Tarih ve hassaten bizim yakın tarihimiz, ibret almak ve bugüne dair malumat devşirmek için çok değerli nasihatler içermektedir. Tarihin terbiye edici gibi öğretici ve eğitici bir özelliği vardır.
Yakup Döğer
Sultan Abdülaziz ve V. Murad’ın hal fetvasıyla azil edilmesi sonucunda saltanat koltuğuna oturan II. Abdülhamid, meşrutiyeti ilan edip Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koymuştu. Parlamenter ve anayasalı siyasi idare cari olmuş, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’dan oluşan parlamento göreve başlamıştı. Siyasi düzen her ne kadar anayasalı parlamenter sistem olsa da, oluşturulan anayasa siyasi idarenin bütün yetkilerini sultana verecek, parlamenter düzen içinde tek adam idaresini anayasal güvenceye alacak şekilde hazırlanmıştı.
Nitekim 1876 da ilan edilen meşrutiyet, Kanun-i Esasi’nin sultana tanıdığı yetki ile 1878 yılında sultan tarafından çeşitli gerekçelerle süresiz tatil edilmişti. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti ve siyasi idaresi 1908’e kadar tamamen Abdülhamid’in iradesiyle idare olunacaktır. İçeride hiçbir muhalife göz açtırmayan sultan, memleket içindeki ve dışındaki her hadiseden haberdar olmak için büyük bir istihbarat ağı kuracaktır.
Devleti Ali bu zaman diliminde askeri, siyasi, iktisadi ve içtimai olarak en buhranlı dönemlerini yaşamaktadır. Yaşanılan uluslararası baskının, içişlerine müdahalenin ve işgallerin önüne geçmek için İttihad-ı İslam bir kurtuluş düşüncesi olarak gün yüzüne çıkar. Gerek Abdülhamid gerekse muhalifleri bu kurtuluş düşüncesine ideolojik bir mahiyet yükleyerek bütün dünya Müslümanlarını İslam Birliği altında bir araya getirip uluslararası baskıdan kurtulmanın yollarını arar. Abdülhamid bu düşünceye ideolojik bir boyut yükleyerek çok ciddiye alır.
Yaşanılan dönmede Osmanlı Devleti bir devlet olmaktan öte, Din-i Muhammedi’nin ve Müslümanların hamisi olması bakımından yeryüzünde tek olarak varlığını sürdürmektedir. Mısır ve Tunus, Devleti Aliye’nin yardımlarıyla ayakta durmakta, İran ise güçlü bir devlet tesisine muktedir imkânlardan uzaktadır. Hindistan ve Çin coğrafyalarında iki yüz milyona yakın Müslüman ahali bulunduğu halde, Hıristiyan ve putperestlerin tahakkümü altında, bir İslam Devleti teşkil edememiştir. Hilafeti temsil Osmanlı Devleti’nin elinde bulunduğundan dolayı, bu durum bile dünya Müslüman halklarına manevi bir destek vermektedir. Genç Osmanlılar tarafından gün yüzüne çıkarılan bu düşünce, Abdülhamid için de tutunacak bir dal olmuştur.
İttihad-ı İslam düşüncesini devlet politikası haline getirmeye ve Osmanlı mülkü dışındaki Müslümanlarla irtibat kurmaya azami gayret gösteren Abdülhamid, yurt içinde ise amansız bir baskı politikası kurmuş, hiçbir muhalifine göz açtırmamaktadır. Abdülhamid kendi ailesine gaddarca davranan, aile dışına ise müşfik ve merhametli bir baba gibidir. Dünyanın her yerindeki İslam ehli ile politik alanda fayda sağlamak çabasında olan sultan, kendi mülkü içinde büyüyen düşmandan habersizdir.
Osmanlı halkı savaşların, yoklukların, iktisadi buhranların, işsizliğin, ahlaki bozulmanın, geçim sıkıntısının pençelerinde kıvranırken, Abdülhamid sürekli dışarıya bakmakta, devletin ve saltanatının bekasını dışarıda sağlanacak bir birlikte görmektedir. Oysa kendi devletinde, kendi iktidarında yokluk, sefalet, işsizlik, ahlaki bozulma, Avrupa-i eğitim kurumlarının çoğalması, materyalist fikirlerin yayılması ileriki günlerde yaşanacak büyük buhranın habercisi gibidir. Fakat sultan bunları ya göremez ya da görmezden gelir.
Abdülhamid bir yandan İslam birliğini tesise çalışırken, bir yandan da Avrupa tipi eğitim kurumlarının açılmasını sağlamış, müzeden musikiye savunduğu idealin zıddı olacak birçok icraatı gerçekleştirmiştir. İleride kendisini tahtından edecek nesil, bir bakıma O’nun açtığı eğitim kurumlarının mezunları olacaktır. Abdülhamid en çok zarar gördüğü Avrupa devletlerinin eğitim kurumlarını, kültürüyle birlikte memleketine taşımaktan geri durmamış, Rusya tehdidine karşı denge kurabilmek için yine başına büyük belalar açan Batı ile ittifak kurmaktan çekinmeyen siyaset icra etmiştir.
İçeride sessiz muhalefet büyür iken, dışarıdaki muhalefet Avrupa’nın desteğiyle sesini yükseltmeye başlamıştır. Ehliyet ve liyakati bir kenara bırakan Abdülhamid, görevlendirdiği memurlarda sadakati öncelemiş, kendisine sadakatle bağlı olanları iş başına getirmiştir. Uyguladığı politikalara en ufak itiraza ve muhalefete dahi hiçbir müsamaha göstermeyen sultan, hakikatlerden ziyade ispiyoncuların jurnalleriyle hareket ederek tedbirler almaya çalışmıştır. İttihad-ı İslam düşüncesi altında yurtdışına büyük ilgi gösteren sultan, Osmanlı Sultanı olmaktan ziyade, ümmetin halifesi sıfatıyla öne çıkmaya çalışmış, halife sıfatı sultan sıfatının önüne geçmiştir. Yurtdışında bu sıfatla itibar arayan Abdülhamid, içerideki itibarını da sürekli kaybetmektedir.
Kendi mülkünde ıslahat ve modernleşme çabalarına hız veren sultan, mali yönden büyük sıkıntılar çekmesine rağmen sağladığı borçlarla yatırımlar yapmakta, lakin mazlum Anadolu halkı ise sefalet içinde yaşamaktadır. Hastalıkların ve kıtlığın vurduğu memleket insanı, nasıl geçineceğinin derdine düşmüş, birde memleket içindeki gayrimüslimlerin baskılarına maruz kalmıştır. Abdülhamid kendi halkının yaşadığı bu amansız sıkıntılara kayıtsız kalmıştır.
31 Mart Vakası sonucunda hal fetvasıyla Abdülhamid’in saltanat koltuğundan indirilmesi yurtiçinde büyük sevinçle karşılanırken, yurtdışında üzüntü ile karşılanmıştır. Abdülhamid’i tahttan indirenler ağır bir dille eleştirilmiştir. Bu durum, sultanın içeride ve dışarıda nasıl göründüğünün en bariz delilidir. İttihad-ı İslam düşüncesini politik manevraları için kullanan Abdülhamid, dışarıdaki Müslümanların gözünde ümmetin halifesi ve bütün İslamların bir kurtarıcısı olarak görülürken, içeridekilerin gözünde ise zalim, müsrif, müstebit, katil, gaddar gibi sıfatlarla anılmıştır.
Abdülhamid’in bütün dünya Müslümanlarına yardım etme çabası, bu uğurda mücadelesi elbette takdir edilecek bir davranıştır. Fakat kendi memleketinin halkına, insanlarına karşı olabildiğince kayıtsız kalması, yaşadıkları yoksulluğu, çaresizliği, imkânsızlığı görmemesi, bütün dünya Müslümanları ile bir araya gelmeye çalışırken, kendi memleketinin insanlarıyla düşman olması, üzerinde hassaten düşünülmesi gereken önemli husustur. Kim bilir, belki de bu durum yaptığı büyük yanlışların sonucudur.
Kendi halkı açlık ve yoksulluk içinde iken, Avrupa medeniyetini yakalamak için çeşitli maddi yatırımlar yapması, kendi dinine uygun eğitim usulünü ihya etmeyi bırakarak Avrupa-i eğitim sistemine teveccüh duyması, piyanoya, musikiye merak salması, savunduğu kurtuluş düşüncesiyle tamamen zıtlık göstermekteydi. İnsanı yaşatmadan devleti yaşatmaya çalışması, İslam birliği düşüncesini, iktidarının devamını sağlayacak bir araç olarak görüp politik amaçlarına alet etmeye çalışması büyük yanlışlarından biriydi.
Düşünen sorgulayan, eleştiren, muhalefet eden ilmiye sınıfını susturması, her dediğine itaat eden tarikat şeyhlerine öncelik vermesi, dinin uyarıcı ve ikaz edici yönünü örterek, uyuşturan, sorgusuz itaate yönelten sapkın tarikatları sürekli desteklemesi, büyük yanlışlarından biriydi. Otuz küsur yıllık iktidarında, bütün kontrol elinde iken, bilinçli ferasetli, ilim ehli bir nesil yetiştirememesi, düşünenleri sorgulayanları sürekli olarak baskı altında tutması, liyakatten öte sadakati öncelemesi, büyük yanlışlarından biriydi.
Saltanat koltuğuna oturduğunda, ilk yaptığı işlerin başında kendisini iktidara getirenleri harcamak oldu. Zira kendisine muhalefet edilmesine tahammülü yoktu. Bir gün kendisinin de bu gibi kişiler tarafından iktidardan indirilebileceği endişesini yaşamaktaydı. İlahi taktirdir ki, kendisini de hal fetvasıyla iktidardan indiren yıllarca beraber çalıştığı, yanında duran en güvendiği adamları oldu. Evhamlarını hakikatlerin önüne geçirmesi yaptığı büyük yanlışlardandı.
Tarih ve hassaten bizim yakın tarihimiz, ibret almak ve bugüne dair malumat devşirmek için çok değerli nasihatler içermektedir. Tarihin terbiye edici gibi öğretici ve eğitici bir özelliği vardır. İbret almak isteyenler bu terbiye edici öğretmene dikkatle bakmalıdır.
Şimdi buradan bugüne ne çıkar? Akıl sahipleri iyice bir düşünmeli değil mi?
1 Comment
İbrahim
1 Mayıs 2021, 10:46Bismillahirrahmanirrahim
REPLYAbdülhamid han yurt dışındaki müslimun ile alakadar olduğu gibi yurt içindeki müslimun ilede alakadardı. Yurt içinde 1000 kusürden fazla eseri buna delildir. Ancak hatası belki tarikat şeyhlerine itibar göstermesi ,açtığı okullarda 19.yy sapkın akımlarının ve felsefenin okutulması ve ne olduğu belli olmayan dönmelerin başını ezmemesi az istibdat uygulayıp masum halkı bunların şerrinden uzak tutmamasıdır.Kendisinin başarısına delil ise 33sene imparatorluğu yekpare tutması kendisinden sonra heryerin elden çıkması.