Seyahat üzeri piknik

Seyahat üzeri piknik

Rabbimize hamdolsun bu yıl da bir seyahati bizlere müyesser kıldı. Bu yıl iki dostu da kadroya ekleyerek yollara düştük. Her ânı, anılarla dolu bu seyahatin bittiği gün yeniden, yeni bir seyahatin özlemine düştük desem abartmış olmam. Tabi malumunuz, amaç tatil değil! İnanın belki daha da yorulduk fizîken! Ancak asıl amaç olan dostlarla hemhal olmak, Rabbimizin

Rabbimize hamdolsun bu yıl da bir seyahati bizlere müyesser kıldı. Bu yıl iki dostu da kadroya ekleyerek yollara düştük. Her ânı, anılarla dolu bu seyahatin bittiği gün yeniden, yeni bir seyahatin özlemine düştük desem abartmış olmam.

Tabi malumunuz, amaç tatil değil! İnanın belki daha da yorulduk fizîken! Ancak asıl amaç olan dostlarla hemhal olmak, Rabbimizin ayetlerini, geçmişlerin izlerini okumak, bizlere tarifi yaşayanlarca bilinebilecek bir gönül dinginliği verdi. Kitabî/metinsel okumalardan biraz uzak kalmış olsak da kâinat kitabına nakşedilmiş ayetleri okumaya, tefekküre, tezekküre gayret ettik! Yola çıkmadan gözünüzde büyüttüğünüz yollar, güzel yol muhabbetleri, sağlam yol refikleri sayesinde nasıl da kısalıyor bilemezsiniz! Tek kusur ucu açık ol(a)mayan bu seyahatin Ankara’daki pikniğe yetişilecek şekilde denk getirilmesiydi! Bu nedenle bazen es geçmek zorunda kaldığımız dost ve mekânları, nasipse başka programlara erteledik! Deklarasyonumuzu da yineliyoruz; Zonguldak Bartın ve ahalisi/civarı tüm dostlarımıza her zaman teklifsizcesine sonuna kadar açıktır. Biz de aynı bakış açısıyla, tüm dostların aynı düşüncede olduklarından şüphe duymuyoruz. Yeri gelmişken bize yalnız evlerinin kapılarını değil gönüllerinin de kapısını açan dostlara ne kadar teşekkür etsek azdır! Vakitli vakitsiz, eski yeni tanışmışlık ayırımını hissettirmeden aşlarının yanında tebessümlerini, vakitlerinin yanında ilgilerini eksik etmeyen kardeşlerimize Rabbimiz ecirlerini artırarak versin diye dua ediyoruz. Bize bu duyguları yaşatan ve bahşeden Mevla’mıza sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Kardeşliğin soyuttan somuta, kuvveden fiile dönüştüğünü müşahede etmenin hazzı başka! Maddî/fizikî mesafeleri azaltan bu ziyaretleşmelerin gönülleri, duyguları da yakınlaştırdığı muhakkak!

Anekdotları, izlenimleri sıralamaya kalksak inanın sahifeler tutar! Bir ikisini zikrederek yetinelim: Rabbimiz ‘gezin görün sizden öncekilerin hallerini’ derken bunu soyut olarak kavramak zor, ancak gerek Nemrut Dağı’nda ve gerekse Ihlara Vadisi’nde bunları okumak mümkün! Gerek maddî/fizikî tarz olarak ve gerekse şartlara göre nelerin yapılabileceğini göstermesi açısından ibretamiz yerler! Tabi bu okumalardan uzak biz(imki)ler mesela Nemrut’un Adıyaman’a mı, Malatya’ya mı ait olduğu nizası içindeler! Sadece turistik bir kaygı ile! Mesela, o zirvenin bırakın heykellerin devasa oluşu, adamın Allah’ın dağında O’na meydan okuma cüreti ile ölümlülüğüne bakmadan, dört tarafını korumaya da aldırarak ‘Yeniden diriltileceğimi sanmıyorum, lakin olsa da ben herhalde bu halimle iltimaslılardan olurum!’ dercesine bir avuntu ve bunun gereği bir zulüm içinde yüzüşü ve o dağın o zaman nasıl böylesi bir mucurla kaplanabildiğinin sırrı bile (piramitlerin sırrı gibi) teknolojinin zirvesinde olduğu zırvasını savuran günümüz insanına ibret olacak bir durumdur! Yine o vadilerde yerleşip yaşam alanı kuran o insanların mekânını hayli uzun bir zaman sonra paylaşıyor oluşunuz zamanın durduğuna bir işaret sanki! Dahası imanları bahasına zulümden kaçıp şehrin nimetlerinden Allah’ın vaat ettiği nimetlere yönelebilen, o fedakârlığı gösterebilen insanlara öykünmeden de duramıyorsunuz! Acaba o zamanın pazarlık gücü/tekifleri, demokrasisi mi yeterli değildi bu kaçış için, yoksa zulümleri mi bugünkünden çok fazla idi!.. Tarih sahnesi gerçekten ibretlerle dolu, ancak ‘Nerede öğüt alan?’!.. Yine ‘Onlar geldi geçti, onların yaptıkları onlara, siz onlardan sorulmayacaksınız!’ hitabı, bu seyahatler sonunda sanki sorumluluğu artırıcı bir katalizör etkisi yapıyor!

Mekânla ilgili gözlemlerin yanında bir de kişilerle ilgili bir iki aktarımda bulunup geçeyim: Yıllar önce Hamza abilerin Malatya’da geçirmiş oldukları trafik kazasında tanıştığımız, o gün bizi istirahat ettiren, yediren içiren abimizin, o günden sonraki telefon görüşmelerimiz bir tarafa, bu ziyaretimizde de gönül enginliği ile karşılaması ve bizi hediyesiz salıvermemesi, yola koyulmuş iken bile açlık tokluk durumumuzu tekraren sorması unutulacak cinsten değildir! Ve bu olsa olsa aziz İslam’ın insanımıza yüklediği bir üstün vasıftır, yöresel umdeler taşısa da! Yine seyahatimizin piknik öncesi son durağında gecenin ilerleyen saatlerine kadar bizi bekleyen ve konuklama için aşırı titizlenen o eli öpülesice insanın bize yemek arası verdiği mesajlar, İslam’ın iliklerine kadar işlediğinin resmiydi! Yapıp ettiklerinin sıradan ve müslümanın müslümana borcu olan cinsten, anmaya bile değmeyecek vazife cinsinden işler olduğunu beyan etmesi yeterli mesajdı zaten! Bir de ayrılacak iken ‘Param var, yoldan geliyorsunuz, varsa bir ihtiyacınız vereyim, borç vereyim!’ demesi üzerine, ‘Yolcuya/yolda kalmışa zekât düşer!’ diye takıldığımızda ‘Olur, evet öyle de olur!’ demesi de yolculuğun seyahat finali için zikre değer olgulardandı! Bu arada kişilerle ilgili iki anekdotun, Müslüman Kürt kardeşlerimizin incelikleri olduğunu, açılım manasında olmasa da bir pozitif (Aslında hiç gereği yok bunlar zaten müslümanın incelikleri diyeceklere de ‘Eyvallah’) ayırımcılık adına vurgulamış olalım!

Evet, sonunda malumunuz Kazan’da din kardeşliği ailemizin diğer fertleri ile tanışma, kaynaşma, görüşme fırsatı bulduk. Seyahat üstü piknik, ‘kadayıf üstü kaymak” gibi oldu adeta! Tadı hep damaklarımızda kalsın; hep yinelensin bizler de bu vesile ile yenilenelim!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *