Fantastik bir hikaye

Fantastik bir hikaye

Öyle anlaşılıyor ki sevgide de yergide de yani ifratta da ve tefritte de üstümüze yoktu ve ortalık yerde sergilenen tavırlarda görülen oydu ki iş şirazesinden çıkmış, insanlar sonraki süreç için aslında kendilerini mahkum etmişlerdi..

Siyasal bilimler fakültesinin ikinci sınıfında öğrenim görüyordu.. Devlet yurdunda, farklı karakterde insanlarla aynı odayı paylaşıyordu. Öğrencilik kolay değildi, ailesinden gelen kıt parayla ve mezuniyetinin akabinde iş bulduğunda taksitlerle ödeyeceği devlet kredisiyle öğrenimini sürdürüyordu.. Kafaya koymuştu, türlü sıkıntılarla kazandığı okulunu bitirecek, inandığı değerlerin siyasetteki yerini sorgulayacak, hakkını verecekti..

Nasıl olduğunu kendisinin de pek hatırlayamadığı bir zamandan itibaren İslam’a ilgi duymuş, ona dair kitaplar okuyordu. Ve her vasatta karşısına çıkan “İslam’a özgü tarz-ı siyaset nasıl geliştirilir?” sorusuna cevap aramak derdine düşmüştü.. Fakat oda arkadaşlarıyla aynı dünya görüşüne sahip değildi. O yüzdendir ki kâh sosyalizm kâh İslam Dini kâh diğer ideolojiler bağlamında uzun saatler süren tartışmaların içine giriyordu..

Öte yandan tartışmaların hakkını vermek adına arkadaşlarının değer yargılarına dair kitapları da karıştırıyordu.. Az da olsa Marx’ı tanımaya, sosyalizmin neliğini öğrenmeye çalışmıştı..

Keza milliyetçilik, kapitalizm ve liberalizm gibi “izm”ler noktasında kestirme bilgiler edinmeye de..

Bir ara Kitab-ı Mukaddes başlıklı muharref dinlerin kitabını almış, bir hayli de incelemişti ve şimdi de ancak bir mevzu olduğunda karıştırıyordu; çünkü önceliği Kur’an ve ona dair yazılmış eserlerdi..

 

Yani onu ilgilendiren tabii ki İslam’dı, İslam’a dair yayımlanmış, halen gündemde olan neşriyatı takip etmek, Kur’an tefsirlerinden ve meallerden vahy-i ilahinin kendisine verdiği mesajı öğrenmekti.

Bir derdi de tartışmalardan mülhem İslam’ın sosyal ve siyasal görünürlüğünün keşfiydi;

Öğrencilik ne kadar fırsat veriyorsa o kadarıyla bilgi edinme hususunda mesafe kat ediyor, haliyle öğrendiklerini de başkalarıyla paylaşıyordu..

 

Bir gün okulda iken dünya lideri, mücahid, dava adamı, fiili darbe ve post-modern darbenin mağduru, milyonların sevgisine mazhar olduğu söylenen bir parti liderinin vefatını duymuştu..

O an’a dek vefat edenin siyasetteki seyr-ü seferine dair bir şeyler öğrenmişti; yani ne ile iştigal ettiğini, neyi savunduğunu az buçuk biliyordu ama gariptir bir türlü ilgisini çekmemişti..

Belki de partinin icraatlarını, projelerini, İslam adına dile getirdiklerini biteviye eleştirenlerin neşriyatını takip ettiğinden, kitap ve makalelerini okuduğundandı bu kayıtsızlık..

Övgü içeren, siyaseten tutarlılığını ortaya koyma gayreti güden yazılar da okumuştu lakin tatmin etmemişti hiç birisi..

 

Şimdi bir ölüm gerçekliği var, sıcak bir haber olması hasebiyle de medyayı yakın takibe almıştı, sonuçta siyasetle ilgili bir okulda tahsil görüyordu, bahsi geçen lider de zaten siyasetçiydi ve okuldaki bazı arkadaşları onun siyasetini seslendiriyorlardı..

Hem böylelikle şimdiye kadar okuduklarını yeniden gözden geçirmiş olur, vefat edenle ve camiasıyla ilgili düşüncelerinde haksızlık edip etmediğinin de  ayırdına varırdı..

Bu sebeple akşam eve gittiğinde ve sonraki günlerde televizyonlardaki programları seyretmiş, eskimeye, gücünü kaybetmeye yüz tutmuş diz üstü bilgisayarıyla sanal âlemdeki  gündeme dair birçok yazıyı ve tabii ki gazetelerden bir kaçını okumayı da ihmal etmemişti..

Bir ara kendi kabullerine yakın olduğu için zaten takip ettiği sitelerde arşiv sayılabilecek saygın insanların yazdığı geçmiş makaleleri de gözden geçirdi, kendi kabullerinin oluşumuna vesile olmuş değerli çalışmalardı onlar, her birinin altına çekinmeden imza atardı..

Ciddi eleştiriler vardı hem sahih İslam düşüncesi adına hem  Hz. Muhammed örnekliği ve hem de mücadele adamlarının tarihe not düşmeleri bağlamında..

 

Fakat bir gariplik vardı, okuduklarından öğrendikleriyle çelişiyordu şimdiki haber ve yorumlar.. Laikliğe, Atatürk ilke ve inkılâplarına muhaliftir, irticanın müsebbibidir diye parti ve liderini yargılamanın akabinde partiyi kapatıp, liderini bir müddet siyasetten men edenler de; post-modern denilen bir darbeden sonra onu siyaseten yalnız bırakıp oy bile vermeyenler de; sağlığında sahih İslam düşüncesinin ve İslami hareketin önünde engel olarak görenler, sisteme entegre etmekle suçlayanlar da cenazesindeydiler..

Mikrofon uzatıldığında, tv’deki programlarda darbe sevenler de darbeye karşı olanlar da hep aynı dili konuşuyorlardı..Yazılı ve görsel medya dili adeta bütünleşmiş, sağlığında kıymetini bilemediklerinden güya özür dileme, güya hak teslim etme moduna girmişlerdi..

 

Bir arkadaşına sordu: “Bütün bunlar rüyalar aleminden görüntüler değildir umarım?”..

Arkadaşı akabinde; “Ne sanıyorsun ki? ‘Kör ölür badem gözlü olur’ diye bir deyim duymadın mı sen hiç?” deyiverdi..

Kızdı tabii ki..

Ve “Yahu sağlığımda kadir kıymetimi bilmemişlerin, her dar ve zor durumda beni yalnız bırakmışların, olmadı kuyumu kazanların, hapislerde çürümemi isteyenlerin, kendilerine bir engel olarak görenlerin, cenazeme gelmelerinden, kalabalık oluşturmalarından bana ne? İş onların cenazemde bulunmasına ve sureta dua etmelerine kalmışsa yandığımın resmidir! Onların duası kendilerine kalsın, Rabbimin şefkat ve merhameti bana yeter!” şeklinde karşılık vermekten de geri durmadı..

 

Şu şekil yazı ve yorumlara da şahit oluyordu: “Ölenin arkasından konuşmak edebe mugayyirdir, esas olan onu hayırla yad etmektir!”..

Sanki vefatının akabinde hakkında konuşulan ilk ve son örnek sadece şimdikiymiş gibi..

Bu telkin ve yorumlardan sonra; “İyi de en bilinen örnekler bağlamında dile getirirsek Hz. Muhammed’ e rağmen icraatlarından yani yönetim tarzından dolayı Emevi hanedanlığına yol açtığı söylenen Hz. Osman’ı; uydurduklarının yanında bir dolu sahih olduğu söylenen hadislerin kaynağı olan Ebu Hureyre’yi; sonraki tarihlerde İmparatorluk inşa etmiş Osmanlı liderlerinden bazılarını, Cumhuriyet’ten sonra Said Nursi  gibi âlim nevinden bilinen bir takım insanı, N.F.Kısakürek gibi şairleri ve N.Topçu gibi İslamcı söylemi ön planda olan mütefekkir bilinen aydınları, dahası radikaldir selefidir, süreci iyi okuyamamıştır, eskimiş dilin tekrarını yapmıştır diye Ercüment Özkan’ı ve daha bir dolu örneği ölümlerinden sonra niye eleştirip durdu bu insanlar?” şeklinde söylenmeye durdu..

Daha; ister az, ister çok, ister beğenilsin ister beğenilmesin, Ehl-i sünnetin genel kabulüne göre Hz. Muhammed’in vahiy kâtipliğini yapmış, İslam’ı bir kısım fetihlerle yaygınlaştırmış uç örneklerden Muaviye’yi aklına getirmek istememişti; onun İslamla ilgili sürece verdiği zarar belliydi çünkü..

Doğru, saydığı isimler İslam genel kabul olsa da düşünce ve eylem bazında birbirlerine benzemiyorlardı, hele Muaviye en son akla gelecek bir isimdi lakin neticede İslam tarihinin şahsiyetlerinden kabul edilen biriydi ve İslam akaidine göre o gibilerin uhrevi hayatıyla ilgili değerlendirme yapmak kimsenin üzerine vazife değildi..

İtikatta usul  kitapları da zaten öyle yazıyordu..

 

Gerçekten garip şeyler oluyordu..

Din adına, sahih İslam düşüncesi adına öğrendikleriyle, şimdi söylenenler, kaleme alınanlar arasında çelişkiler vardı ve gerçekten şaşırtıcıydı..

O biliyordu ki tarz- siyaset eleştirel dinamizmin teyakkuzda tutulmasıyla şekil bulurdu.. Tenkit ve eleştirinin olmadığı yerde ne düşünce gelişir ne de sosyal ve siyasal bağlamda mesafe kat edilirdi..Eleştirinin olduğu yerde elbette eleştiren ve eleştirilen insan vardır ki bu eleştiriye muhatap olanın eleştiren açısından tüm yapıp etmelerini yok saymak değildi..

 

Aklına marjinal şeyler geliyordu, farkındaydı, ekstrem takılıyordu ama bunları düşünmek ve öğrendiklerinde karşılık bulması ve bunun için sık aralıklarla soru sorması gerekiyordu..

Mesela, darbelerle oluşturulan korku sendromunu atlatmak veya yok saymak için, cenaze törenlerinden sonra duygusallıklarla bezenmiş tepkisellikle mübalağaya kaçmak, sadece görece iyiliklerden bahsetmek, kalabalıklarla güç, gövde gösterisi yapmak ne kadar isabetli bir durumdu?

Üstelik konuşulanlar İslam düşüncesi ve İslami hareket üzerine iken..

O zaman sormazlar mıydı adama; “Sahih İslam düşüncesidir, özgün İslami harekettir diye yıllardır dilinize doladıklarınız neydi?” diye..

Olur ya, bize göre muhalif birinin cenaze namazının niceliği şimdikinden fazla olursa, o duruma ne ad verilecek ve bir yenisine mi insanlar kalabalık için şartlandırılacak, daha ilginci sayıların çokluğu ne zamandır kıymet-i harbiyeden sayılır oldu?

Şeklindeki soruların rahatsız edici olduğunun farkındaydı ama sorması gerekiyordu işte..

 

Öyle anlaşılıyor ki sevgide de yergide de yani ifratta da ve tefritte de üstümüze yoktu ve ortalık yerde sergilenen tavırlarda görülen oydu ki iş şirazesinden çıkmış, insanlar sonraki süreç için aslında kendilerini mahkum etmişlerdi.. Ama sonuçta balık hafızalıydı, öyle kabul etti kendini ve “Şimdi söylenenler yarın nasıl olsa unutulur..” diyerek söylendi peşi sıra..

Yarın başka birileri vefat ettiğinde, sağlığında yapıp ettiklerinden dolayı eleştiri getirenlerin ağızlarına biber sürmeye niyet koyarak..

Dahası aklına geldi birden, açıkça  İslam Dini adına, İslam düşüncesi merkezli söylem ve demeçlerde bulunan, yeni yeni dernek ve vakıf faaliyetlerinde bulunanlardan bir kaçı hakkında ifrata varan değerlendirmelere şahit olmuştu, en kötüsü de onlar için galiz ifadelerde bulunulmuştu..

“Sıkıysa o şahıslar öldüğünde haklarında hayırdan bahsetmesinler, sağ isem o demlerde şayet, yüzlerine vurmazsam ne olayım!” diye ahdederek tekrar arşivleri karıştırmaya ve yeni söylemlerle birlikte analiz etmeye koyuldu..

Ama kafasında türlü sorularla birlikte..

En önemlisini adeta kafasına kazımıştı: “Sahih İslam düşüncesi nedir ne değildir” ..

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *