Sen olsa olsa liberal-demokrasiyi güçlendirirsin. Olsa olsa İslam’ın siyasal bir talebinin olmadığı şeklinde tekrarlanan nifak söylemini güçlendirirsin. Bunun için, senin heykelini dikmeliler be hocaefendi! Senin gibi ‘hizmet’ erbabı her yüz yılda bir gelir ancak…
Mehmed Durmuş
Başbakan bir kez daha gündem belirledi. Uzun yıllar su sızmayan dostluklar yaşadıkları Fethullah Gülen’e, “yurda dön!” çağrısı yaptı ve ortalık bir kez daha hareketlendi.
Bu çağrının, zahirdekinden başka anlamları olduğu kesin olmakla beraber, bunların içinden gerçeğe en uygun olanını yakalamak o kadar kolay görünmüyor. Acaba Başbakan, bu çağrısını, memleket hasretiyle kavrulan(!) ve şu anda aralarında birtakım sürtüşmeler yaşansa da yine de öyle veya böyle gönül bağı olan F. Gülen’e duyduğu saygı ile karışık bir acıma hissi ile gerçekten gurbet acısının bitmesi için mi yaptı? Yoksa Gülen ve bilhassa ‘şahin’ taraftarlarını köşeye sıkıştırmak mı istedi? Acaba Gülen ve grubuyla arasındaki nizaı, kamuoyu önünde bir anlamda restleşerek mi sürdürmek istedi? Bu varsayımın bir uzantısı olarak Başbakan, Gülen’in dönmeyeceğini bile bile çağrısını yaparak, bir anlamda kamuoyu önünde açık düşürmek istemiş olabilir mi? Yoksa, Gülen tamamen bahane olup, onun fevkindeki irade ile Hükümet araksındaki bir çekişmenin yansımaları mıydı yaşanan?
Bu ihtimallerden daha başka sebepler de mevcuttur muhtemelen.
Başbakanın niyeti her neyse de, bir de çağrılan açısından olaya bakalım.
F. Gülen, “yurda dön!” çağrısını kendine has olağanüstü kibar(!) üslubu ile reddetti; şimdilik buradayım, gelmiyorum dedi. Bu vesileyle bazı mesajlar da verdi, ya da eski mesajlarını yineledi. Mesela ölünce -ki ölünceye kadar Amerika’da kalacağı anlamı da çıkıyor satır aralarından- memleketine/köyüne getirilmeyi ve annesinin ayaklarının dibine gömülmeyi vasiyet ediyor. (Bunları söylerken nasıl ağladığı, hazretin sağlık durumunu anlamak bakımından herkül.org’daki videodan izlenmesi tavsiye olunur).
Gülen, Başbakan’ın çağrısına çok da müteşekkir olmadı. Başbakan’ın, olimpiyat salonunda aldığı alkışın dolduruşuna geldiğini ima etti.
Gülen’in sözlerindeki tezatlar, gereksiz şekilde lafı eveleyip-gevelemeler bir yana, söylediklerinden biri bilhassa onun akıl sağlığı hakkında kaygı vericiydi… Gülen, 44 yaşındayken (yıl: 1941+44= 1985 oluyor!) “belki beni asarlar” diye bir beklenti (korku) içindeymiş. Bu yaşta asılmayınca, 11’in katı olan 55 yaşında “belki asarlar” diye beklemiş. Yine asılmayınca, yine on birin katı olan 66 yaşında asarlar diye hayıflanmış, yine olmamış… (www.herkül.org, 18.06.2012). Hazret şimdi 71 yaşında bulunuyor ve yine on birin katı olan 77’yi beklemesi gerekecek… O da olmazsa, 88…
Gülen’in bu sözlerine sayıklama mı denir, korku mu denir, onu bilmiyorum. Fakat bildiğim ve emin olduğum tek şey var ki, bu değerlendirmelerin sağlıklı bir bünyeden sardır olmadığı.
Gülen acaba neden 44, 55 ve 66 yaşlarında kendisini asacakları korkusuna kapılmış? Neden 11’in katları? 11 rakamının hikmeti ne olabilir? 1960, 1971, 1980, 1998 yıllarını filan zikretse bir anlamı olacak; yanlış anlaşılmasın, “11’in katları”na göre anlamı olacak… Yoksa vaizimiz hiçbir darbe döneminde en küçük karşıt tavır takınmamıştır. 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat darbelerine verdiği destek; 28 Şubat döneminin etkin generali Çevik Bir’e yazdığı mektup ortada…
Fakat dikkat çekmek istediğimiz asıl bu değil; yaşının her on bir katına uğrayan duraklarda idam edilme korkusuyla yaşayan bir insan ve bu insanın Türkiye’de olağanüstü bir ilginin odağı olması… Bu insan üzerinden birtakım ultra projeler yürütülmesi, ultra projelerin mevzuu olması, büyük gürültü-patırtıların, tartışmaların bir numaralı öznesi olması…
Böylesi sanrıları olan bir insanın bütün dünyayı hayran bırakan(!) söylemlerine nasıl itibar edilebilir? Bu itibarı gösteren ‘dünya’ nasıl bir dünyadır?
F. Gülen tamamen hayali, hiç yaşamadığı bir duyguyu dile getirmeyeceğine göre, demek ki dile getirdiği asılma korkusu kendi içinde gerçeğe dayanmaktadır. Ama aynı Gülen, bu açıklamaları yaptığı esnada, bu sözlerden birkaç cümle önce ya da sonra, aynı video içerisinde, “şahsım adına endişe duymadım” da diyebilmektedir. Ve bu, yaşının her on birin katı durağında asılma korkusunu, Başbakan’ın “yurda dön” çağrısıyla ilgili ne düşündüğü sorusunu cevaplarken zikrediyor. Yani belki gayri ihtiyari, asılma korkusu öne çıkıyor. Ama sözleriyle, kendisi adına endişe etmediği, birtakım kurumlara zarar verirler, fitne kazanı kaynar mealli gerekçeler gösteriyor. Birtakım kazanımların kaybedilmesinden duyduğu endişeyi öne çıkartmaya çalışıyor. Oysa o kurumlara zarar verecek kimseler, kendisi Pensilvanya’dayken de veremezler mi diye kimse sormuyor.
Sonuç olarak bütün bu korkuları eşliğinde, “gelirsem ben (ben demenin de kötü olduğunu vurgulamadan edemiyor!) kendim gelirim, buna kendim karar veririm!” mesajını soft bir üslupla vererek bu meseleyi kapatıyor.
Şimdi bu durumda benim aklıma sorular üşüşüyor… İlk soru şu: Hocaefendi Hazretleri! Seni niçin assınlar? Niçin idam etsinler seni? Tamam, bu memlekette nice insan kim vurduya gitmiş olabilir, kimileri bir “pardon!”la hallediliverecek bir ‘yanlışlık’la telef edilmiş olabilir… Ama senin gibi bir ‘hocaefendi’ öyle yanlışlıkla idam edilecek birisi midir? Sen Seyyid Kutup musundur, Şeyh Şamil misindir, seni niçin assınlar?
Sen, vatanına, devletine, milletine, bayrağına, rejimin bütün kurucu sembol değerlerine sonuna kadar bağlı bir insansın! Sen, laikliğin ve demokrasinin, 28 Şubat postmodern darbesinden daha etkili bir müdafiisin! Sen her fırsatta dünyevi hiçbir gailesi olmadığı, dünyada dikili bir tek ağacı bile olmadığı mesajını veren, karıncayı incitmeyen, sövene dilsiz, dövene elsiz duran, adı anılınca adeta “aleyhissalatu vesselam” sözlerinin gerekliliği gibi, ‘hocaefendi’ denmeden geçilemeyen bir ulu zatsın! Peki, bu ne demektir? Bu şu demektir: senin şahsında laiklik ve liberal demokrasi Din’le pekâlâ uyuşmuş, uzlaşmış gibi algılanmaktadır.
Senin en büyük hizmetin nedir biliyor musun: Sen, İslam’ı bugünün kâfir düzenleri için tehlike olmaktan çıkarmanın ‘cihadını’ vermektesin. Senin sayende kitleler, İslam’ın bir devlet düzeni olmadığı, namazın temel hareketlerini tekrar eden teknokrat-bürokrat yetiştirmekle, dünyanın dört bir yanına okullar açmakla, Türkçe olimpiyatları adı altındaki eğlencelerle pekala ve en ileri Müslümanlık yaşandığı fikri sabitini elde ettiler. Tevhidle şirk arasındaki sınırları belirsiz hale getirdin. Kıble ehli kitleleri rejimle içli-dışlı ettin. Kur’an’ın %2’sinin ancak siyasete ilişkin olduğunu, onu da (demokrat) idarecilerin halledeceğini iddia ettin. İslamsız bir İslam, Kur’an’a alternatif bir din inşa etmek senin katkılarınla daha da kolaylaştı. Irak’ı işgal eden Amerikalılara, FBI ve Pentagon yetkilileri aracılığıyla, Irak’ta öyle bir demokrasi inşa edin ki, Irak halkı İran ve Vahhabi İslam’ına imrenmesin taktiğini öğrettin. Verdiğin taktik, ABD askerlerince tecavüze uğrayan Iraklı savunmasız kadınlara hediye olarak gitti… İsrail’i otorite olarak anman gibi siyasallıkların üzerinde fazla durmuyorum…
Başörtüsünü ‘füruat’ sözcüğü ile çözmeni geçiyorum…
Ömrü Allah’ın diniyle mücadele ile geçmiş ne kadar sağcı veya sosyal demokrat lider varsa onların ölenlerini hakka yürütmeni, hayatta olanların zina gibi münkeratını aklamanı, ahirette şefaat yetkini sosyal demokrat bir lider için kullanacağın taahhüdünü geçiyorum…
Bu durumda seni ne diye assınlar? Nereden çıkıyor bu ‘asma’ muhabbeti? Neden böyle bir konu gündeme getiriyorsun? Şimdiye kadar dünyada hangi insanı, yaşının on birinci katında asmışlar?
Asıl sorum şudur: Seni ABD’ye götüren iradeyi neden açıklamıyor, oradan gelmene de aynı iradeden izin çıkmadığı için hüngür hüngür ağlayarak yaban ellerde ‘misafir’ edilmeye devam ettiğini neden itiraf etmiyorsun? Ama bu soruda ısrarlı değilim, çünkü bunu gerçekten bilmeyebilirsin… Böyle bir ihtimal söz konusudur. Bir zuhurata tabi oldun, gidiyorsun…
Kim bilir, belki de sizin gazetenin bazı acar yazarlarının şöyle hafiften çıtlattıkları gibi, seni Mesih olarak döndürmek de isteyebilirler… Bu arada bazı enderûn, senin İmam Humeyni gibi dönmek gibi niyetin olup olmadığını geveleyebiliyorlar; bu da bir gazeteci hezeyanı olsa gerektir. Oysa bilmiyorlar ki sen, Humeyni’den nefret edersin, ona ve yaptığı işe hiç ilgi duymadığını, hiç değer vermediğini bilmiyorlar bu çocuklar…
Sen olsa olsa liberal-demokrasiyi güçlendirirsin. Olsa olsa İslam’ın siyasal bir talebinin olmadığı şeklinde tekrarlanan nifak söylemini güçlendirirsin. Bunun için, senin heykelini dikmeliler be hocaefendi! Senin gibi ‘hizmet’ erbabı her yüz yılda bir gelir ancak… Senin kocaman türben yapılmalı, mübarek teninin değdiği eşyaların sergilendiği müzeler açılmalıdır.
Senin kıymetini bilenler bilir…
Ama bilesin ki, bütün işler Allah’ın elindedir. Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Allah vadinden dönmez. Allah, kendi uğrunda mücahede edenlere yollarını gösterecektir. Allah’ın izniyle Nuh’tan Muhammed’e uzanan tevhidî inisiyatif yeryüzüne bir kez daha galebe çalacaktır. Bunun için, Allah’tan başka hiç ama hiç kimseden korkmaya gerek yoktur. Eninde sonunda yeryüzünde Allah’ın dini egemen olacaktır. Çünkü mülk Allahındır ve O, mülkünde hiç kimseyi ortak edinmez.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *