Mağlubiyetin İçselleştirilmesi

Mağlubiyetin İçselleştirilmesi

Öz bilincimize sahip olduğumuzda bir farkındalığa sahip olabilir, farkındalığa sahip olduğumuzda da var olabiliriz. Sorumluluk ve ahlaki bilinç her durumda risk almayı zorunlu kılar.

Mağlubiyetin İçselleştirilmesi

Atasoy Müftüoğlu

İslam dünyası toplumları, çok zengin bir çeşitlilik kapsayıcılık, kapsayıcı anlam ve amaçlar içeren evrensel varoluş ve ufuk bilincine yabancılaşarak, tektipleştirici, tektürleştirici, dışlayıcı ve bağnaz kabileci -milliyetçi- mezhepçi asabiyet biçimleriyle, türdeş ve resmi yorumlarla bütünleştiği tarihten bu yana, insanlık ailesinin bilincine hitap edemediği gibi, İslam ailesinin bilincine de hitap edemiyor. İslami bütünden, bütünlük algısından boşaltılmış bir Müslümanlık, ancak, bireysel dindarlığın sorunlarını konuşabiliyor, tartışabiliyor. Toplumlarımızda, soyut/bireysel bir iman algısı üzerinde yoğunlaşıldığı için bu iman, kapitalist/seküler/liberal dünya görüşünün, hayat tarzının ve düzenin otoritesini-meşruiyetini tartışma ve sorgulama iradesi gösteremiyor, bu otorite ve meşruiyeti reddedemiyor.

Küresel ideolojik hegemonya, içerisinde yaşadığımız dönemde de, eksiksiz bir biçimde sürdürüldüğü için, İslam, siyasal ve hukuki bir sistem olarak gündeme getirilemiyor, telaffuz edilemiyor. Bireysel dindarlık alanı dışında, İslam, seküler kontrol ve dayatma ile karşı karşıya bulunduğu için, kamusal-siyasal-tarihsel boyutları içerecek şekilde, her hangi bir iddiada bulunamıyor. Gerçeklerin dünyasında değil, propoganda ve hamaset dünyasında yaşamaya devam ettiğimiz için, hayati sorunların farkına varamıyoruz.

Evrensel varoluş ufkuna yabancılaşan toplumlarımız, bu yabancılaşma sebebiyle, küresel ölçekte etkili olabilecek, İslami anlamda entelektüel bir kamuoyu oluşturamıyor. Böyle bir kamuoyuna sahip olamadığımız için toplumlarımız, Batılı bilgi ve kültürün merkeziliği-evrenselliği iddiasına boyun eğiyor, bu iddianın meşruiyetinin ve otoritesinin nereden kaynaklandığını eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutamıyor. Bu konular etkili bir biçimde eleştirilemediği için de, İslami bilgi ve kültür soyut bir bağlama mahkûm edilebiliyor. 

İdeolojik değerlerin, insani değerlere hayat hakkı tanımadığı bir dünyada, Batı modernliği ve bu modernliğin evrenselleştirme misyonu ile uzlaşması, bu misyona tabi olması istenen İslami oluşumlar/hareketler/akımlar/inşa’lar, bu dayatmayı reddettiklerinde “terörist” olarak etiketleniyor. Emperyalist ve ırkçı çıkarlara, dayatmalara, yapılara hizmet etmeyen Müslümanlar “şüpheli” muamelesi görüyor. Sömürgeci iradeye tabi kılınan halklar-kültürler, zihinsel-kültürel anlamda mülksüzleştirildikleri için, bağımsız bir karşı duruş, entelektüel direniş, gerçek bir meydan okuma gerçekleştiremiyor. Fikir üretemeyen, fikir ithal eden toplumlarımız bu nedenle hayati sorular soramıyor.

Düşünsel-entelektüel anlamda mülksüzleştirildikleri için, fikir üretemeyen, bilgelik, nitelik üretemeyen toplumlarımız, insan bilincini yok eden popülist/partizan kitleselleşme-kitleselleştirme süreçlerine maruz kalıyor. Sözünü ettiğimiz popülist kitleselleştirme çok ciddi bir bilinç ve ufuk daralmasına, aşınmasına neden oluyor. Propoganda yoluyla kontrol edilen, propogandanın sınırları içerisinde kalacak şekilde bilgilendirilen, istihdam edilen-edilebilen, cesaretlendirilen, gerektiğinde finanse edilen mekanik propoganda nesnelerinin İslami anlamda bir öz bilince sahip olmamaları, ahlaki kaygılar taşımamamaları, bu nesneleri sorumsuz ve ahlaksız bir özgürlüğe sevk ediyor.

Öz bilincimize sahip olduğumuzda bir farkındalığa sahip olabilir, farkındalığa sahip olduğumuzda da var olabiliriz. Sorumluluk ve ahlaki bilinç her durumda risk almayı zorunlu kılar. Her durumda manipüle edilebilen mekanik nesneler gerçek anlamda var olmak yerine, sürüklenmeyi seçerler. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda da açıkça görülebileceği üzere, sosyolojik kriz her geçen gün daha çok derinleşiyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunları, ortak insanlığımızın ifadesi olan bir dil’le aşma imkanı varken, bu imkanı reddederek, karşıtlıkları sürdürmeye çalışmak, çatışmayı seçmek anlamı taşır. Manipüle edilebilir durumda bulunan bireyler ya da topluluklar, çok ciddi bir kişilik eksilmesi içerisinde yaşadıklarını ne yazık ki farketmiyor. Kendi özgün kimliklerinden/kişiliklerinden feragat eden Müslümanlar, statü kazanma mücadelesine katılıyor. İdeolojik akıl gibi, popülist/partizan akıl da, iletişimi-konuşmayı içeren akla itibar etmiyor. Mekanik propoganda nesnelerini düşüncesizleştirerek, manipüle ederek, istihdam eden, cesaretlendiren bir zihniyetle, hiç bir yerde, hiç bir zaman, hiç bir iyi şey yapılamaz, sadece kötülük yapılabilir. Hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, genç kuşakların duyarlıklarının ve algılarının, hamaset yoluyla uyuşturulması, genç kuşakların gerçekleri bir bütünlük içerisinde algılamalarına mani olur. Genç kuşakların duyarlıklarını ve algılarını kimi çıkarlar adına araçsallaştırmak, ancak, faşizan bir tercih olabilir. Ucuz ve bayağı gündelik çıkarlar adına değer parçalanmalarına kayıtsız kalmak ahlaki yıkımlara yol açar. 

İnsan, çok yönlü, çok boyutlu düşünerek, anlamlar bulmaya çalışarak, anlam ve ahlak alanlarında yükselişe geçer. Propoganda yoluyla yönetilen hayatlar ezik hayatlardır. Her alanda cesaretli sorgulamalar ve duruş, inanç-ahlak-bilinç bütünlüğü ve derinliği ile gerçekleştirilebilir. Statülerini koruma kaygısı içerisinde yaşayanların, hakikat mücadelesine her hangi bir şekilde katkıda bulundukları görülmemiş ve işitilmemiştir.

Seküler dünya görüşünün hakim olduğu bir toplumda, İslami bilgi/dil/söylem/tasavvur/tahayyül’ün bağımsızlığından, otoritesinden, bütünlüğünden söz edilemez. Sekülerizm, ilahi vahye dayalı bilgi yaklaşımını terderek, insan merkezli bir bilgi yaklaşımına geçmeyi dayatır. Sekülerizm tarafından kontrol edilen bir toplumda, İslamın dünyevi kimliği, dünyevi amaçları gündeme getirilemez. İslamın özel alana hapsedilmesi, İslam’ı itibarsızlaştırmak ve marjinalleştirmekle ilgilidir.

Sömürgeci bilgi’nin, dilin, dünya görüşünün, otoritesini, meşruiyetini-iktidarını, bu meşruiyet ve otorite tarafından İslamın tanımlanmasını- sınırlandırılmasını kabul etmek, bu meşruiyet ve iktidarla hesaplaşamamak, paradigmatik-entelektüel-siyasal-kültürel mağlubiyeti içselleştirmek anlamı taşır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *