Yamaçtaki vuslat

Vakit daraldı, gurub yaklaştı. Gökyüzünde kuşlar telaşlı, her biri bir yerlere sığınma çabasında. Yerde karıncalar çoktan sıraya girmişler… Onlara öğretildiği gibi, yuvalarının önünde, bir düzen içinde.

Uzakta…

Çok uzakta. Başka bir şehirde belki, kim bilir?

Kapalı kapılar ardında bir taş merdiven. Hava ılık. Oturdum bir basamağına, bekliyorum. Yol uzanıyor ve gözlerimi ufka bağlıyor. Vakit hayli geç, ne için geç yalnız ben biliyorum.

Bekliyorum, zamanıdır biliyorum. Biliyorum gelecek, biliyorum göreceğim, dokunamasam da hissedeceğim sıcaklığını. Uzanamasam da onu görecek kadar yakınım biliyorum. Yolunu şaşırmayacak biliyorum, hep bildiği yolu takip edecek. Çünkü bilirim “bir yörünge üzere yüzdürülür” vahyedildiği gibi. O da beni görecek mi, bilmiyorum. Umursamıyorum da. Bana yetecektir O’nu görmek, ancak bunu biliyor ve bekliyorum. O anın kıymetini de kimseler bilmeyecek, bunu bilmek bana yetecek. İşte buna değer diyor ve bekliyorum.

Anlık anlatımlar vardır bazen o kısacık bakışmalarda. Suskunluklar vardır uzun seslenişlere dönen. Belki hemen yanı başında belki de çok uzaklarda, ama bir yürek atışı kadar yakındır sana.

Gözlerim bir noktaya odaklı. Ha geldi ha gelecek diyorum. Vakit daraldı, gurub yaklaştı. Gökyüzünde kuşlar telaşlı, her biri bir yerlere sığınma çabasında. Yerde karıncalar çoktan sıraya girmişler… Onlara öğretildiği gibi, yuvalarının önünde, bir düzen içinde.

İnsanlar…

Onları da sarmış o alacakaranlığın telaşı. Her biri bir tarafa gitmekte. Yetişmek istercesine bir yerlere. Karanlık basmadan, el ayak çekilmeden. Gündüzün gösterdiği o resim yok olup yıkılmadan, varmak istediğin yere varmak gerek, seni bekleyenlere kavuşmak gerek. Akşamın hüznü sarmadan, belki gece bastırmadan.

Aslında tükenmez değildir gece… Gün nasıl tükenmez değilse…

Gece olacak çünkü, çaresi yoktur. Ve sonra “karanlığın şerr’inden O’na sığınılacak”tır.

Gün akşama dönmektedir.

Ve nihayet vaktidir vuslatın… Bir raks zamanıdır sanki; o bembeyaz kayalıklara ağır ağır  yaklaşırken güneş, öpecektir akça yüzünden donuk kayaların. Ve kıpkırmızı kesilecektir bembeyaz kayalıklar. Birazdan tüm gün beklediği güneş, sımsıcak bir gülüş yayacaktır buz gibi duran donuk yüzüne. Yakışacaktır da hani o heybetli duruşuna. Acizlik katmayacaktır, aksine daha bir güçlü kılacaktır seni.

İşte şimdi o bembeyaz kayalıklar; ama utançtan ama sıcaklığından güneşin, kızardılar, al al oldular. Adını da oradan aldılar zaten ve “Allı Kaya” oldular. Oraların yakışığı oldular.  Ta ki “yürütüleceği zaman gelip, yeryüzü parçalanana kadar”, “kum yığını olacağı güne” kadar.

Ve birazdan arkasına saklayacaktır adını kendisine koyan o sıcak kızıllığı. Arkasında boğacaktır rengini, elbette bir başka tarafından bakmak üzere dünyanın.

Bize karanlığı kalacaktır. Ve nihayetlenecektir bir gün daha ömürden, ömrümüzden.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *