İslâmi Hareket, İlke ve Prensipler

İslâmi Hareket, İlke ve Prensipler

Partilere, parti ile mücadele etmenin gerektiğini va’z edenlere, demokrasi ve laisizmin insanlığın ortak semeresi olduğuna dair tezlere mesafeli olmak Müslüman olmanın vazgeçilmez şiarlarından biriydi.

Başlığa aldanmayın sakın! Çünkü nedir, ne değildir sorularına cevap vermek amacıyla düşünülmüş ve yazılmış bir şey değil.

Hatırlayalım: Mezkûr başlık, Türkiye’deki İslami kesimin özellikle son siyasal süreç başlamadan önce dilinden düşürmediği, her vasatta içeriğinden bahsetmeyi Dininin gereği saydığı bir kavramlar dizisiydi.

İçerik denilince akla vahiy dilinin, son peygamber mücadelesinin geldiğini düşünürsek aslında çok önemli olduğu, Müslümanların yaşam boyu amaç edinmeleri gerektiği ilke ve prensipleri ihsas ettiği gelmesi kaçınılmazdır.

Öyle ki bu içeriğe halel getirecek hiçbir düşünce, hiçbir inanç ve eylem kabul edilemezdi. Bu sebeple partilere, parti ile mücadele etmenin gerektiğini va’z edenlere, demokrasi ve laisizmin insanlığın ortak semeresi olduğuna dair tezlere mesafeli olmak Müslüman olmanın vazgeçilmez şiarlarından biriydi.

Peki, şimdi!

İçinde yaşadığımız şartlarda durum ne?

Buradan bakınca söyleyebileceğimiz şey şu: Bütün bu iddialar askıya alındı ki bu iyi niyetli bir yaklaşımdır. Çünkü öncelik sırası maslahata, reel politiğe, konjonktür gibi kavramlara verilmiş, bu yapılırken de işleyişin neredeyse tamamı meşrulaştırılmıştır.

Aslında şunu da diyebiliriz: İslami hareket, ilke ve prensiplerden bahsedenler zaten bu gelinen noktaya teşne durumdalarmış! Ne demişti İ.Özel? “28 Şubat takvimlerden bir yapraktır. Müslümanlar çözülmüşlüklerine, değerlerinden uzaklaşmış olmalarına bahane arıyorlardı, malum olay imdatlarına yetişti.”

Ne oluyoruz sorusuna verilen cevap ise “Kötülüklerin yok edilmesi, dolayısıyla onların yerine güzelliklerin inşa edilmesi akşamdan sabaha olacak iş değildir. Ve zaten şimdinin siyasal kahramanları bize zaman kazandırıyor, istemediğimiz kadar alan açıyor, bu zamana kadar yetişmiş insanımızı sahipleniyorlar ki arzu edilen sonuca ancak ulaşılabilsin. Bize düşen de bu imkânlardan faydalanmak yani insanımıza Vahyi, peygamber mücadelesini anlatmak, bu bağlamda örnek olmaktır vs.” şeklindedir.

Zaten klasik bir cemaat kabulü içinde olanların bu sözlere itiraz etmesi düşünülesi bir şey değildir ve nitekim öyle de olmuştur.

Burada bize göre gözden kaçırılan veya bilerek unutulmak istenen şey İslami mücadele denilen şeyin bu şekil eklektizme, pragmatizme, entegrizme, jakobenizme, iktidara götüren her yol mübahtır (Makyavelizm) gibi anlayış ve yöntemlere uygun olmadığı gerçeğidir.

Ve zaten onların geçmişte söyledikleri de bunlardan başka bir şey değildir.

Dikkat edilirse, yaşanan sürece dair yapılan eleştirilere karşı en fazla direnenler İslami kesimin önde gidenleridir. Milliyetçilik, özellikle Devletçilik(!) almış başını gitmiştir, demokrasi nöbeti tutmak vaka-i adiyeden olmuştur; karşı çıkışlar da basiretsizlikle, reel politiği anlamamakla, maslahat denilen şeyden istifade etmeyi bilmemekle, en kötüsü de vatan hainliği ile tanımlanmaktadır ki bu da sözün bittiği yerdir.

Bir başka gözden kaçan şey yetişmiş insanımızın(!) süreç içinde elde ettiği imkânlar dolayımında değişime uğramasıdır. Hal böyle olunca içinde bulunulan hal ve işleyiş olabildiğince meşrulaştırılmaktadır. Haberler, yazılar,  hayatımıza girmesi hasebiyle söylersek sosyal medyadaki paylaşımlar hep bu istikamettedir.

Bundan sonra ne olur?

En iyisini Rabbimiz bilir ama savrulduğumuz bir vakıa, yeniden toparlanma, A.Şeriati’den mülhem yeniden bir öze dönüş mümkün müdür bilinmez.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *