İslam’da devletin varlığı, İslam milletinin rızası, onayı ve desteğine bağlıdır. Aksi hal başka bir siyasi örgütlülüğü ve fıkhı devreye sokar. Bu sebeple İslami referans, model, kültür ve tarihte “Din esastır, devlet dahil gerisi teferruattır.” Modern literatürde ise durum başkadır.
Hüseyin Alan
Devletin Dini Olur mu?
Türkiye’de oryantalist projenin yutturduğu büyük zokaya bakarsanız olur: Nedir o? “Adalet”…
Devleti “kendi başına bağımsız, otonom ve özerk bir kategori” olarak tanımlar ve savunursanız
Devlet kendi başına bir “amaç” olur: Din dahil geride kalan her şeyi ‘tanımlar, belirler, düzenler, sınırlandırır’ ve ‘istihdam eder.’
Siyaset biliminde ve tarihinde bu devlete “tanrı/ilah devlet” denir…
“Ontolojik” ve “etimolojik” felsefi numaralara müracaatı geçelim:
Devletin niteliğinin ve yapısının geçmişte “krallık/sultanlık” gibi somut ve şahsi, modern çağda olduğu gibi “soyut ve kurumsal” olması bakımından bir fark yoktur. İş, oluş, yapı, şekil, model, fonksiyon vs aynıdır…
Allah’a iman, kitap-din-peygamber ve dünya hayatı kavrayışında, siyaset/devlet tarihinde ve kültüründe “dinin devleti” değil, “devletin dini olur”, o da “adalettir” görüşünü benimseyenler için
“Devlet esastır, din dahil gerisi teferruattır.”…
Hobbes’in meşhur bir elinde kılıç, diğer elinde asa olan kutsal Leviathan canavarı, yeryüzündeki devlet tanrısını/ilahını sembolize eder.
O vakitler şahsen kral veya sultan, sonra onların yerine geçecek olan soyut ve kurumsal devlet olsun fark etmiyor, ikisi de Leviathandır: yeryüzünde yegane egemen gücü temsil eder.
O asa; yasa yapma yetkisi olarak papalığı, yani tanrısallığı-kutsallığı, tanrının yer yüzü temsilciliğini, kılıç; yasayı uygulama gücünü, yani siyasi otoriteyi ve egemenliği temsil eder.
Yasa yapma yetkisi ve o yasayı uygulama gücünü “tekeline” alan Leviathan yeryüzündeki tanrıyı/ilahı/devleti simgeler.
Yani devlet hem yasayı yapan, hem yasayı uygulayan yeryüzündeki tek tanrıdır: Gökteki tanrının da temsilcisidir.
Çünkü Papalık egemenliğini kaybetmiş, devletin yetki ve güç alanına girmiştir.
Temsillere bakılırsa devlete bu yetki ve gücü de göksel tanrı vermiştir. Dolayısıyla devlet tanrısı her ne yaparsa o “adalettir.”
Doğal olarak devlete itaat etmeyen, gökteki ana tanrıya isyan eden gibi asi olacaktır: En ağır cezayı ‘hak eder.’
Elbette bu tanrının adaleti de kendincedir: Sorgulanmaz ve yargılanmaz…
İslam’da devlet, her şeyde olduğu gibi İslam fıkhında bir kategoridir: Şeri hukuk sistemiyle tanımlı, bağımlı ve sınırlı bir varlıktır, meseledir. Bu sebeple bağımsız bir başlıkta ele alınmaz.
Buna karşılık devletin niteliği, varlık gerekçesi, teşkilatlanma şekli, idarecilerin vasıfları, kişilikleri, seçimleri ve azilleri ayrıntılı olarak anlatılır.
Bu bakımdan İslam’da devlet, kendi başına bir “amaç değildir”: Dinden, İslam şeri hukuk sisteminden bağımsız, otonom ve özerk bir kategori olamaz.
Namaz oruç hac gibi ibadetler nasıl kendi başına birer amaç, dinden bağımsız özerk birer kategori değil de, amaç için birer araç/füruat iseler,
Devlet de aynı amaç için siyasi bir araçtır/füruattır:
Öncelikle İslam ümmetinin, giderek ümmetler birliğinin toplumsal tüm işlerini ve ilişkilerini düzenler, herkesin uyacağı sınırları belirler.
Devlet kendisi amaç, kendi başına özerk ve otonom bir kategori olamayacağı için de, yanlış yaptığında yakasına yapışılır, sorgulanır, yargılanır.
Çünkü İslam’da devletin varlığı, İslam milletinin rızası, onayı ve desteğine bağlıdır. Aksi hal başka bir siyasi örgütlülüğü ve fıkhı devreye sokar.
Bu sebeple İslami referans, model, kültür ve tarihte
“Din esastır, devlet dahil gerisi teferruattır.”…
Modern siyasi literatür ve tarihte soyut ve kurumsal devletin “dini” ve “adaleti” olur mu?
Kendisi amaç, dinden bağımsız, otonom ve özerk bir kategori olan bir devlete bu sorulmaz, adama ya gülerler, ya da döverler:
Tanrının her buyruğu adildir: Böyle bir soru sormak kulun ne haddinedir!..
Din, devletin dini olduğunda “bireyin özeli” ayrı bir din değil inancı söz konusu olur:
Bu durumda devlet, bireye has tüm inançlar karşısında eşit mesafede durur ki, bunun adı “laikliktir.”
Laiklik, Allah’ın karıştırılmadığı alanlar, işler ve ilişkiler icat edip buralarda serbestçe hareket etmeyi, kafana göre takılmayı ifade eder.
Devletin ‘adaleti’ sayılan dini de, bu türlü ‘inanç özgürlüklerini’ yasalarla korumak, dolayısıyla herhangi bir inanca diğerleri karşısında üstünlük fırsatı vermemek, onları din seviyesine çıkartmamaktır.
Bu tanımı ve tasnifi yapma hak ve yetkisi yalnızca devlete ait olduğu içinde, devlet tanrıdır/ilahtır.
Bu tanım ve tecrübeyi kabul edenler, devletin dininden/düzeninden başka bir din/düzen yoktur demiş olur, başka bir dine sahip olduğunu söyleyenlerinde dinleri değil inançları olmuş olur.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *