülmesiyle birlikte oluşan bu yeni durumu kendileri açısından bir fırsat olarak değerlendirdiler ve kurulan yeni yönetimin kendi yanlarında yer almasını sağlamaya çalıştılar. Epey güç siyasi ve ekonomik koşullar altında kurulan yeni geçiş hükümetinin mevcut ekonomik krizden çıkış için kendilerine ihtiyaç duyduğunu düşünen bu ülkeler, Sudan hükümetini adeta markaj altında tutmaya çalışıyorlar. Karşılıklı üst düzey ziyaretlerle pekiştirilmeye çalışılan ikili ilişkiler, yapılan yardım taahhütleriyle de iyice güçlendirilmeye çalışılıyor.

Filistin davasının sembol kararları etkisizleştiriliyor

Filistin halkından yana ortaya koyduğu tavrıyla Sudan, Filistin davasının kilit aktörlerden biri. Filistin liderlerinin büyük bölümü, sürgün ve benzeri zor şartlarla karşılaştıklarında bu ülkeye sığınmışlardır. Sudan, sürekli olarak Filistinlilerin yanında yer almış ve her platformda onların hakkını savunmaya çalışmıştır. Sudan Cumhuriyeti, 1967 yılında başkent Hartum’da düzenlenen Arap Birliği zirvesinde alınan “İsrail’le Barışa Hayır, Tanımaya Hayır, Görüşmeye Hayır” kararından dolayı “3 La (3 Hayır) ülkesi” olarak anılıyor. Şimdi ise bu önemli kararın alındığı bu ülke, İsrail’le normalleşme kervanına zorla dahil edilmekte. Sudan’ın içinde bulunduğu ekonomik krizi etik dışı bir tutumla istismar eden ABD, bu ülkeyi, teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarma ve mali destek sağlama vaadiyle İsrail’le diplomatik ilişki tesis etmek suretiyle normalleşmeye zorlamakta. Sudan geçiş hükümeti bu kararın Sudan halkı nezdinde asla kabul görmeyeceğini bildiği halde mevcut krizden çıkmak için bunu bir fırsat olarak görüyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın bir seçim malzemesi olarak asıldığı ve seçimden önce açıklanmasını kendi seçim propagandası açısından önemli gördüğü bu karar, Sudan halkının vicdanında bir karşılık bulmadı. Sudan halkı böyle bir normalleşmeye karşı çıkmakta. Hatta geçiş yönetiminin önemli ortaklarından biri olan sosyalist blok dahi bu karara rıza göstermiyor. Sudan’ı bu kararı almaya zorlamak için kullanılan ve dayanaktan yoksun olan “Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılması” gerekçesi, Amerika’nın Hamduk yönetimini baskı altında tutmak için kullandığı bir bahane. ABD aldığı bu gayr-ı âdil kararı, şimdi fırsatını bulmuşken, Sudan’ın kendi iç güvenliği için aldığı güvenlik önlemlerini gerekçe göstererek İsrail’in tanınması için kullanıyor. Zira Sudan bu konudaki sembol ülkelerden biri. Her ne kadar daha önce Mısır ve Ürdün, yakın zamanda da BAE ve Bahreyn gibi ülkeler bu normalleşme kervanına katılmış olsalar da Sudan’ın bu kararı alması İsrail açısından ayrı bir önem arz ediyor. Zira Sudan’ın İsrail’le normalleşme yönünde alacağı bir karar, pek çok Afrika ülkesi için de tetikleyici bir rol oynama potansiyeline sahip.

Amerika ve İsrail, kurdukları bu baskıyla aslında etik değerlerden ne kadar da uzak bir politika izlediklerini ve evrensel bir değer olarak kabul edilen “devletlerin egemenlik hakkına saygı” prensibini ne kadar önemsiz gördüklerini ortaya koymuş oldular. Trump yönetiminin kendi siyasi hesapları uğruna ortaya koyduğu bu pragmatik tutum, şimdiden emperyalist yaklaşımın çarpıcı örneklerinden biri olarak anılmayı hak ediyor. Kendi çıkarları uğruna başkalarının siyasi geleceklerini tehlikeye atacak yaklaşımlarda bulunmakta bir beis görmeyen bu çıkarcı anlayışın dünya barışına bir katkı sunamayacağı böylece daha net bir biçimde görülmüş oldu.

Geçiş dönemi için kurulan ve halkın seçimine dayalı olmayan Sudan geçiş hükümetinin -şartlar ne kadar zorlasa da- bu kararı alması, ilkesel olmayan çıkar eksenli politikaların ülkeleri ne denli öngörülemez tutumlara sevk edebileceği hususuna güzel bir örnek olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. Bir geçiş hükümetinin bu denli önemli kararlar alması demokratik teamüller açısından izah edilebilir bir durum değil. El-Beşir iktidarına karşı gerçekleşen ihtilalin en büyük amacı, “halkın iradesini hâkim kılmak” olarak ifade ediliyordu. Adından da anlaşılacağı üzere geçiş hükümetlerinin amacı, uygun ortam yaratarak ülkeyi halkın iradesini ortaya koyacağı seçimlere götürmektir. Bu denli önemli bir kararın seçimle işbaşına gelmemiş, atanmış bir yönetim tarafından alınması, bu ihtilalin ruhuyla da çelişiyor.

Demokratik geleneklere aykırı olmasının yanı sıra bu yaklaşımın geçiş hükümetinde yer alan koalisyon ortaklarını da zor durumda bırakacağı ve siyasi geleceklerini riske sokacağı şüphesiz. Ülkenin siyasi ve ekonomik geleceğine gerçek anlamda bir katkı sunmayan ve toplum vicdanında da karşılık bulmayan bu tür kararların, kısa vadede bazı yararlar sağlar görünse de ülkenin siyasal istikrarına uzun vadede bir fayda sağlamayacağı açıktır.

[Prof. Dr. Enver Arpa Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Enstitüsü (DOAF) müdürüdür]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *