Eleştiri Ahlakı Üzerine

Eleştiri Ahlakı Üzerine

Müslüman toplumların önce kendi hallerine, sonra yapısal karakterlerine ve sonrasında da dış dünyaya dönük ciddi eleştirilerinin olması gerektiği bir zamanı yaşıyoruz. Teslimiyetçi ve uzlaşmacı akıldan uzaklaşarak vahye uygun inkılapçı bir akla uzanmamız gerekmektedir.

Bünyamin Zeran

Kur’an’ın bizlere öğrettiği eleştiri kültürü kuşkusuz hakikati yakalamaya dönüktür. Senlik benlik kavgası egolar üzerinden yürütülemez. Kur’an bir insan eleştirisinden ziyade insan tiplemesini ele alarak eleştirir. Önemli olan insanın kendisi değil ortaya konan eylemin kendisidir. Eylemin niteliğine göre insan bir sınıfa ait olur. Bu sınıf Batı’nın tanımladığı biçimde efendi-köle gibi piramidal bir sınıf olmayıp yatay düzlemde oluşan sosyal bir sınıftır. Bu sınıflama toplumlar arası hukukun belirginleşmesi için esastır. Aynı zamanda Carl Schmitt’in dost ve düşman ayrımı için elzem olan bir sınıflamadır. Her dinin ve ideolojinin bir ötekisi olduğu gibi İslam dininin de ötekisi mevcuttur. İslam “ötekini” ıslah etme yoluna gider. Eğer “öteki” ıslah olmaz ise bozgunculuk çıkarmadığı sürece kendi inancında yaşamasına, üretmesine müsaade eder. İslam eleştiriyi hak ve batıl üzerinden sürekli canlı ve diri tutar. Küfredenlerin de iman edenlerin de delilleriyle birlikte küfretmelerini yahut iman etmelerini emreder. Kur’an’a baktığımızda Allah açıkça meydan okur: “Göğe bakmaz mısınız? yağmuru kim yağdırıyor?…” vs diye. Yani tartışmadan kaçmaz aksine insanı düşünmeye zorlayan ayetlerle onun iman etmemesinin ne kadar tutarsız olduğunu ona ıspatlar. Öyleyse müslümanların hak ve batıl üzerinden tartışmayı hayatlarında hep diri tutma zorunlulukları olduğunu görürüz. Eleştirmek, eleştirilere kulak vermek ve eleştirinin gereğini yapmak gibi yükümlülüklerimiz vardır.

Müslümanlar eleştiride ucuza kaçamaz. Bir iddia varsa ortada, iddiayı ortaya atan kişi ne kadar kötü olursa olsun iddiası tutarlılık çerçevesi içinde ele alınarak sonuçlandırılmalıdır. Kişinin iddia ettiği şey ile yaşamı çelişiyor diye iddianın kendisine sırt çevirilemez. Genelde ortaya konulan tavır, iddiayı ortaya koyan kişinin karalanmasıdır. Onun ne kadar kötü, işe yaramaz adam olduğu anlatılır. Oysa bizim için adamın kendisinden ziyade öncelikle iddianın ne kadar tutarlı olup olmadığıdır. Eleştiride bir başka ucuz yol, çoğunluğun görüşüne uymadır. “Herkes yanlış biliyor da bir tek sen mi doğruyu biliyorsun” kabilinden sözlerle hakikat çoğu zaman teğet geçilebiliyor. Ayrıca cemaat gibi, cemiyet gibi, mahalle gibi baskın grupların kemikleşmiş davranış biçimlerine uymayan eleştiriler yapıldığında da eleştiri grup baskısı içinde değerini yitirebiliyor. Ola ki cemaat, cemiyet yıllardır bir yanlışın peşinden koşmuş olabilir. Onun içindir ki eleştiri daima ciddiyetle dinlenmeli ve üzerinde tefekkür edilmelidir.

Duygular da eleştirileri olumsuzlayabilir. İnsanların hoşuna giden bir yaşam biçimi hakikatle örtüşmediğinde bu hayat biçimine dönük eleştiriler rahatı bozacak kaygısıyla ciddiye alınmayabilir. Ya da gücü elinde bulunduranlar insanları korkularıyla yüzleştirerek kendisinin eleştirilmesini engelleyebilir. Malum dünya siyaset sahnesinde ve ülkemiz siyaset sahnesinde en sık karşılaştığımız eleştiriyi bertaraf etme yöntemlerinden biridir. İnsanları gerek ekonomik, gerek güvenlik gerektiren korkularla yüzleştirerek ölümü gösterip sıtmaya razı etmek kabilinden kendisinin sorgulanmasına müsaade etmeyebilir. Ama müslüman için böyle bir durum söz konusu bile olmaz. O her daim hakkı ayakta tutacak özgüvene, direnişe, bilgiye ve sabra sahiptir. 

Eleştirilerin önüne geçebilmek için yağcılık diye tanımlayabileceğimiz davranışlar da mevcuttur. İktidarı elinde tutanlara yaranabilmek için onların olumsuzluklarını olumlamaya çalışan ve olumsuzlukları makul bir gerekçeyle gerekçelendirmek gibi hastalıkları olan tipler vardır. İktidarın kendilerine verdiği ulufe ile memnun olan ve aldıkları bahşişin hakkını verebilmek için gereğini yapan tipler vardır. Bunlar hakikatin üzerini örtmeye çalışırlar, kelimeleri konuldukları yerden başka yere korlar ki hakikat buharlaşıversin. Yağcı tiplerin dışında bir de yağ çekilen kesim vardır; iktidarı elinde tutanlar… Bu kesim içinden de belki hakikate ulaşmak isteyen kimseler çıkacaktır ki onlar da yağcıların gazına gelip hakikati teğet geçebilirler. Onlara düşen de hakikatten kopmayacak şekilde hakikatle bağlarını güçlü tutacak alanlar geliştirmektir. Her iki durumda da yağ çekenler ve yağ çekilenler hakikatten yüz çevirdiklerinde bundan sorumlu tutulurlar.

Bir fikrin yeni olması veya eski olması hakikat açısından bir derecelendirme olmaz. Bir şey yeni olması hasebiyle iyi, eski olması hasebiyle de kötü kabul edilemez. Ama modern dünya yeniyi över, eskiyi ise öteler. Önemli olan hangisinin hakikate yakın oluşu, insan ve toplum için hayra vesile oluşudur. İslam gelenekçiliği de modernliği de esas almaz. İslam’ın esas aldığı şey Allah’ın kitabına en uygun davranış ve düşünüş biçimidir. İnsanlardaki acıma duygusu da eleştiriye hakkını vermenin önüne geçebilmekte. Eleştiri yaparsam şimdi çok kırılır, hassas olduğu için eleştiriyi kaldıramaz, aramız bozulur türünden yaklaşımlar da hakikatin önünde bir engel teşkil edebilir. Söylenmesi gereken şey usulünce ve en anlaşılır şekilde söylenmelidir ki hakikat yerini bulsun ve herkes için doğru bir düşünüş ve eylem ortaya konulabilsin. Eleştiride bütünleme hatası dediğimiz bir hata vardır ki o da bir şeyin bir kısmı iyi ise tamamı iyidir ya da bir şeyin bir kısmı kötü ise tamamı kötüdür anlayışı. Müslüman eleştiri yaparken bir bütünün içinde doğru ve yanlış olan şeyleri ayırt eder. Doğruyu onaylayıp yanlışı ıslah etme yoluna gider. Eğer bütünün ana karakterini oluşturan şeyler yanlış olduğunda bütün tamamen yanlış oluyorsa o zaman bütün üzerinden hakikat eleştirisi yapılarak doğru olan şeylerin de neden bir sonuç üretemediği tesbitine varılır. Örneğin bir devlet şirk üzerine inşa olmuşsa o devletin adaleti olamaz. Çünkü en başta İlah’ı olması gereken yere koymadığı için devleti oluşturmaya zulümle başlamıştır. Bundan sonra devletin içinde küçük doğrular olsa da en önemli kriter yerine getirilmediği için varolan doğrular da etkisini gücünü kaybedecektir. 

Eleştiri kültüründe bir başka yanlış ise yanlış ikilem diyebileceğimiz bir eleştiri türüdür. Özellikle ülkemizde son zamanlarda sıkça gördüğümüz bir eleştiridir. Mevcut iktidarı eleştirdiğinizde “sen ya Fetöcüsün ya da ergenekoncu” denilmesi gibi veya “AKP’ye oy vermiyorsan vatan hainisin” gibi tanımlamalar… Bütün bunlar eleştiri ahlakından uzak olan söylemlerdir. Oysa müslüman için aslolan bir şeyi eleştiridiğinizde haikati yakalayabilme arzusudur. Eleştirinin amacı herhangi bir siyasi partiye angaje olmak, yahut birilerine yandaş olmak yahut da pastadan bir pay kapmak değildir. Eleştiride bir de görecelilik safsatası vardır. Hakikat ortada buz gibi duruyordur ama insan; “bu herkese göre doğru olabilir ama bana göre doğru değildir” der. Bu durum post modernizmin varettiği bireyci insan anlayışının bir tezahürüdür. Elbette ki herkes için doğru olan şey hakikati temsil etmeyebilir ancak hakikat apaçık ortadaysa “kahrolası ölçtü biçti eskilerin masalları dedi” türünden bir çıkışla hakikati reddetmek de sorumluluk gerektiren bir davranış biçimidir.

Müslüman toplumların önce kendi hallerine, sonra yapısal karakterlerine ve sonrasında da dış dünyaya dönük ciddi eleştirilerinin olması gerektiği bir zamanı yaşıyoruz. Teslimiyetçi ve uzlaşmacı akıldan uzaklaşarak vahye uygun inkılapçı bir akla uzanmamız gerekmektedir. Kuşkusuz bunun yolu öncelikle vahye ve vahyin hakikatlerine sahip çıkmaktır. Muktedirler iktidarlarını toplumun üzerinde demoklesin kılıcı gibi yükselttikçe herkeste bir suskunluk oluşmaktadır. Oysa zulmün karşısında daima dipdiri olması gereken bir inanca sahip kimseleriz. Ya itaat edersiniz yahut sizin başınıza olmadık işler açarım tehdidine boyun eğmeyecek kadar onur sahibi müslümanlar eleştirilerini her daim yüksek perdeden yapmalıdırlar. Çünkü bizim derdimiz makam, para yahut konformist bir yaşam değildir. Allah’ı gereği gibi takdir edebilme ve onun katında en kıymetlilerden biri olabilme derdidir. Onun için eleştirilerimiz kendimizden başlayarak toplumları ıslah etme, güven içinde yaşama ve yaşatma gayesi gütmektedir.

Her şeyi ekonomi temeline oturtarak sanki ekonomi düzelince her şey hallolacakmış gibi bir bakış açısıyla toplumları farklı bir yöne kanalize etmek zalim hükümdarların tarihten bugüne yapmış oldukları şeylerdir. “Şu altımda akmakta olan Nil ve Mısır benim değil mi, ben sizin ilahınızım” diyen Firavun, yahut “yaşatma ve öldürme” idiasında olan Nemrut gibi daha binlercesi, insanları ya ekonomi ile ya da güvenlik endişesi ile kendi iktidarlarını eleştirmekten beri tutmuşlardır. Yine tarihsel bir gerçektir ki tüm bu muktedirlerin karşısında başta resuller olmak üzere hep inananlar hakikati haykırmışlardır. 

İnsanları kapitalizmin elinde öğüten ve insanlara yalnızca umutsuzluk, güvensizlik ve kölelik vadeden beşeri sistemlerden; insanı hürleştiren, güven içinde yaşamasını vadeden ve Allah katından da ayrıca ödüllendirilecekleri müjdesini veren ilahi sisteme davet etmek ancak hakikate sahip çıkmak ve hakikati sürekli olarak dillendirmekle mümkündür. Kınayıcının kınamasından korkmadan, acaba bu hakikati söylersem başıma ne gelir endişesi taşımadan, hakikati gizleme karşılığında dünyevi bir makam yahut konformist bir yaşam ummadan yalnızca insanın ve evrenin ıslahından başka amaç taşımayarak Allah’ın sözünü yüceltmek müslümanın üzerine farzdır. İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak güzel bir eleştiri yapmayı zorunlu kılar. Bu eleştiri yalnızca dışarıya değil kendimize de dönük olmalı ki her daim hakikatin yanında yer alabilelim.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *