Tekasür Toplumu – I

Tekasür Toplumu – I

Postmodern toplumun kabulü sınırlarındaki her türlü hakikat yarışı ve var serbesttir. Siz buna sekülerleşme, dünyevileşme, materyalistleşme de diyebilirsiniz… Kur’an; tüm nitelikleriyle birlikte bu toplum biçimini bize “Tekasür suresinde” tanıttı.

Hüseyin Alan

Postyapısal/postmodern temelli değişim ve dönüşüm 1980’lerin başına tarihe girdi; bir girdi pir girdi.

Kendi düşünüş biçimini, bilgi biçimini, zihinsel yapısını, doğru yanlış ölçüsünü hegemon kıldı; değerler sistemini yeniledi, insan modelini inşa etti, toplumunu oluşturdu.

Anlama müdahale ettiği için tarih anlayışını değiştirdi; dünyaya bakışı dönüştürdü. Dolayısıyla

Modern çağın ekonomik üretim mantığını ve sistemini, mülkiyetin niteliğini ve kazancın kaynağını, sosyal sınıfsal yapıyı ve sendika parti gibi ideolojik örgütlenmeleri parçalayıp atomize ettiği gibi;

Sosyal hayatı içeren ‘aile-komşuluk-eğitim-sanat-ticaret-mesleki hayat-doğa ve içindeki varlıklar’ ile kurulan ilişkileri başkalaştırdı.

Nihayet demokratik kabulleri yeniledi, siyasal düzeni de değiştirdi.

Artık başka bi insan tipi/özne varlık, başka bir sosyo politik ve ekonomik hayat modeli ve toplumsal örgütlenme biçimi vardı.

İnsanlık alemi bunu 3. Milenyuma girdiğinde ancak ama pratiğin içinde fark edebildi…

Bu değişim ve dönüşümler neticesinde aydınlanma çağının bilgi üretim biçimi, hakikat kavrayışı, doğru yanlış ölçüsü, tarih yorumu, toplum yapısı ve siyasal düzeni çözüldü;

Sosyalist-faşist-fundementalist ideolojiler toplumsuz kalıp boşa çıktı, bir tek liberalizm yeniliğe ayak uydurabildi.

Türkiye’de modernist/pozitivist Kemalizmin ve onun bir konteynere doldurup homojenleştirmek istediği nation/toplum projesinin başına gelenleri gözleyebilenler, tarihsel rakipleri İslamcıların da nasıl dönüştüklerini kavrayabilirler…

Quantum fiziği mekanı yok etmiş, zamanı parçalamıştı; artık doğru parçalı zamanın geçici doğrusuydu. İzafiyet teorisi zaman ve mekandan bağımsız sabit ve değişmez hakikate başkaldırmış, tarihsel bağlam ve sosyal şartlarla değişken doğruları hakikat yapmıştı.

Yeni anlayış ve oluşum kendi ‘kutsal-seküler, merkez-çevre, özel-kamusal, mahrem-teşhir’ kültürüyle hegomanik üstünlük sağlamıştı. Doğal olarak

İslam, İslami düşünce, İslami doğrular, vahiy, peygamberlik, mümin/mümine kul, İslam cemaati/milleti, İslami devlet fikri de yeni muhayyileye uygun zihinlerde aklileştirilerek Kur’an’i’leştirilecekti.

Allahtan, vahiyden, peygamberden, şeri hukuk sisteminden ve hesap gününden bağımsız ‘vicdan, ahlak, adalet, özgürlük’ peşine düşülecek, yeni ‘insan modeli’ arayışına geçilecekti…

Aydınlanmanın ‘yüce’ filozofu Kant’ın buyruğuyla Allah’ın vesayetinden kurtulan erişkin akıl, özerkleşip özgürleşecek, doğrunun tayininde otorite olacak; illa gerek duyuyorsa dini ve ahlakı aklileştirerek yeniden icat edecekti. Ama din hiç bi şeye karışmayacak, iktisat, siyaset, hukuk, sanat, mesleki hayat gibi toplumsal hayatı ilgilendiren hiç bir şeyi düzenleme iddiasında bulunamayacaktı.

Weber’in yönlendirmesiyle kapitalizmi kuran Protestan ahlak artık haz evrenine girebilir, din ahlak dini olabilirdi…

Postmodern toplum artık modern dönemin “dil-vatan-tarih-natıon” temelli endüstriyel ya da homojen ulus toplumu değildir; başka bi yapısallıktır. Ulus devletin yurttaşı da artık evrensel dünya vatandaşıdır.

Batı hegomanyasını üretip yayan “evrensel değerler”, toplumu ‘ırk-mezhep-din-cinsiyet-kültür-göçmen..’ temelli atomize topluluklar/farklılıklar halinde parçalayacak;

Tümünü katılımcı demokratik siyaset çatısı altına çağıracak; çoğunluk içinde baskıya yahut asimilasyona maruz kalan azınlıkları/farklılıkları, evrensel insan hakları hukukuyla güvenceye alacaktı. Tek şartı,

Neo-liberal ideolojik doğrular dışında hiç birisi kendi doğrusunu ‘hakikat budur’ diye savunmayacak, kendi içinde dahi totaliter/baskıcı olmayacak, diğerlerinin doğrularına saygılı olacak, küresel vurgun soygun kıtal düzenin kurduğu barış ve istikrara gönüllü olarak katılacaktı…

Postyapısal dönüşüm içindeki varoluş ve mücadele yarışı bir hakikat yarışı veya çatışması değildir; toplumsal yapı bu türlü var oluşa da, söyleme de, örgütlenmeye de müsait değildir. Bunu yapmaya kalkışanlara ilkin kendi mensubiyeti/dahil olduğu toplumu karşı çıkar.

Postmodern toplumun kabulü sınırlarındaki her türlü hakikat yarışı ve var serbesttir. Yarışın kuralları ve kulvarı “her tür sayısal çokluk, çoklukla övünme, çokluk temelli üstünlüktür.”

Siz buna sekülerleşme, dünyevileşme, materyalistleşme de diyebilirsiniz…

Kur’an; tüm nitelikleriyle birlikte bu toplum biçimini bize “Tekasür suresinde” tanıttı.

Bu toplumda “Nuh ve Lut’un kavmi; Salih ve Hud’un kavmi; Şuayb ve Yunus’un kavmi; İbrahim ve Yusuf’un kavmi; Musa ve İsa’nın kavmi vs” hepsi vardır. Hiyerarşide birisi öne çıkmış diğeri geride kalmıştır ama, vardır.

Hepsi bu toplumda kendi inanç biçimi ve yaşayış özellikleriyle, postmodern özgürlük alanında ve sınırlarında yeniden var olmuş, yarışa girmiş, birlikte yaşamaktadır. Hepsinin hakları korunmaktadır.

Son peygamber olduğu için olsa gerek Hz Muhammed’in kavmi ve çevresindeki toplumlar, insanlık tarihinin bi özetiydi; diğer peygamberlerin kavimlerinin ortak özelliklerini taşıyordu; her biri kendi hakikatini temsil eden kabilelere tekabül ediyordu o gün.

Onun dönemi aynı zamanda, insanlık tarihinin gelecekteki muhtemel ortak şekillenişine de bi misaldi…

Ortaçağda küresel hegemonya mümkün olmadığından her toplum, kendi içinde geçmiş peygamberlerin kavimlerinden birinin yeniden üretilmesiyken

Modern dönem kısmen, post modern dönem küresel boyutta tümünü bir arada topladı, evrensel insan modeli ve küresel toplum yapısı içinde hepsinin tek tek var oluşuna zemin hazırladı…

Biz postyapısal bu değişim dönüşümü “ırk-mezhep-din-kültür-örf-cinsiyet-kadın-çevre-göçmen..” kimlikli birleşmiş toplumlar/kavimler olarak tanıyoruz.

Bu kimlik inşasıyla gerçekleşen parçalanma doğal olarak hakikatin, doğru anlayışının, değerler sisteminin, bilgi biçiminin ve dahi örgütlenme yapısının da parçalanmasını besliyor.

Her parça kendince doğrulara sahiptir, kendi hakikatleri içindedir. Diğerleriyle birlikte yaşıyor. Çatışanlar dışlanıyor, iddia sahipleri terörize edilip izole ediliyor…

Eskisi endüstriyel yenisi Tekasür nitelikli bu toplumu oluşturan ‘özne’ birey de farklıdır. Mensup olduğu toplum/grup/kabile asabiyesi başta, üzerinde baskı kuracak, özgürlüğüne set çekecek her söyleme ve yapıya karşıdır.

Karşı olunanlar din olmuş, sabit ve değişmez değer veya ahlak olmuş, aile cemaat olmuş fark etmiyor; tümü totaliter torbaya doldurulup dışlanmıştır.

Biz hedonizmi, nihilizmi, deizmi bu sayede tanıdık. Grek filozofları, Roma asilzadeleri ve aydınlanma sonrası bu süreçte toplu olarak gördük.

Bu türler, bu toplumsal yapının, kültürün, dini ideolojik telakkinin yahut dünya görüşünün doğal ürünleridir…

Postmodern toplum yapısı ve işleyişi içinde Müslümanca düşünülemez, yaşanamaz, örgütlenilemez! Müdahale içerden yapıldığı, anlama ve mahiyete içerden müdahil olunduğu için bu türlüsü beklenen bi şey olmaz.

Olanı reel, olması gerekeni irreal yapan bu zihniyet, değer ve olgu arasındaki ilişkiyi mevcut toplumsal yapı içinde kuracağı için olmaz.

Nihayetinde insan, tarihsel bağlamı ve sosyal şartları içinde mahkum/esirdir. Bu paradigmayı aşamaz.

Bu sebeple buraya dışardan bi müdahale şarttır; bu ancak peygamberlikle mümkün olacak bi şeydir.

Kur’an kıssaları burda rehberlik eder ancak Kur’anı metaforik ve sembolik yaklaşımla okuyan bu özne varlık, bu zihin,

Kur’an’dan istifade etmek yerine sosyal şartların ve tarihsel bağlamın kuşatması altında olduğundan bunu kavrayamaz…

Bu labirentten çıkış elbette mümkündür. Toplumsal yapıyı, günah ve fesad yayan sebepler hiyerarşisini tespit etmek, hangi peygamber milletinin sebeplerin sebebi olduğunu bilmek başlangıç olarak yeter.

Bize kalırsa peygamberlerin sonuncusuna bakmak, benzer şartlarda onun neyi nasıl yaptığını ve niye öyle yaptığını kavramak, stratejik bir adım olur.

Bunun olması, mümkün içinde görünen seçeneklerden birine sarılmak asla değil, tam aksine

İmkansızı mümkün kılacak zihinsel ve cemaatsel/vasat ümmet kopuşu gerçekleştirmeye bağlıdır. Bu da mümkündür.

Son peygamberin bu işi nasıl yaptığıyla alakalı fikrimizi ikinci seriye bırakalım…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *