Ebu Hanife’nin asıl adı El-Numân bin Sabit bin El-Numân’dır. 699 (Hicri 80) yılında doğmuş ve, 767’de (Hicri 148) Bağdat’ta şehit edilmiş. Sünnilikte ehl’i sünnet itikadının lideri olarak görülmüş de diyebiliriz. Genel rivayetlere dayanarak miladi takvime göre geçen hafta (06-Mayıs) İmam Ebu Hanife’nin şahadet yıl dönümü idi. “Babasının adı, Sabit’tir. Horasan’ın ileri gelenlerinden bir zatın soyundan
Ebu Hanife’nin asıl adı El-Numân bin Sabit bin El-Numân’dır. 699 (Hicri 80) yılında doğmuş ve, 767’de (Hicri 148) Bağdat’ta şehit edilmiş. Sünnilikte ehl’i sünnet itikadının lideri olarak görülmüş de diyebiliriz. Genel rivayetlere dayanarak miladi takvime göre geçen hafta (06-Mayıs) İmam Ebu Hanife’nin şahadet yıl dönümü idi.
“Babasının adı, Sabit’tir. Horasan’ın ileri gelenlerinden bir zatın soyundan olup, Numân ve ailesinin Arap olmadığı kesindir; onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. Dedesi Zuta’nın, İslam dinini kabul ettiği, babası Sabit’in, Halife Ali ile görüştüğü, kendisi, evladı ve zürriyeti için duasını aldığı rivayet edilir. Künyesi olan Ebu Hanife’nin “Batıldan Hakka koşanların babası” manasında kullanıldığı rivayet edilmektedir.” (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Küçük yaştaKur’an’ı ezberlemiş ve Arapçanın o zaman tasnif edilmekte olan sarf, nahv, şiir ve edebiyatını öğrenmiştir. Gençliğinin ilk yıllarında Eshab’ı Kiram’dan Enes bin Malik’i, Abdullah bin Ebi Evfa’yı, Vasile bin Eska’ı, Sehl bin Saide’yi ve Hicri 102’de en son Mekke’de vefat eden Ebu’t-Tufeyl Amir bin Vasile’yi görmüştür. Bunlardan hadis dinlemiştir.
İmamı Azam Küfe gibi bir bölgede yaşıyor. Küfe darphane olarak nitelendirilen bir yer. Böyle denmesinin sebebi de hadis uydurmakla meşhur olan bir bölge olmasından dolayıdır. Bu yüzden de Ebu Hanife hadis konusunda temkinli davranmak zorunda kalıyor ki nitekim öyle de yapıyor.
Ebu Hanife ile Buhari arasında bir ihtilaf söz konusudur. Fakat Ebû Hanîfe 80-150 yılları arasında yaşamıştır Yani Buhârî Ebû Hanîfe’nin ölümünden tam 44 yıl sonra doğmuştur Buna rağmen, aralarında bir ihtilaf söz konusu olmuştur ve bu gerçektir Pek çok müellif bu meseleye temas etmiş ve bilhassa Hanefîler, İmam-ı Azâm’ı müdafaa için konu üzerine eğilmişler, özel eserler vermişlerdir El-Lübâb’ın sahibi, Abdülgani el-Meydânî ed-Dımeşkî’nin Keşfu’l-iltibas Ammâ Evredehu’l-Buhârî alâ Bâzı’n-Nâs adlı eseri bunlardan biridir.
Anlaşılan kendisinden 44 yıl sonra dünyaya gelen Buhari kendi ilmince birtakım hadisleri derlemeye başlayınca Ebu Hanife’nin bazı konulardaki içtihatlarına ters düşmüştür. Buhari eserlerinde isim vermeden Ebu Hanife’yi sürekli eleştirmiştir. Gerçi o dönemde yaşayan bazı İslam düşünürlerinin tepkileri de ilginçtir.
Ehl-i Sünnet için meşhur olan, ünlü Muhaddis, alim ve Fakih, Süfyan bin Uyeyne, Ebu Hanife’nin ölüm haberi kendisine gelince şöyle demiştir:
“Allah ona lanet etsin! İslam’ın can damarlarını, bir bir kopardı Müslümanlar arasında ondan daha şerir biri doğmamıştır ” (İbni Abdulbirr, El İntika, s. 149–150)
İbnül Carud ise Ebu Hanife’yi tanıtırken şu korkunç sözü söylüyor: “Müslüman olup olmadığı tartışmalıdır ” (El İntika, s. 150)
Bir diğer mezhep imamı olan İmam Malik ise şöyle demiştir:
“Ebu Hanife, İslam bünyesinde doğan en şerir varlıktır Bu ümmete, fikirleri yerine kılıçla vursaydı daha iyi olurdu” (El İntika s 150)
Yukarıdaki sözleri duyunca ehlisünnet itikadına sahip olduğunu iddia edenlerin çoğunluğunu oluşturan Hanefilerin başucu kitaplarının Buhari ve Müslüm’ün derlediği hadisler olması çok ilginç bir durumdur.
İmam Buhari’nin İmam Hanife hakkında böyle davranmasının sebebi büyük bir ihtimalle aklın, nakli delillerin önüne geçirilmesine ve kıyasa şiddetle karşı olması olabilir. Çünkü şu bilinmektedir ki Ebu Hanife kıyas ve aklı naklin önüne geçirmede çok usta birisidir. Bu sebeple bu konularda nakli delilleri önemseyen içtihadi şeylere karşı olan birçok kesimce Ebu Hanife hep suçlanmıştır. Buna bir örnek verilmesi gerekirse;
Muhammed Bâkır; Ebû Hanîfe’ye “Dedem (sav)’in dinini değiştirmişin.” der.
Bunun üzerine Ebû Hanîfe; “İnsanın idrarı mı daha pis yoksa menisi mi?” Muhammed Bâkır “İdrar daha pistir.” der. Ebû Hanîfe “Eğer ben Deden’in dinini değiştirecek olsaydım, insanların meniden dolayı abdest, idrardan dolayı boy abdesti almalarını emrederdim. Fakat senin Deden’in dinini kıyasla değiştirmiş olmaktan Allah’a sığınırım.” der.
Aslında İmam Hanife birçok konu hakkında iyi düşüncelere sahip birisi. Fakat üzerindeki bu yoğun baskıdan dolayı belki de birçok konuyu rahatlıkla konuşamamıştır. Tıpkı günümüzdeki bir çok din adamının geçmişten gelen nasları inkâr ediyor görüntüsü vermemek için gerçekleri söyleyememeleri gibi bir durumdur bu. Falanca alim böyle demiş ise bu doğrudur mantığı.
Fakat Ebu Hanife’nin bu cesur çıkışları uygun isabetli görüşleri kadar hatalı yorumları da olmuştur. Ki bu yorumların birçoğu zaten takipçileri tarafından günümüzde aynen yaşatılmaktadır.
İmam Ebû Hanîfe şöyle diyor: “Kabir azabını bilmem” diyen kimse helaka uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o kimse, kabir azabının ifade edildiği “Biz onları iki defa azaplandıracağız” (9/et-Tevbe, 101) ayetini ve kabirdeki azabı anlatan “Şüphesiz zulmedenlere bundan başka da bir azap var” (52/et-Tûr, 47) ayetini inkâr etmiştir. Eğer bu kimse, “Ben ayete inanıyorum; ancak tefsir ve teviline inanmıyorum” derse kâfir olur. “
İmam Hanife’nin söylediği ayetin hiçbir şekilde kabir azabı ile ilgisi bulunmamaktadır. Ayetin tam meali şöyledir:
“Gerek çevrenizdeki Bedeviler içinde ve gerekse Medine halkı arasında ikiyüzlülükte uzmanlaşmış kaşarlanmış münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, ancak biz biliriz. Onları iki kez azaba çarptıracağız, sonra da büyük azaba uğratılacaklardır.”(Tevbe-101)
“Fakat bu ayette özel bir münafık gruptan sözediliyor. Bunlar ustalaşmış, uzmanlaşmış, kaşarlanmış, inatçı ve iflâh olmaz münafıklardır. Öyle ki bütün önsezisine ve bu konudaki deneyimliliğine rağmen, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bunların durumunu fark edemiyor. Ama acaba durumun sonu ne oluyor?
Yüce Allah, gerek Medineliler arasında, gerekse şehrin çevresinde yaşayan bedeviler arasında böyle bir grubun bulunduğunu haber veriyor. Arkasından bu gizli, aldatıcı ve kaşarlanmış şebekenin tuzaklarını, komploları karşısında Peygamberimize ve yanındaki mü’minlere güvence veriyor. Aynı zamanda iki yüzlülüğü sanat haline getirmiş bu usta münafıklara da şu tehdidi yöneltiyor: Onların yakasını kesinlikle bırakacak değildir. Kendilerini hem dünyada, hem de ahirette katmerli azaba çarptıracaktır.” (Fizilal-Seyyid Kutub)
Yani ayet münafıklar içindir bahsedilen kabir azabı ise Müslümanları da içine alan bir tanımlamadır ve üstelik bu ayetteki geçen “iki kez azab” hem dünya hem de ahiretteki azabı anlatmaktadır. Kabir azabı ile ilgisi bulunmamaktadır.
Ebu Hanife’nin verdiği diğer ayetin meali ise; “Zulmedenlere, şüphesiz bundan başka da azab vardır; Fakat onların çoğu bilmezler.”(Tûr-47) şeklindedir.
Bu ayetin üst kısmındaki ayetlerde de zulmeden, Peygamberlerine tuzak kuran kâfirlerden bahsedilmiş ve ahirette tuzaklarının bir işe yaramayacağını ve bundan öncede dünyada iken onların bilmediği bir azabında kendilerini beklediği söyleniyor. Yani bu ayetlerde Müslümanlara hitap yok üstelik kabir azabı denilen bir şeyden de bahsedilmiyor. Azabın ne olduğu da söylenmemiş. Bu ayetlerden böyle bir yorum çıkarmak üstelikte bu ayetlere inanan fakat ayetlerin tefsirini yapan kabir azabı vardır diyen birine inanmayan Müslümanları kâfir ilan etmek çok cesur ve insafsızca bir düşüncedir.
İmam Hanife bu ayetleri yanlış yorumlamış üstelikte bu konularda itikadi hükümler çıkarmıştır. Bu ve benzer birçok konuda da aynı hataları yapmaktadır. Fakat İmam Hanife’nin hadislere yaklaşımı çok doğru bir yaklaşımdır. Hayatı boyunca 17 hadisin güvenilir olacağı kanatine vardığı söyleniyor. Hadis uydurmacılığının moda olduğu bir dönemde de hadis nakilciliği yapmaması doğru bir davranıştır. Zamanında onu bu konuda eleştirenler olsa da günümüzde bu konularda kimse herhangi bir eleştiride bulunmamaktadır. Çünkü Ebu Hanife’nin bağlıları olduğu farz edilen bu kimseler Ebu Hanife’yi tanımamaktadırlar. Ondan sonraları doğan Buhari’nin hadisleri senet zincirini dikkate alarak derlemesi ile işler iyice karışmıştır. Çünkü bundan sonra bu kitaplarda olan hadisler sonraki kuşaklar tarafından eleştirilemez doğruluğu kesin hadisler olarak algılanmıştır. Üstelik bu tarz eleştiriler Buhari döneminde bu derlemeye ters düştüğü için İmam Hanife’ye yapılıyor. Müslümanlığından bile şüphe duyanlar oluyor. Günümüzde ise hadisler konusunda titiz davranan bunların Kur’an’a ters düşenlerini kabul etmeyen kardeşlerimize de çok ilginçtir ki Ebu Hanife’nin mezhebine bağlı olduğunu söyleyen kimseler tarafından Müslüman olmama şüphesi ile yaklaşılmaktadır. Tıpkı Buhari ve taraftarlarının mezhep önderleri Ebu Hanife’ye yaptığının aynısını bu kardeşlerine yapıyorlar.
Bu dönem alimlerinde görülen bir eksiklik ise bu alimlerin tasavvuf kültürü içerisinde yetişmiş olmaları ve tasavvuf konusunda ki ayrımın net yapılamamasıdır. İmam Hanife de tasavvuf bilgilerini Muhammed Bakır, ondan sonra da Silsile-i aliyyeden olan Cafer-i Sadık’dan öğreniyor. Bence bu kanal İslam adına sakıncalı bir kanaldır.
Tüm bunlar bir yana İmam Hanife’nin zamanındaki zalim hükümetlere olan muhalefeti günümüzde es geçilmiş durumdadır. Ebu Hanife’nin bu direnişi takdire şayandır. Ebu Hanife bütün zorlamalara rağmen Tağuti sisteme boyun eğmemiş ve sistem adamı olmamıştır. Ancak Abbasi Devletinin İkinci Halifesi Ebu Cafer Mansur’un kendi yorumladıkları İslam’a uymayan davranışlarına ve yönetim anlayışına fetva vermediğinden, Ebu Hanife’yi hapsettirip işkence ettirerek, zehirleterek öldürtmüştür. İnşallah şehid oldu. Yüce Allah şahadetini kabul etsin.
Ebu Hanife’nin fıkhi birçok içtihadını harfi ile öğrenip yaşamaya çalışan taraftarlarının inşallah O’nun mevcut sistemler ile olan ilişkisini de araştırma gereği duyarlar. Çünkü şu an bu kimselerin hemen hemen hepsi tağuti sistemlerle barışık durumdadırlar. Böyle bir öğrencilik Ebu Hanife gibi bir öğretmene ihanet sayılacak bir durumdur.
Doğrusu ve yanlışları ile döneminin yetiştirdiği Ebu Hanife’ye dualarımızı gönderiyoruz. Yanıldığı konularda kötü niyetli olmadığı görülüyor. Rabbi onu bağışlasın şahadetini kabul etsin.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *