Cihad Dosyası: İslamcılık Düşüncesinde Cihad Söyleminin Yükselişi

Cihad Dosyası: İslamcılık Düşüncesinde Cihad Söyleminin Yükselişi

II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte artık her şeyin düzeleceği, yoluna gireceği, Avrupa’nın baskısının sona ereceği düşünülmekteydi. Zira Avrupa’nın istediği siyasal düzene geçilmiş, gayrimüslimlerin hukuku anayasa ile teminat altına alınmış, padişahın –aslında halifenin– yetkileri kısıtlanmıştı.

Yakup Döğer

“İslamiyet’in aleyhine hücum eden düşmanlara karşı ve İslam memleketlerini gasp ve Müslümanların esir edilmeleri başladığında, padişah-ı İslam hazretleri, topluca bütün Müslümanlara cihadı emrettiğinde, “Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe 41) ayeti celilesinin hükmü gereğince, bütün müslimin üzerine cihad farz olup genç ve ihtiyar, piyade ve süvari olarak, dünyadaki bütün Müslümanların malen ve bedenen hiç gecikmeden cihada yönelmeleri farz-ı ayn olur mu?

El-cevap: Olur.”(1)

Avrupa’nın siyasi, askeri ve iktisadi baskısında kurtulmak ve zor durumda olan devleti kurtarmak için yeni arayışlara giren Osmanlı siyasal aklı, hemen her alanda modernleşmeye, Avrupa benzeri bir yapıya dönüşmeye karar vermişti. Fakat Avrupa’nın emperyalist ve sömürgeci aklı, bu değişimi kendileri için yeterli görmedi. Gayeleri açıktı; Osmanlı Devleti şahsında İslam ve Müslümanlarla hesaplaşmak istiyorlardı. Nitekim sonuç böyle de oldu.

Bir kurtuluş ideolojisi olarak zuhur eden İslamcılık, hem Avrupalı olmak hem de Müslüman kalmak gibi bir tercihte bulunarak, Müslümanlık ile Avrupalılık arasındaki engelleri mümkünse kaldırmak, değilse orta bir yol bulmak için çok uğraştı. Yeni düşüncelerini ve hayatlarını, eski imanlarına uydurmaya çalışmak yerine, eski imanlarını yeni hayat tarzına uydurmayı tercih ettiler.

En üst düzeyde dile getirilen ve sürekli yükselmesi için telaffuz edilen hürriyet, müsavat, adalet, terakki, ıslahat, tecdid, fünun, say ve gayret, taklit, mukallid, meşveret, meşrutiyet, anayasa, meclis vb. kavramlara, kitlesel dönüşümü hızlandırmak için öncelik verildi. II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte artık her şeyin düzeleceği, yoluna gireceği, Avrupa’nın baskısının sona ereceği düşünülmekteydi. Zira Avrupa’nın istediği siyasal düzene geçilmiş, gayrimüslimlerin hukuku anayasa ile teminat altına alınmış, padişahın –aslında halifenin– yetkileri kısıtlanmıştı. İktidara gelen Batı hayranı İttihatçılar ve dönemin çapsız muhalefeti, Osmanlı Devletini kurtarmak bir yana çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işlev sağlamadılar.

Osmanlı topraklarının her yeri emperyalist Batı tarafından işgal edilmeye, Müslümanlar katledilmeye, ordular yenilmeye başladı. Hazinede harcayacak para kalmamış, cephelerde savaşacak insan azalmıştı. Modernleşme döneminde sürekli hürriyet, adalet, müsavat, terakki, fünun, mektep vb. kavramlar yukarı çekilirken, cihad kavramı unutulmuş kavramlardandı. Lakin İslam coğrafyası üzerinde başlayan işgaller ve soykırımlar, Müslümanlara cihad kavramını yeniden hatırlattı. II. Meşrutiyetin ilanından kısa bir süre sonra, cihad üzerine makaleler yazılmaya, cihadın fazileti yeniden gündem edilmeye başlandı.

Osmanlı Devleti ve İtalyanlar arasındaki politik sürtüşmeler, İtalyanların Trablusgarb’ı işgal girişimi, cihad ve cihadın faziletlerini en üst seviyeye taşıdı. Kısa süre öncesine kadar barış, terakki, hürriyet, müsavat, meşrutiyet gibi kavramlar birden aşağı inerken, cihad en üst seviyeye çekildi. 1911 yılında Şeyh Ahmed Şerif Senusi, İtalyanların Afrika’daki işgaline karşı, bütün İslam alemine hitaben bir cihad beyannamesi çıkardı.(2)

Dininin izzetini kılıçta arayan peygamber

Ahmed Senusi beyannamesinde, İtalyanlara karşı savaşta, bütün ümmeti cihada davet eder. Cihadın sonunda zafer veya şehadet vardır ve bütün iman ehli bu iki güzel sonuçtan birine kavuşmak için can atmalıdır. Senusi’nin beyannamesinde cihad edenler için müjdeler olduğu gibi, etmeyenler için ağır tehditler de vardır:

“Müslüman, dininin izzetini kılıçta arayan peygamberinin yanında olmalıdır. Onlar ki, görevlerini yerine getirirler, Allah’a verdikleri söze sadık kalırlar, şehadetin tadını tadarlar ve ebedî saadete dönmek için ondan ayrılmak istemezler.”

Beyannamede cihad ile ilgili ayetlere ağırlık verilmiş, bu husus ile ilgili birçok ayet de zikredilmiştir. Özellikle kılıç, şehit, şehadet, cennet, mallar ve canların Allah için feda edilmesi sıklıkla ele alınmıştır. Bu üslup, hemen her şeyin modernleşme lehine tevil edildiği sürece bakıldığında alışılmışın dışındadır.

Cihad söyleminin, İtalyanların ve Fransızların Afrika’da başlattığı işgal girişimleriyle birlikte yükselişe geçtiği görülmektedir. Oysa daha önce de İngilizler birçok İslam beldesini işgal etmiş, Müslüman halkları katletmiş, sömürmüştü. Fakat modern siyasi düzen yeni kurulmaya çalışılmakta olduğundan, bu dönemde cihad kavramı pek gündem edilmemiş, daha mutedil ve barışçıl bir yol izlenmiştir. Manastırlı İsmail Hakkı, İngiltere ve Fransa’nın Müslümanlara çok yardımcı olduğunu, bu yüzden kendilerine teşekkür edilmesi gerektiğini ifade edebilmektedir.(3) Fakat çok zaman geçmeden Fransa ve İtalya’nın Afrika’da işgale başlamasıyla birlikte cihad söylemi de yükselmeye başlar.

Cihad söyleminin yükselişi

Kuzey Afrika’ya İtalyanların işgal girişimiyle birlikte, Balkanlarda da savaşlar başlar. Osmanlı topraklarının hemen her yerinde bir hareketlenme, savaş baş gösterir. Bu tarihlerden sonra, daha önce dillerden düşürülmeyen bütün kavramlar unutulmuştur. Birkaç başat kavram gündem olur: “Cihad, tevhid, vahdet, ittihad.” Dönemin İslami basını bu kavramlar üzerine yoğunlaşır ve sürekli gündem eder. İtalyanlara karşı Yemen’deki halk dahi “Haydin cihada” nidaları ile çağrılır, her yerden “Haydin cihada” nidaları yükselir.(4)

Kısa bir zaman önce “Şeriat Medeniyetini” uzun uzun anlatan İskilipli Mehmed Atıf, birden değişen şartlar karşısına cihadın mecburiyetine, faziletlerine, manevi sebeplerini izaha yönelir:

“Cihadda zafer için esbab-ı maddiyeyi hazırlamak lazım olduğu gibi, manevi sebepleri de hazırlamak elzemdir. Bu babda esbab-ı kuvayı maneviyeye gelince:

Evvela: Muharebeye başlamadan önce evliyayı umur ve bilhassa padişah, bilumum münkiratı mani edip maruf ile emir eylemek ve bütün İslamlar salih amellerin her kısmını işeyip kaffen menahiden içtinap etmek ve sonra cümleten halis bir kalple Halık Teala’ya dua ve ilahi yardımını talep ve niyaz etmek gibi manevi vasıtalara tevessül etmeli.”(5)

İskilipli, cihad ve gaziliğin faziletlerine de değinir. Atıf Efendi coşkun bir dil ve üslupla şehitlerin mükâfatının neler olduğunu anlatır.

Cihadın fazileti

“Ey özleri hakka doğru ve kalpleri iman ile dolu Allah’ın arslanları! Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak ve Peygamber-i Zişan efendimizi hoşnut etmek ve hesapsız azapsız olarak mukarrebin ile birlikte cennet-i alaya girip, maksad-ı aksayı ve matlub-u alamız olan Zat-ı Pak-ı İlahiye’yi görmek isterseniz, bilmiş olunuz ki, bugün tutmuş olduğunuz yol sizleri doğrudan doğruya, bu maksad-ı mukaddese isal edecektir.”(6)

Cihad, gelinen süreçte dillerden, kalemlerden düşmeyen bir kavramdır. Cihadın farziyeti, cihada davet, cihad için iane ve cihad haberleri, dönemin İslami basınında en önemli konudur. Resulullah’a cihad için ruhsat verildikten sonra, cihad farz olmuştur ve Müslümanlar müşriklere karşı cihad etmekle mükelleftir.(7) Cihad hususunda çıta çok yükseltilir.

Bugünkü ölüm, yarınki sağlıktan hayırlıdır

Ahmed Şirani de şöyle demektedir:

“Bugünkü ölüm, yarınki sağlıktan hayırlıdır. Evet. Açılan muharebede, Balkan türedilerinin topları karşısında arslan gibi kükreye kükreye ölmek, yarın onların ellerinde esir kalıp da boynumuzu büke büke yaşamaktan her cihette hayırlıdır. Hal ve zamanın icabına göre, ölmekle yaşamanın kıymetleri değişir. İnsanlar tabiatı gereği zaten yaşamak isterlerse de fakat bazen öyle haller karşısında kalır ki, ölmeyi yaşamaya tercih eder.”(8)

Kur’an’daki cihad ayetleri, sadece Ashaba değil, bugünün Müslümanlarına da hitap etmektedir. Müslümanlar da bugün cihada davet olunmaktadır. Düşmanlar dört taraftan vatana saldırmaktadır. Vatanı taksim etmek, Din-i Muhammedi’yi ortadan kaldırmak, dünyayı küfür ile doldurmak istemektedir.(9)

Filibeli Ahmed Hilmi de, yaşanan gelişmeler karşısında çok içten ve endişeli olarak hitap eder:

“Aziz din kardeşlerim!

Telkin-i mealiye mazhar olmak için ölmeyi, cenaze haline girmeyi bekleyişe nazire mi yapıyoruz ki, ilahi hitabın izzetine vasıl olamıyoruz?

Cenaze miyiz ki, gözlerimiz görmüyor, kulaklarımız işitmiyor, gönüllerimiz üşümüş, kanımız kurumuş! Etrafımıza bir bakalım. Dost bir sima göremeyiz. Müfteris kurtları, kaplanları andıran, din ve vatan düşmanları gözlerini açmış bize bakıyor, fırsat bekliyor. Biz gafilleri, biz atılları engerek yılanını andıran dişleriyle dişliyor. Din kardeşleri! Cenaze miyiz? Bu acıyı duymuyor muyuz?”(10)

Devletin kasası boşalmış, savaş giderlerini karşılayamaz durumdadır. Cihad için yardım seferberliği başlatılır.

Cihad için iane

“Düşmanlarımızın vatanımıza tariz eyledikleri böyle bir zamanda hükümet ve memleketin mükemmel bir kuvve-i beriye ve bahriyeye şiddetli ihtiyacı bulunduğu tartışılamaz.

Bunun ise yalnız hükümetin himmeti ile vücuda gelmesi mümkün değildir. Böyle bir hayırlı işe ahalinin de ve bilhassa servet sahiplerinin de gayret ve yardımları lazım ve vaciptir. (…)
İlahi emrin gereğince hayırlı işlerin en birincilerinden olan cihada malen, bedenen, raiyen ve kavlen yardımda bulunmak üzere, bütün Müslümanlar memur ve
mükelleftir.”(11)

Cihad Beyannamesi

Ve nihayetinde I. Cihan Harbi patlak verir. Padişah-Halife tarafından “Cihad Beyannamesi” çıkarılır. Beyanname dünyanın hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın bütün Müslümanları Rusya, İngiltere ve Fransa’ya karşı cihada çağırmaktadır. Bu tarihten sonra İslamcı basın cihad, tevhid, vahdet, ittihad üzerine yoğunlaşır. Hürriyet, müsavat, meşrutiyet, gayrimüslimlerle olan muhabbet ve yakınlık unutulur.

Meşihat Makamının beyannamesi, kendi yayın organları olan Ceride-i İlmiyye’de ve dönemin çeşitli neşriyatında yayınlanır. Beyanname Arapça, Farsça, Tatarca, Urduca lisanlarına da tercüme edilerek neşredilir. Meşihat Makamınca çıkarılan Cihat Beyannamesi beş husus üzerine hüküm içermektedir:

1 – Osmanlı Devleti sınırlarındaki bütün Müslümanları cihada davet etmektedir:

“İslamiyet’in aleyhine hücum eden düşmanlara karşı ve İslam memleketlerini gasp ve Müslümanların eseri edilmeleri gerçekleştiğinde, padişah-ı İslam hazretleri, topluca bütün Müslümanlara cihadı emrettiğinde, “Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır” (Tevbe 41) ayeti celilesinin hükmü gereğince, bütün müslimin üzerine cihad farz olup genç ve ihtiyar, piyade ve süvari olarak, dünyadaki bütün Müslümanların malen ve bedenen hiç gecikmeden cihada yönelmeleri farz-ı ayn olur mu?

El-cevap: Olur.”

2 – Rusya, İngiltere ve Fransa’da bulunan Müslümanları, bu devletlere karşı cihada davet etmektedir:

“Bu suretle, Makam-ı Hilafet-i İslamiyeye ve memaliki şahaneye, savaş gemileriyle ve kara kuvvetleriyle hücum etmek suretiyle, Hilafet-i İslamiyeye düşmanlık ve İslam’ın nurunu söndürmek ve imhasını çalıştıkları muhakkak olan Rusya ve İngiltere ve Fransa ile onlara gizli ve açık yardım eden devletlerin idaresi altında bulunan bütün müsliminin dahi adı geçen devletler aleyhine cihad ilan ederek, bil-fiil gazaya katılmaları farz olur mu?

El-cevap: Olur”

3 – Cihada katılmayan, cihaddan kaçınanlar içindir:

“Bu suretle maksadın gerçekleşmesi, bütün müsliminin topluca cihada katılmalarına bağlı iken, bazılarının –ne’ûzü billâhi te’âlâ– cihaddan geriye kalmış olmaları, azim bir asilik ve ilahi azaba bu asiliklerinin sonucunda müstahak olurlar mı?

El-cevâb: Olurlar.”

4 – Osmanlı Devletine savaş açan devletler içindeki Müslümanların, bu devletlerin ordularında, Müslümanlara karşı savaşmaları hakkındadır:

“Bu suretle İslam Devleti ile muharebe eden adı geçen devletlerin içinde yaşayan İslam ahalisi, kendilerini katl ve hatta bütün ailelerini dahi mahvedecek derecede zorlamaya tâbi olsalar bile, İslam Devletinin askeriyle muharebe etmeleri şer’an haram-ı kati olup, katil olmalarıyla cehenneme müstahak olurlar mı?

El-cevâb: Olurlar.”

5 – Adı geçen devletlerde yaşayan Müslümanların, Osmanlı Devleti’nin müttefiklerine karşı savaşmaları hakkındadır:

“Bu surette harp esnasında İngiltere ve Fransa ve Rusya ve Sırbiye ve Karadağ hükümetleriyle yardımcılarının idarelerinde olan Müslümanların, Hükümet-i Seniye-i İslamiye’ye yardımda bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri, Hilafet-i İslamiye’nin zararına olacağından, elim bir azaba müstahak olurlar mı?

El-cevâb: Olurlar.”(12)

Cihat fetvası 25 Zilhicce 1332 (14 Kasım 1914) tarihinde cumartesi günü, o güne mahsus bir merasimle Fatih camiinde yüz bine yakın Müslüman bir topluluk huzurunda okunur. Dönemin matbuatına göre Müslümanların sevinç ve heyecanı tarif olunamayacak bir haldedir. Sabahtan erkek, kadın, genç ihtiyar bütün Müslümanlar Hilafet merkezi İstanbul sokaklarına dökülmüş, tekbirler getirilmektedir. Fatih’in minberinden tebliğ edilen bu fetva, cihana yayılmış üç yüz küsur milyon Müslümana hitap ediyordu. (Kaffe-i Müslimin Üzerine Cihadın Farziyeti Hakkında Feteva-yı Şerife,(13)

Halifenin orduya seslenişi

Cihad fetvası ile birlikte, Sultan Mehmed Reşad ve Enver Paşa da birer beyanname yayınlar. Sultan Reşad ordu ve donanmaya hitap ederek, Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açan devletlerle neden savaşacaklarını izah eder:

“(…) Rusya, İngiltere ve Fransa devletleri zalimane bir idare altında inlettikleri milyonlarla ehl-i İslam’ın diyanetten ve kalben merbut oldukları Hilâfet-i muazzamamıza karşı, hiçbir vakit sû’-i fikr beslemekten vaz geçmemişler ve bize müteveccih olan her musibet ve felâkete müsebbip ve muharrik bulunmuşlardır. İşte bu defa tevessül ettiğimiz Cihâd-ı Ekber ile bir taraftan şân-ı Hilâfet’imize, bir taraftan hukuk-ı saltanatımıza karşı ika’ edilegelmekte olan taarruzlara İnşallah Teâlâ ile’l-ebed nihâyet vereceğiz.”

Enver Paşa da, başkumandan olan Halifenin iradesini orduya tebliğ eder.(14)

Meclis-i Ali-i İlminin Beyannamesi

Bu tarihten sonra İslami basın, bütün gayretini ve ilmi birikimini cihad üzerine yoğunlaştırır. Ayetler ve hadisler, İslam tarihinden iktibaslar, şanlı zaferler, adeta mutlak kazanılacak zaferi müjdelemektedir. Vahdeti İslamiye’nin esasına rücu vakti gelmiştir. Meclis-i Ali-i İlminin “Cihad-ı Ekber” hakkında beyannamesi neşredilir. Beyannamede Tevbe suresindeki ayetlere ağırlık verilmektedir. Tevbe suresi 14, 24, 32, 38, 39, 41. ayetler ile Ali İmran 103, Bakara 143, Saf suresi 4. ayetler hassaten seçilmiştir. Beyannamenin altında yüksek ilim meclisinin 27 üyesinin imzası vardır.(15)

İttihad-ı İslam

İslami basın cihad, mücahid, şehit, şehadet, cihadın gayesi, faziletleri üzerine odaklanır. İslamcı cenah tarafından, “İttihad-ı İslam” söylemi daha önceleri de gündem edilmiş olsa da, cihad söyleminin yükselmesiyle daha etkin bir şekilde yeniden ele alınır.

“Eğer Müslümanlar ittihad ederse, haçlı zihniyeti Müslümanlardan korkacaktır. İslamiyet’in ne demek olduğunu bütün dünya bilir. Bu ittihadın sağlanmasında da en büyük görev ulemanındır.”(16)

Avrupa’ya karşı koymak için İran, Afgan ve Hindistan ahalisi birlik olmalı ve Hilafet-i Osmaniye için mücadele etmelidir.(17)

Haçlı ittihadına karşı, İttihad-ı İslam ile karşı çıkmak mantığın gereğidir ve adaletin tecellisini ortaya çıkaracak sebeptir.(18)

Dün telaffuzu siyaseten mahzur sayılan İslam düsturu

“Dün telaffuzu siyaseten mahzur sayılan bu İslâm düsturu, bugün harb ve sulh siyasetimizin üssü’l-esâsı olup çıkmıştır. Bugün hepimiz hançerelerimizin kuvveti yettiği kadar Müslümanların ittihadını bağırıyoruz. Dün ile bugün arasında ne azîm tahavvül, âdeta bir inkılap!

Bu ittihadı ilan ve temin etmek için pek çok bağırmak, pek çok çalışıp çabalamak vazifemizdir. Yani bütün İslâm ümmeti, bunu her şek ve tereddüdün fevkinde olarak amik bir iman ve itikat ile böyle biliyoruz. Zaten artık başka türlü düşünmeye zerre kadar ihtimâl kalmış mıdır?”(19)

Şehidler için methiyeler dizilir, askerler cihad için motive edilir.(20) Basında sürekli cihad üzerine haberler neşredilir. Halim Sabit’in İslam Mecmuası, cihad hakkındaki haberleri kendisine adeta vazife edinir. Hemen her sayısında cihad haberlerine yer verir.(21)

Acı nidalar

Cihad çağrıları her yandan ve yönden yapılırken, süren savaşın şiddeti ve mağlubiyetler karşısında Müslümanların moralinin de gün geçtikçe bozulduğu anlaşılmaktadır. Mehmed Akif’in şiirinde isyana varan sözleri, durumun vahametini göstermesi açısından dikkate şayandır:

“Ey bunca zamandır bizi te’dîb eden Allah;
Ey âlem-i İslâm’ı ezen, inleten Allah!

Bizler ki senin va’d-i İlâhîne inandık;
Bizler ki bin üç yüz bu kadar yıl seni andık;

Bizler ki beşer bir sürü ma’bûda taparken, Yıktık o yaman şirki, devirdik ebediyyen;

Bizler ki birer hamlede evhâmı bitirdik, Ma’bedlere Ma’bûd-ı Hakīkī’yi getirdik;

Bizler ki senin ismini dünyaya tanıttık…
Gördükse mükâfâtını, yâ Rab, yeter artık!

Çektirmediğin hangi elem, hangi ezâdır?
Her ânı hayâtın bize bir rûz-ı cezâdır!

Ecdâdımızın kanları seller gibi akmış…
Maksadları dîninle beraber yaşamakmış.

Evlâdı da kurbân olacakmış bu uğurda…
Olsun yine, lâkin bu ışık yoksulu yurda,

Bir nûr-ı nazar yok mu ki baksın bacasından?
Bir yıldız, İlâhî? Bu ne zulmet! Bu ne zindan!”
(22)

Sebilürreşad’ın Dış haberler muhabiri olan ve Asya’yı sürekli gezen Abdürreşid İbrahim, cihadın gidişatı hakkındaki gözlemlerini sürekli gazeteye gönderir.(23)

Sonuç olarak:

Her dönemin kendine özgü şartları, nelerin öne çekilip, nelerin geri itileceğini de belirlemektedir. İslamcılık düşüncesinin önemli bir zaafı da, içinde yaşadıkları şartların hep aynı kalacağı ve değişmeyeceğine dair tutumudur. Kendileri kalarak benzemeye çalıştıkları medeniyetin, tek dişi kalmış canavar olduğunu anlamaları çok zaman almadı. Lakin geç kalınmış bir anlamaydı ve telafisi imkansız sonuçlar doğurdu.

Muhabbetlerini kazanmak, şerlerinden emin olmak için dinin kadim unsurlarını eğip büken cenah, bir gün ansızın bu canavarın azı dişlerinin uzuvlarını kavradığını ve koparmaya çalıştığını gördü. Kendileri her ne kadar muhabbet beslese de, karşı tarafın onmaz kini, amansız nefreti hep canlı durdu. Ve bu durum günümüzde de en vahşi suretiyle sürmektedir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *