VOLTRAN

VOLTRAN

Başlık tuhaf gelebilir, ancak yıllar öncesinde ara sıra denk gelerek göz attığım bir çizgi filmden alınan bu isim dolayısı ile zihnimde beliren çağrışımları paylaşmaya çalışacağım! Benzerlerinin şu sıralar tv’lerde çokça cirit attığı bu gibi çizgi filmlerin hiç de masum olmadıkları gerçeğini vurgulayarak (he-man ‘güç bende artık!’ ve çocuklara çok şirin gelen komün hayatı empoze eden,

Başlık tuhaf gelebilir, ancak yıllar öncesinde ara sıra denk gelerek göz attığım bir çizgi filmden alınan bu isim dolayısı ile zihnimde beliren çağrışımları paylaşmaya çalışacağım! Benzerlerinin şu sıralar tv’lerde çokça cirit attığı bu gibi çizgi filmlerin hiç de masum olmadıkları gerçeğini vurgulayarak (he-man ‘güç bende artık!’ ve çocuklara çok şirin gelen komün hayatı empoze eden, şirine’nin örnekliğini vurgulayan(!) şirinler örneklerini hatırlatmakla iktifa edelim!) çağrışımlarımıza geçebiliriz:

Başlığa aldığımız çizgi filmde bir ekip çalışması, zorluklara ve çok farklı pozisyon ve olanaklarla yinelenen saldırılara çözüm üretme, mücadeleyi kazanma adına ideal birliği yanında tavır ve eylem birliğini uygulama, senkronize davranabilme, iş bölümü, yılmama, güven ve özgüven, iş birliğine açık olma ve uyum, danışma ve dayanışma, düşünceyi paylaşma ve fikrini açıkça beyan edebilme cesareti gibi çıkarsamalar yapılabilecek bir kurgu vardı!

Esasen her biri bazı mevzi kazanımlar, başarılar sergileyebilen ayrı formatta ve şartlara göre güncellenebilme kabiliyetli birkaç unsur/figür/karakter, daha büyük ve tek başına kotarılamayan olağanüstü durumlarda, planlı bir şekilde, ‘herkes başının çaresine baksın!’ açmazına düşmeden, ekip başının yönlendirmelerine göre farklı kombinezonlar şeklinde ve tek vücut halinde sorunun üstesinden gelmeye çalışıyorlardı! Bu hal bazen geri adımları içerse ve bazı parçaların zarar görmesine(!), yitirilmesine(!) sebep olsa da (‘..iki güzellikten biri’) pes etmeden; biçim, konum, taktik değiştirerek çözüm/sonuç için (‘..yorulunca/işi bitirince/boşa çıkınca hemen yine ve yeni bir işe koyul!’) uğraşıyorlardı!

Meramımız, maksadımız anlaşılmıştır herhalde! Araç ve yöntemlerin meşruluğunu vurgulamama bilmem gerek var mı?! Hepimiz nasibimize düşeni talep ettiğimiz ölçüde ve liyakatimiz doğrultusunda, imtihan olgusunun kendi doğası kaderince alacağız! Çıkarsamalarımızdan iyi/hayırlı sonuçlar çıkar inşallah! Bu analojiyi ferdî hayatımızdan aile hayatımıza, meslekî mesailerimizden sosyal hayatımızın bütününe ve en uç olarak şirk ve zulme karşı tevhid ve adalet eksenli mücadelemize kadar her yer, şart ve zamana uyarlayabiliriz!

Oportünizm, bukalemun tavrı ve takiyye ayrı ayrı ama mutlaka birbirleriyle ilintilendirilerek yorumlanmalı, doğru okunmalı, anlatmaya çalıştıklarımızdan buralara yol olmadığı (‘..başka bir mevziye/birliğe katılma dışında düşmana ardını dönmek, yerini terk etmek!’) bilinmelidir! Sığınmacılığa, pes etmeye, yılgınlığa, aciz psikolojisine, problemlerin yükünü omuzlayamayacağı (’..kimseye gücünün üstünde yük/mükellefiyet yüklenmez!) zehabına karşı ‘Ben varım ve buradayım!’ anlayışının gerçekleşmesi gerekmektedir! (‘Ne büyük dertlerim, sıkıntılarım var!’ deme, ‘Sıkıntılarıma karşı sığınacağım/dayanacağım/güveneceğim ne büyük Allah’ım var!’ de!..) sözünden daha güzel ifade, ‘Allah var, problem yok!’ ifadesinden daha büyük teslimiyet mi var!

Bu anlatmaya çalıştıklarımızın mevcut tablomuz içinde olabilirliği elbette tartışılr! (‘..kişi için ancak sa’yinin/yapıp ettiklerinin karşılığı vardır!’ ve ‘..kimse kimsenin yükünü/günahını yüklenmez/ çekmez/ görmez!’) Özelde de, yerelde de, genelde (Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyalar) de durum farklı değil maalesef! Cemaat diyemeyeceğimiz kalabalıkları sevk ve idare eden akıl sahih İslam aklı olmadıkça daha çok burnumuz sürtecektir! Heyula devleri cüce yaklaşımlarla/tavırlarla/anlayış(sızlık)larla bertaraf edemeyiz! Hak gelirse/ gereği yapılır/ gereğince temsiliyyet sergilenir/ liyakat gösterilir/ hakkın üstüne örtülen küller dağıtılır/nûru açığa çıkarılırsa batıl zail olur! Esasen batıl zaten zeval bulucu, zayıf, örümcek ağı benzeri güçsüz, yıkılmaya/yok olmaya mahkûmdur da davasının eri, Allah erlerini/Allah taraftarlarını beklemektedir! Bu şişme, sanal ve banal, balondan devi patlatacak değil iğne, çuvaldız dahi elimizde de çok uzağımızda, mehcûr! Biz sahtesi ile gerçeğini ayıracak şirazeyi kaybetmişiz/terk etmişiz de farkında değiliz! Böyle olunca daha başka bir sonuç mu bekliyoruz! Eşyanın tabiatını mı unuttuk?! Allah’ın adetinin/sünnetinin mi farkında değiliz?!

Tabi, sonuç alırız, almayız; Allah tevfîk eder veya etmez! Bu biraz da sorumluluğu kuşanmak, gereklerini bihakkın ifa etmek azim ve kararlılığı ile alakalıdır, imtihanın doğasını unutmadan! Bize düşen ‘süreç’tir. Elimizden geleni doğru takdir edip ardımıza koymamaktır. İmanımızdan aldığımız kuvvetle imkânlarımızı davamız uğruna seferber etmektir. Bu imkanların “nasıllığı ve nice’liği”, “kemiyeti ve keyfiyeti” kulların beğenisine, takdirine göre değil (‘..köre zorluk/hor görmek/kınama yoktur, topala da!’), Rabbimizin (’..yaptıklarının en güzeli ile karşılanacaklardır!) rızasıncadır! Bizler her an ve şartta hazır olmak (‘..düşmanlarınıza karşı bakımlı atlar/donanım bulundurun!’), bilgi ve bilinçle donanmak (‘..Allah’tan gereğince alimler/bilenler/farkında olanlar korkar!’), görev ve sorumluluk tevdisinin şuurunda olmak (’..Allah içimizden bula bula buna mı hüküm verdi!’) zorundayız!

Mükellef sofralar/ödüller/cennet mükellefiyeti mükemmeliyetle ifa etmekten geçmektedir!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *