Kökteki Bilinç

Kökteki Bilinç

Öyle anlaşılıyor ki, kök anlaşılmadan, kökteki bilinç anlaşılmayacak. Kökteki iman yaşanmadan, çiçeğe sahip çıkmaya çalışmak, dalından koparılan bir çiçeğe sahip çıkmaya veya bu çiçeği yakaya takmaya benzer ki, bu çiçek solmaya ve sararmaya mahkûmdur.

”… biri, olayı görür, kendini görür kendini olayı görürken görür, kendini olayı gören başkalarını görürken görür ki, bu başkaları da belki kendilerini olayı görürken görmektedirler. Demek ki icra, icracılar ve izleyiciler vardır ve insanın kendini gören bir kendisi vardır ki, bu icracı, izleyici ya da izleyicilerin izleyicisi olabilir…” R. SCHECNER

Evet, “Kendini gören bir kendi vardır ki, bu icracı, izleyici ya da izleyicilerin izleyicisi olabilir.” Olayın öznesi de bu kişi olsa gerek. Bu kişi resmin tümünü gören kişidir. Konuştuğu şeyler tutarlıdır ve gördükleri hakikate dayalıdır. Bir de işin öteki yönü var ki, kendini görmeye bir türlü yanaşmayan ve görmedikleri, gerçeği ile karşılaşmadıkları, nasıl bir tepki vereceklerini dahi bilmedikleri olayları gerçekten yapabilecekleri şeyler olarak sürekli konuşan, kendini bilmeye yanaşmayan tipler. Ya da ilahi ifade ile sürekli yapamayacakları şeyleri konuşan kimseler.

Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında büyük gazaba sebep olur. Doğrusu Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlıyarak savaşanları sever. (Saff, 2–4)

Bu, şu demek oluyor ki; önemli olan Allah adına büyük sözleri sarf etmek değil onları yaşayabilmektir. Söz söylemekle kardeşlerimizin yanında onlardan daha takvalı olduğumuzu zannettiğimiz sürece Allah’ın yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi olamaz, O’nun yolunda kardeşlerimizle saf bağlayarak savaşamayız. Böylelikle Allah’ın sevdiği topluluk içerisinde de yer almamız mümkün değildir. Ayette görüldüğü üzere Allah, sözünü söylemiş ve yapılması gereken doğru işi yani ameli belirtmiştir. Bu nedenle önemli olan her şeyi yapabiliyormuş gibi konuşmak değil az ama bize ait olan, elde ettiğimiz kazanımları konuşup, edindiğimiz azıkla yol almaya çalışmaktır. Tabii sürekli olarak nefsimizle savaş içerisinde olmalı, cihada kadar uzanacak yolda kendimize yeni yol azıkları edinmeliyiz.

Cümleyi ister başından ister sonundan okuyalım, kendimizi görmek ve başkalarını düşünmek birbiriyle ilişkili bir durumdur. Kendimiz olarak kalabildiğimiz bu süreçte, bu tanışma biçimi başkalarını da fark etmemizi sağlayacaktır. Bizlerin kendi dışımızdaki kardeşlerimizi düşünmeye başlaması, kendimizi de doğru bir biçimde tanımaya başladığımız anlamına gelecektir. Ya da bizler kendimizi doğru bir biçimde tanımaya başladığımızda, bu tanıma biçimi bizim dışımızdaki kardeşlerimizin farkına varmamızı sağlayacaktır. Artık onların üzüntülerinin, sıkıntılarının bizleri de üzen bir yanı olacaktır. Üstelik kardeşlerimizin mutlu günlerinin, onların adına oluşan iyiliklerin bizleri de mutlu ettiğini göreceğiz.

Söylenen onca iddialı söz ve hala yürünecek bir yolun olmaması, teslimiyet yolcularının da var olmadığı gibi bir sonucu ortaya çıkardı. Söylediğimiz ama hayatımıza aktarmadığımız bu sözlerle İslam’ın taraftarları olabildik belki ama, İslam’ın insanı olamadık. Çünkü İslam’la kendi aramızdaki en büyük engel yine kendimiz olduk. İşin daha da tuhaf tarafı ise kendimizde görmediğimiz onca eksik varken dilimizi de tanıdığımız her kardeşimize haksız eleştiriler yöneltmek için kullandık. Halbuki, hayat sıkı tutunamayanların baş aşağı yuvarlanıp yere çakıldığı bir dönme dolap değildir. Hepimizin boş bulunduğu, sıkı tutunamadığı, yaş tahtaya bastığı anlar olabilir. Başımıza gelen olaylar, meydana gelişleri esnasında bazen önemli, bazen önemsiz, bazen çirkin, bazen faydalı, bazen de güzel görünebilir. Başkaları hakkında hükme varırken müsamahalı olmayışımız, suçladığımız kimsenin hareketlerinin arkasındaki gerçekleri bilmeyişimizdendir. İlk sebebi bilmeden, varacağı neticeyi tahmin dahi edemeden son hükmü vermek hiç de doğru olmasa gerek. Acele hükme varmadan önce kendimize soralım. Ben de onunla aynı şartlar altında bulunsaydım onun kadar hatta daha da beter olmaz mıydım? “Anlatamamaktan değil, anlayamamaktan korkun!’’(Çin Atasözü)

Bir düşünür “Her mağlubu kınamayınız. Siz daha her savaşı görmediniz’’ diyor. Başkaları hakkında konuşmaya başlamadan önce kendiniz hakkında konuşmaya başlayınız. Bakın bakalım, bir başkası için söylemeyi düşündüğünüz sözlerden geriye ne kalacak? Evet, daha henüz her savaşa girmedik. Bilmediğimiz, sınanmadığımız onca şey varken sanki sınandığımız tüm şeylerde başarılı olmuşuz gibi bir dil kullanmak ancak kendimizi kandırmak olur.

Öyle ki yapılacak ilk iş uzak düşmanlara slogan atmak değildir. Şu an bizlerde görülen kararsızlık ve ikili kişilik, asr-ı saadet dönemi Müslümanlarında yoktu. Zaten ne bu tarafa, ne de o tarafa yar olmama hali görülen ve buna rağmen kendisini İslam’a mal eden kişiler de mü’minlerden İslam’a dair böyle bir onay alamamışlardı. İlk dönem Müslümanları o dönemki cahili yaşantılarından tamamen uzaklaşmışlardır. İşte bu nedenle Ebu Cehil gibi aklıyla bilse de, Abdullah b. Übeyy gibi diliyle söylese de, Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi aklıyla bilip, diliyle söyleyip, kalbiyle inandığını iddia etseler de söz konusu kişiler kendilerini o değere teslim etmemiş “muvahhit” olamamışlar ise, mü’min sayılmamış, aksine dışlanmışlardır.

Görünen o ki, şu an hiç birimiz, hiç kimseyi İslam adına dışlayacak bir güce sahip değiliz. Bu hesap ahirete kalsa da, uyarıda bulunulan kardeşlerimiz bu uyarıları dikkate almasa da, o gün yalvarış ve pişmanlıklarının geri dönüşü, telafisi olmayacaktır. Yine de ben, bu dünya hayatındaki kazanımlarını avantaj olarak görüp bulundukları konumu terk eden, kardeşlerini yalnız bırakıp müşriklerin rızık kapılarında dolaşan, oraları mekân edinen kardeşlerime bir şehidin diliyle uyarıda bulunmak istiyorum. Ve bu vesile ile bizlerin dünyaya dair kazanımları reddedip Rabbimizin bize gösterdiği yerlerde fakir kardeşlerimizle birarada bulunmamızın bir kayıp olmadığını belki anlarlar diye düşünüyorum.

20- Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: “Ey kavmim, elçilere uyun” dedi.
21- “Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.”
22- “Ben niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Sizde O’na döndürüleceksiniz. ”
23- “Onu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.”
24- “O takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum.”
25- “Şüphesiz ben Rabb’inize inandım, beni dinleyin.”
26- “O’na “cennete gir” denilince “Keşke kavmim bilseydi.”
27- “Rabb’imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını” dedi. (Yasin Suresi)

Evet, bir şehidin diliyle Rabbimizin söylediği bu sözler tüm korkularımızı yenebileceğimiz türdendir. Bu şehid, ilahi mesaja kulak tıkayan arkadaşları için endişeleniyor.

“Ona ‘cennete gir’ denilince ‘Keşke kavmim bilseydi; Rabb’imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını” (Yasin, 26–27)diyor. Tabii bizler de haklı olarak endişeleniyoruz kardeşlerimiz için. Keşke bilseniz gittiğiniz yerlerin sizleri öteki dünyada geri dönüşü mümkün olmayan bir pişmanlığa sürükleyeceğini.

Öyle anlaşılıyor ki, kök anlaşılmadan, kökteki bilinç anlaşılmayacak. Kökteki iman yaşanmadan, çiçeğe sahip çıkmaya çalışmak, dalından koparılan bir çiçeğe sahip çıkmaya veya bu çiçeği yakaya takmaya benzer ki, bu çiçek solmaya ve sararmaya mahkûmdur. Çünkü imanın yalnızca bilgisine sahibiz ve bunları pratik hayatımıza aktaramıyoruz. Yakalarımıza taktığımız bu çiçek geçici bir süre bizimmiş gibi gözükse de kalplerimizde kök salmadığı, bizlere yabancı ve bizlerden kopuk olduğu için emanet bir eşya, emanet bir duygu görüntüsü vermektedir aslında. Oysa sahiplendiğimiz veya sahipleneceğimiz hasletlerin bizlerin bir parçası olması, kalplerimizde yeşermesi gerekmez miydi? Daha da vahim olanı, sahiplendiğimiz, içselleştirmeye çalıştığımız şeylerin batının yaşam tarzına ait olduğunun farkına varamayışımızdır. Laik ve kapitalist bir yaşamın İslami bir yaşantı olabileceği ve bu halimizle kabul edilmeyi bekliyor olmamız oldukça şaşılacak bir durumdur. Bu çiçek, İslam’ın saf ve berrak kokusunu asla vermeyecektir, bu aşı hiç bir zaman tutmayacaktır. Çünkü bizlerle hiç bir şekilde akrabalık bağları bulunmamaktadır. Bu nedenle tarlayı zararlı maddelerden temizlemeden, ekilmesi gerekeni ekmeden yağmur duasına çıkmamız ve bereketli mahsuller beklememiz haliyle abes olacaktır.

Bizi yoktan var eden Rabb’im, hepimizi, hayatı Kuran’la anlamlandıran, hayata vahyin penceresinden bakan, Allah’ın bak gör dediği yerden gören, parmak ayı gösterirken parmağa değil de, Ay’a doğru bakan, yani hikmete ve manaya değer veren, eğer bir insanın yüreğine vahyin yağmuru yağarsa, orada cennet çiçeklerinin açacağını bilen, vahyi hayatına rehber edinen ve mesajı diğer insanlara taşımayı kendilerine görev bilenlerden kılsın. Şunu hiç bir zaman unutmayalım ki;

“Kim bu dünyada (hakikate karşı) kör ise ahirette de kördür. Yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir.” (İsra, 72)

Selam ve dua ile…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *