Tüm bu bakışlarda aradığımız kendimizde bulacağımız şey bize, bizim de bu türlü bakışlara sahip olduğumuzu ve olacağımızı, ve bizim de bakışlarımızda kendilerini arayanları barındırdığımızdır.
Mehmet Akif Coşkun
Kendimizi aramak için bir yolculuğa niyet ettiysek, bakışlarımız seyrek ve seçici de olsa gördüğümüz her şeyde kendimizden bir parça bulabiliriz. Bu ise, yolculuğumuz eğer kendimizi aramak maksatlı olduğunda mümkün olur ancak. Başka maksatlarla çıkılan yolculuklara içine gizlice kendimizi aramayı da dahil edebirsek şayet, önümüze düşen her yolculuk kendi adımıza daha bir anlam kazanacaktır.
Bazen kitaplarda ararız kendimizi, satır satır izini süreriz kendi kaybolmuşluğumuzun. Bir roman kahramanının vicdanında, cesaretinde, korkusunda yahut bedbinliğinde buluruz kendimizi. Bir şiirin en farkedilmez, en anlamsız mısrasında gizlenmiştir de ifşa olunmasın diye usulca geçeriz üzerinden. Felsefenin derinliklerine yelkenlenirken en anlamsız düşüncelerde karşımıza çıkıp ayaklarımızı yerden keser. Bazen dinlediğimiz türkülerde ararız kendimizi. Türkü en acı haliyle yüreğimize işlenirken, biz kendimizden bir şeyler bulmanın hüznü-sevincini yaşarız.
Bazen dağların eteklerinde, bazen yollarda, bazen tabiatın kucağında, bazen eşyanın kendisinde ve bazen de insanın türlü hallerinde ararız kendimizi.
Kısacası her gördüğümüz, okuduğumuz, dinlediğimiz şeylerde kendimizden bir parça bulabilmek, bizi yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız karşısında bir parça nefes almamıza vesile olacaktır.
Bakışlarda kendimizi aramak
Bakışların ardında gizlenen bir ben var
sesimden tanıyacak ve gösterecek kendini biliyorum
bir seslenebilsem ah çağırabilsem kendimi
uzatacak elini bana görüyorum
Bir çocuğun taze yüzündeki çelişkilerde buluruz kendimizi. Çelişkiler yumağını çözmeye varmaz elimiz. Gözlerindeki masum acıyı yalancı tebessümle saklamaya kalkışmak hep ele vermez mi bizi? Tebessüm, asla kendimizin çizebileceği bir şey değildir. Yürekten gelmiyorsa hep bir yalancı kalacaktır yüzümüzde ve hep ele verecektir bizi. Neden gözlerimizdeki acıyı bu yalancı tebessümle gizlemeye kalkışırız ki? Oysa her defasında bir hüsrandır bu yelteniş. Biz yine de bunu bildiğimiz halde tekrar ve tekrar yelteniriz. Yüzümüzde, gerçek acıyı gösteren bakışlarla yalancı mutluluğumuzu gösteren tebessümle hiçbir canlının gösteremeyeceği bir derya oluşur. O deryada bile isteye kaybederiz kendimizi. Sırf tekrar dönüp aramak için..
Kuşkulu bakışlarda buluruz kendimizi. Kuşkulu bakışların ardında mahçup bir halimiz gizlidir. Utanırız bakışlardaki bu kuşkuya sebep olduğumuz için. Kızarız, öfkeden elimiz ayağımız titrer. Birbirimize karşı neden kuşkuyla bakarız?
Şimdi bu satırları kaleme alırken, tam da bunu sorgularken aklıma gelen bir hatırayı paylaşmalıyım. Almanya’da , büyüklüğü ile nam salmış bir parkı gezerken uzaktan bana gülümseyerek yaklaşan birini farkediyorum . Simasından uzak doğulu olduğu belli oluyor. O, bana gülümseyerek ve el sallayarak yanıma yaklaşırken ben zihnimde türlü sorularla meşgul oluyorum. Tanışıyor muyuz? Beni nereden tanıyor? Neden gülümsüyor? Aceba biriyle mi karıştırdı? Zihnimden geçen tüm bu sorular kendi içinde bir kuşku barındıyor. Yanıma kadar yaklaşıp kırık bir aksan ve ama düzgün bir Türkçeyle selam veriyor. Bu şaşkınlığımı daha da artırıyor, çünkü Almanya’da uzakdoğulu birinin düzgün bir Türkçeyle konuşması sıkça rastlanılan bir durum değildir. Yüzümdeki şaşkınlığı ve kuşkuyu fark ediyor. Elini omuzuma atıp kendini kısaca tanıtmaya başlıyor. Adı Duck Chi Kung, Güney Koreliymiş. Geçmişteki Güney Kore—Türkiye ilişkisinden, kendisinin uzun yıllar Türkiye’de birçok şehirde bulunduğundan, Türklerin ne kadar misafirperver ve dost yanlısı olduğundan bahsediyor. Zihnimdeki tüm kuşkular kayboluyor. Biz aslında daha önceden tanışıyormuşuz. Bizim aramızda çok öncelerden beri bir muhabbet varmış. Fakat nasıl oldu da böylesi bir değeri unutabilmiştim, şaşıyorum.
Kendimizi bu kuşkulu bakışlarda bulurken bu kuşkuyu ortadan kaldıracak kuvvete de sahip olduğumuzu aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini Güney Koreli arkadaşım sayesinde tekrar öğrenmiş oldum.
Gördüğümüz şeyle yahut kimseyle aramızdaki kuşkunun ortadan kalkması ve muhabbetin gerçekleşmesi için yapılan bir adım, gördüğümüz şeyin yahut kimsenin gözünde ve dahi gönlünde gören kimseye karşı duyulan yabancılık halinin azalmasına yardımcı olur. Görenin gözünde ve dahi gönlündeki ahlaki derinliğin izahı budur.
Yılların kırışıklarla çepeçevre kuşattığı derin bakışlarda buluruz kendimizi. Bir yol gösterici gibi bu kırışıklar bir merkezde toplanır. Kırışıkların izini sürerek vardığımız yer bakışlardır. İnsanın en mahrem sığınağıdır bakışlar. Gariptir. Kendimizi bakışlarda gizlerken yine bakışlarımızla ele veririz. Dilimizin kelimelere sığdıramadığını bakışlarımızla dile getiririz. Bakışların da bir dili olduğunu bilmeli ve onları okumayı öğrenmeliyiz. Bakışların dilini de yine bakışlarımızla öğrenebiliriz. Gönülden göze doğru ilerleyen bir bakışla. Vicdanımızla, merhametimizle, göstermeye çalıştığımız anlayışımızla ancak bakışlardaki dilin bağını çözebiliriz.
Tüm bu bakışlarda aradığımız kendimizde bulacağımız şey bize, bizim de bu türlü bakışlara sahip olduğumuzu ve olacağımızı, ve bizim de bakışlarımızda kendilerini arayanları barındırdığımızdır. Bakışlarımıza biriktirdiklerimiz, bakışlarıyla bizlerde kendilerini arayanlardan da bir parça barındırdığı gerçeğini fısıldar bize. Onlar bakışlarımızdaki kendilerini buldukça yükümüz hafifler, onların bakışlarıyla da var olmaya başlarız.
Bir bakış ki açıyor gönül muammasını,
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiçbir lisanda yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *